Görüntülenme Sayısı: 98
Bir kez değil, çok kez gidivermek isteği uyandıran bir köy, ilk adıyla Sıradam, bugünkü adıyla Barbaros Köyü. Çok yakınında bulunan Ildırı’nın başkent olduğu dönemde adı Başköy olarak geçiyormuş.
Eski dönemlerde, bugün burada yaşayan Türkmen Yörüklerin ilk yerleştikleri yer olan Başköy’de, veba salgını olmuş ve köylüler hastalıktan dolayı bir hayvan keserek etlerini yöredeki bazı yerlere asmışlat, etin en son bozulduğu yere de köyü kurmaya karar vermişler. Bugün köyün kurulu olduğu yer etin en son bozulduğu yer. Köyün içinden geçen derenin kenarlarına çatısı topraktan, sıra sıra evler yapmışlar. Bu yüzden köyün ilk adı Sıradam olmuş. 1950 yılında, Barbaros nahiyesi Uzunkuyu nahiyesi olunca, İzmir Valisi Kazım Dirik ve Çeşme Kaymakamı köyü gezip, adını Barbaros olarak değiştirmişler. 1954 yılında da Urla’ya bağlanmış.
Ege bölgesine yolunuz düşerse hatta yolunuz hiç düşmeyecek olsa bile direkt gidivermelisiniz Barbaros’a.. Zira her yerden farklı burası, tipik bir Ege köyü gibi görünse de, yaşayanlarının kattığı olağanüstü karakterle ciddi anlamda ayrıştırıyor kendisini çevresinde bulunan diğer köylerden. Aman bu hali hiç bozulmasın, hissi yaratıyor insana Barbaros’ta geçirilen hoş zamanlar ve güzel insanlarıyla paylaşılanlar.
Yerli halkın hem birbirlerine hem de geleneklerine son derece sahip çıkan halinin yanı sıra, şaşırtıcı şekilde dışarıya açık bir yapısı da var. Sebebi ise kolay kolay tahmin edilemeyecek kadar ilginç. Anlatılanlara göre, 1970’li yıllardan itibaren, müteşebbis bir turizm firmasının keşfiyle, köye kuzey ülkelerinden bilhassa da Norveç’ten çok sayıda turist grupları gelmiş. Bu yabancı ziyaretçiler için yirmi küsur yıldan fazla süreyle köy meydanında Türk geceleri düzenlenmiş. Sofralar kurulmuş, yöresel yemekler pişirilmiş, kına geceleri yapılmış, damat tıraşlarından tutun gelin almalara kadar her tür Türk adeti gerçekleştirilmiş onlar için. Köydeki dikkat çekici yardımlaşma, birbirini koşulsuz koruma ve birbirini tutma geleneği kim bilir belki de o günlerin imece bilincinden bugünlere miras kalmış ve köye ciddi bir takım ruhu ile dışa açılma gücü kazandırmış.
Dinleyecek ve şaşıracak çok hikaye var meraklıları için Barbaros’ta.
Özellikle de kadın hikayeleri!
Tek tek dinleyince biraz hüzünlü bu hikayeler, lakin insanda oluşturduğu ortak fikir şerlerin hayırlar yarattığına dair. Hz. Mevlana’nın dediği gibi “Dert devaya davet” olmuş Barbaros’ta. Şartları nedeniyle çok güçlenmiş köyün kadınları ve çocukları. Neler mi olmuş; erken yaşta kendi tabirleriyle “asri nişan” ve düğünlerle evlendirilen ve çocuk sahibi olan gencecik kızlar, Köy Hizmetleri’nin kocalarını yol yapımlarında çalışmak üzere işe çağırmasıyla dünyanın yükünü omuzlayıvermişler. Bazen haftada bir, bazen on beş günde bir, bazen daha da uzun aralarla evlerine geri gelebilen babalarını kapılarda bekler olmuş çocuklar. Sadece ev işleri, çoluk çocuk değil, tarlalardaki ekim, dikim işleri de kadınlara kalmış. Anneler, neneler gecenin üçünde, dördünde güneşin sıcağı yüzünden ellerine yapışmasın diye, gün ağarmadan tütün toplamaya, toplananları dizmeye gitmişler. Ev dibi dedikleri gölgelerde işler bitip bir araya geldiklerinde bile sohbetleri imecelerine eşlik etmiş.
Kadınlar köyde işleri sırtlanadursun, önce dinamit patlamaları yüzünden işitme duyularını kaybetmiş yol inşaatlarına gönderilen erkeklerin bir kısmı, ardından gelmiş ortopedik sorunlar ve onların yanı sıra akciğer rahatsızlıkları ve erken ölümler!
O günlerin çocukları bugünün gençlerinde, babalarından dinledikleri, kış soğuklarında uyurken üşümemek için camilerdeki tabutların içine girip uyumuşluklarının anıları bile hala taptaze. Böyle hüzünlü, böyle dertli işte hikayeler.. Derdin devaya daveti ise, bunları yaşarken ayakta kalmanın çabasıyla sarf edilen tüm emeklerin bugün köyde karşılaşılan başarılı kadın işletmelerine dönüşmesi.
Topraklarının bereketini sofralara taşıyan girişimci köy kadınlarının çalkama, patlıcan balığı, bohça böreği, bide bide, katmer gibi geleneksel yemeklerini sundukları ev lokantaları, umduğunu değil bulduğunu yemek suretiyle küçük bir ödeme yapılan “çat kapı evleri” ve el işi dükkanları karşılıyor köy meydanına doğru yürüyen ziyaretçileri şimdi.
Karşılama komitesi bu kadarla da kalmıyor. Hele bir gidiverin göreceksiniz adımınızı atar atmaz karşınıza çıkacak korkulukları. Türkmen Yörükler “Oyuk” derlermiş bir zamanlar tarlalarda boy gösterirken, şimdi yolları, meydanları, sokakları, ev önlerini süsleyen bu korkuluklara… Adını bu korkuluklardan alan bir de festivali var köyün, “0yuk Festivali”. Hikayesi çok sempatik; büyük şehre göç, emeğin gelire dönüşememesi gibi nedenlerle tarım işlerinin azalması yüzünden tarlalarda yalnız kalıp sıkılan korkuluklar güya köy meydanını basmışlar bir gün. Ve demişler ki “Bizi bırakıp gittiniz, kovalayacağımız kargalarla neredeyse dost olduk, artık tarlalarınıza dönün”.
Tarımı yeniden teşvik amacıyla korkuluklara hayali de olsa bunları söyletebilen festival komitesi, neredeyse hepsinin boynuna çevre bilincinden tutun her konuda mesajlar veren ve gülerken düşündüren minik tabelalar da asmış. Bir nevi sosyal sorumluluk projesi yani.
El emeği ile yapılan bu korkulukların aslında her biri aynı zamanda birer sanat eseri. Zaten köyün sokaklarındaki duvar resimleri de yerel halkın sanatçı ruhunun göstergesi. En Güzel Oyuk Yarışması, Köyün En Güzel Bahçe ve Avlusu Yarışması, Yemek Yarışmaları, El İşi Atölyeleri de festivalin etkinlikleri. Davullu zurnalı eğlenceler de cabası.
Festival olsun olmasın bu köyde eğlence hep var. Eğer düğün yoksa, bayram da değilse “Kısır Düğünü” adını verdikleri bir eğlence türetmişler. Gelin yok, damat yok, sünnet çocuğu da yok ama düğün var, davul var, zurna var, dans var. Sofralar kuruluyor, yemekler hazırlanıyor, imece usulü eğlence tertipleniyor. Komşu köylerden de gelenlerle, vur patlasın, çal oynasın!
En meşhur oyunları pek çok yöremizin farklı şekillerde kendine uyarladığı “Sepetçioğlu Zeybeği”, köy halkının neredeyse hepsi biliyor. Birkaç kişi ortaya çıkıp oynamaya başlayınca kadınlı erkekli hepsi toplaşıyorlar ve ne güzel oyneyip duruyola.
Festival yaklaşırken folklor ve koro kursları da açılıyor. Harika bir kadınlar korosu var, her yaştan, köyün eskileri de, yenileri de katılıyor bu çalışmalara. Açılan kurslardan biri de “Oyuk Yapımı Atölyesi”, festival sırasında ve sonrasında köyde bulundurulan oyukların geleneksel olarak sürdürülebilmesi için bu faaliyete katılım çok mühim.
Bu sene Barbaros Köyü Oyuk Festivali 19/20/22 Ağustos tarihlerinde, yani GİDİVERMEK için çok şahane bir bahane.
Kaçırmamakta fayda var!
Not: Gidivermek isterseniz, Barbaros Köyü İzmir’e 55 km, Urla’ya yaklaşık 22 km mesafede, Urla’dan Alaçatı tarafına giderken eski yol üstünde. Buraya gelirken İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü bitiminden içeri giriyorsunuz, tabelada Ildırı ve Barbaros yazıyor, birkaç kilometre daha gidince köye ulaşıyorsunuz.
Burada sözünü etmediğim, adını geçirmediğim daha neler var neler. Gidiverin ki onları da göresiniz. Gitmişken Koca Nine Kooperatifi’nin tahininden, helvasından, dadı pestilinden, Çeşme kavunu sirkesinden almayı da unutmayın. Susamları atalık tohum, sirkeleri coğrafi işaretli!
Selda Güleç