Bin Bir Çeşit Sofra

10 Kasım 2017

Yemek dünyasının, üzerinde sohbet ettiğimiz çeşitli boyutları arasından özellikle bir tanesi bana işlevsel öneminden daha fazla, taşıdığı sembolik anlamdan ötürü çok özel görünür; sofra. Neden derseniz, “sofra yalnızca gıda maddelerinin tüketildiği bir ortam veya üzerinde yemek yenen bir mobilya parçası olmadığı için” diye yanıtlayabilirim sizi; ancak daha detaylı bir izahat için, konuyu biraz daha derinleştirmek gerekir.

Her şeyden önce, sofranın tam olarak ne anlama geldiğine bir bakalım. Sözlüklere göre, “üzerine koyulan yemeklerin, etrafına oturanlar tarafından tüketilmesi için, çoğu zaman bir masa üzerine kurulan geçici düzenek” sofra. Bu tabii ki, en basit tanımlama biçimi. Bir kere sofra, üzerinde yemek yenmesi için hazırlanıyor. Sonra sofralar, “geçici” düzenekler çünkü genel olarak her öğün için yeniden hazırlanıyorlar ve yemeğin sonunda toparlanıp kaldırılıyorlar. “Çoğu zaman masa üzerine” ibaresiyse bir izahat gerektiriyor: Aslında sofraların masaya gelinceye kadar geçirdiği bir evre var ve bu evrenin başlangıcında, üzerine sofra kurulacak masalar yok. Avrupa’da, Rönesans öncesi dönemde, büyük ihtimalle eşit yükseklikte iki eşyanın arasına, geniş enli kalaslar koyulup üzeri kumaşla örtülerek, geçici yemek masaları oluşturuluyor ve böylece başlıyor masaların üzerine kurulan sofraların öyküsü ve hatta bazı kaynaklara göre, “sofra kurmak” deyimi de buradan geliyor.Bundan önceleri ise, sofralar herhangi basit bir metotla, örneğin örtü şeklinde bir bez parçası kullanılarak sınırları belirlenmiş her mekanda oluşturulabiliyorlar. Tarih boyunca, basit bir örtünün üzerine yerleştirilen bir siniyle yaratılan yer sofrasından, sultanların ağırlandığı ihtişamlı saray sofralarına kadar pek çok evre geçiriyor masa düzeni; günümüzde de, evlerde ve lokantalarda, ayrı ayrı hâlâ çeşitlilik gösteriyor. Sofranın sözlük tanımına ekleme yapmamız gereken ikinci nokta da, bu sürekli değişiklik durumundan geliyor zaten. Bu tanımdaki “etrafına oturanlar” ifadesinin de istisnaları var. Örneğin, zamanımızın yaygın akımlarından olan kokteyl tarzı ağırlamada veya açık büfe yemeklerde öyle sofra etrafında oturmak da yok. Kokteyllerde masalar, etrafında oturulacak sofralar olarak değil, servis elemanları tarafından dolaştırılan tabaklardan alınmış yiyecekleri ayaküstü yerken geçici bir süre dayanacak, elindeki çöpü bırakacak veya yanında durup soluklanacak birer geçici istasyon olarak kullanılıyor. Açık büfe ziyafetlerde ise, durum biraz daha karışık. Buralarda, hem yemeğinizi aldıktan sonra oturduğunuz, sofra tanziminin en gelişmiş kurallarına göre kurulmuş sofralar var, hem de önlerinde kuyruğa girilip herkesin tabağını bir seferde pek çok farklı çeşit yiyecekle doldurabileceği servis masaları.

 

Bereket ve sohbet
Tüm bunlar, hâlâ sofranın yalnızca sözlük anlamını veren, teknik olarak sofra oluşturmanın yolunu anlatan tanımlar. Oysa başlangıçta da dediğim gibi, beni asıl cezbeden, “sofra” kavramı yani kelimenin sözlük anlamının ötesindeki sembolik içeriği. Bu konuda çok zengin bir çağırışım kapasitesine sahip “sofra” kelimesi. Aklıma getirdiği pek çok şeyden en fazla ikisini seviyorum ben galiba: Sonsuz bir bereketin sembolü ve sıcak sohbetlerin ortamı olmasını. Sofraya getirilen yiyeceklerin türü ve miktarı ne olursa olsun, bir sofra başında toplanabilmiş yani bunu mümkün kılacak rızkı kazanabilmiş olmak, başlı başına berekete ulaşmak anlamına geliyor zaten. Bir de bunun paylaşılması, aynı mekanda aynı masa çevresinde bir araya gelinmesi durumu var ki, bu da sohbet ortamını oluşturuyor. Hiç şüphesiz, insanın en lezzet alarak yaşayacağı, en keyifle anacağı ve en zor unutacağı sohbetler sofra başında oluşan sohbetlerdir.

Sadece karın doyurmak için değil, keyif yapmak için de günün en önemli bölümlerinden bir kısmı sofra başında geçiyor. Akşamları ailece bir sofranın başında toplanabilmeyi, günü başarıyla atlatmış olmanın bir belirtisi olarak görüyoruz; düzgün bir sofra kurup misafir ağırlayabilmeyi, en azından gönül zenginliğinin ve paylaşmanın mutlu göstergesi olarak kabul ediyoruz; soframızın her gelene açık olması, cömertliğin ve yardımseverliğin bir sonucu olarak biliniyor; başbaşa yemek yiyip romantik dakikalar geçirmek için iki kişilik özel bir sofra hazırlamak dünyanın en büyük keyiflerinden birisi; kalabalık bir dost sofrasının sohbet ortamında lezzetine varılan konuların yerini hiçbir şey tutamaz… Peki ama ilk anda aklıma gelen bu sofra tanımlarının her birinde ve kim bilir şimdi bahsetmediğimiz daha nicelerinde, yemeğin lezzeti kadar, yediğimiz mekan ve oluşan ortam da önemli olduğuna göre, bu mekanı gerektiği gibi düzenlemenin ve bu ortamı doğru oluşturmanın belirli kuralları var mı? Oturulan herhangi bir sofranın, her boyutta keyfi o sofrayı kuranın yemek pişirme becerisini olduğu kadar, görgüsünü ve zevkini de yansıttığına göre, bu önemli bir nokta. Öyleyse, her bakımdan “usulünce kurulmuş bir sofra” nedir; nasıl yaratılır?

Her şeyden önce, kurulan sofranın biçimi ve detayları, ne amaçla kurulduğuna göre farklılık gösterir; daha doğrusu, göstermeli. Tüm görgü kurallarında olduğu gibi, bu konuda da, temel nokta, yerine göre davranmak. Bir doğum günü partisi için kurulan sofrayla, ciddi bir görüşmeyi yemek esnasında sürdürmek amacıyla hazırlanan sofranın atmosferi, seçilen aksesuarları, mönüsü ve detayları, doğal olarak aynı olmayacaktır. Üstelik burada önemli olan tek nokta, görgü kurallarına göre doğru davranmak da değil; marifet, sofranın gereksinimlerini doğru saptamak ve lojistik olarak da uygun olan tarzı seçebilmek. Değişik nedenlerle, farklı mekanlarda ve tamamen farklı sofra gereçleriyle kurulan sofralar olduğunu unutmayalım. Biraz uç bir örnek vermem gerekirse, bir düğün töreni de, bir piknik de, önünde sonunda bir sofra başında noktalanıyor ama birisinde özel porselen ve kristaller başrolde; diğerinde kağıt tabaklar ve plastik bardaklar,çünkü bir düğün şöleninde kağıt tabak ne kadar yakışıksızsa, bir piknikte kristal bardak da o derece kullanışsız. Bu konuda eklenmesi gereken bir nokta da, şu: Bir sofranın düzeni ve kalitesi, yalnızca o sofrayı kuranın beceri düzeyini ve tarzını göstermez; aynı zamanda, ağırlamakta olduğu insanlara verdiği değeri de belirtir. Örneğin, bir sofranın örtüsüz olması veya üzerinde muşamba örtü tabir edilen örtülerden bulunması, o sofraya ve birlikte yemek yenen kişiye önem verilmediğini gösterir. Profesyoneller tarafından hazırlanmış restoran sofralarında ise, bu durum, talep edilen maddi karşılık için, neredeyse sunulan yemeklerin kalitesi kadar önemli bir gerekçeye dönüşür. Ama bir de insanın kendine duyduğu saygı, yaşamdan aldığı küçük keyifler, en gündelik olayı bile zevkle ve kendinden bir şey katarak anlamlı hale getirme yeteneği; kısacası insanın kendini ağırlama özgürlüğü/gereği var. Yani birilerini ağırlamıyorsanız eğer, sofra kurmanın düzenini, bir yemek sofrası yaratmanın adabını, zevkli bir sofra hazırlamak için gerekli olan emeği ve de tabii bunun size sonuçta vereceği tatmini boşlamayınız lütfen!

Sofranın gerçek süsü; son dokunuşlar
Bu konuda belirli katı kurallara bağlı kalmaktansa, her kurulan sofrada, o anın gereksinimlerine ve o sofradaki insanların özelliklerine göre bir tarz yaratmak, sofranın hem görüntü zenginliği ve hem de lezzet ve bereketi açısından, en doğrusu. “Yaratmak” deyince, zaten her konuda, kurallara uymak kadar, beklentileri karşılamak, yaratıcılığını sınırlar koymadan değerlendirebilmek ve bunları yaparken de, elindeki işe ruhundan da bir şeyler katmana yardımcı olacak bir içtenlikle hareket etmek değil mi önemli olan? Sofra bunun gösterilebileceği en güzel yerlerden birisi.Çünkü tüm düzgün sofralarda, tabaklar ve bardaklar belirli bir sayıda ve belirli bir düzen içerisinde yerleştirilmiş olmalı ve tabii ki, özenle kurulan her sofrada, peçetelerin koyulacağı belirli bir yerden ve servis tabaklarının masaya geliş sırasından söz etmek mümkündür ama sofrayı kuranın kişiliğinden ve gösterdiği özenden kaynaklanan, o çok narin “son dokunuşları” tanımlamak için belirlenmiş bir ölçü mevcut değil. Bu “son dokunuşlar”ın her birisi sofrayı hazırlayanın niyetinin, kimliğinin ve zevkinin başka bir boyutunu net bir biçimde ortaya koyuyor. Bence özellikle seçilen örtünün türü, sofrayı kuranın görgüsünü ve sofraya oturacak olanlara verdiği önemi gösteriyor. Bu konuda da sürekli değişen trendler söz konusu tabii ve bir dönem ağır kadife örtüler şartken, başka bir dönem, “Amerikan servis” denen kumaş parçaları örtünün yerini alabiliyor. Ama benim en sevdiğim, her zaman keten örtüler; sofra malzemeleri için mevcut olan neredeyse sınırsız sayıda seçenek arasındaysa, tercihim her zaman camın duruluğundan ve ışıltısından yana. Ben doğal maddeleri seviyorum ve geleneksel hale gelmiş şeylerden vazgeçmemek gerektiğini düşünüyorum. Öte yandan bu konuda, gerek kullanım kolaylığı, gerekse görgü kuralları nedeniyle zevkten bağımsız olarak uyulması gereken noktalar da var. Örneğin, resmi ziyafetlerde sadece beyaz örtü kullanmak; bahçede kurulan sofralar için daha pastoral, çiçek desenli basit örtüler seçmek; sentetik ve naylon içerikli sofra örtüsünden mümkün olduğunca her koşulda uzak durmak; özellikle konuğunuz varsa, asla atılabilir tabak ve bardak kullanmamak; çatlak, çizik, çentikli hiçbir şeyi sofraya koymamak, çocuklar için kurulan bir sofrada örtüyü kolay temizlenir, sofra aletlerini de zor bozulup kırılır cinsten seçmek gibi.

Sofraların daha ziyade sembolik anlamları üzerinde durarak buraya kadar geldik çünkü bence asıl önemli olan nokta burada; ancak, sofra hazırlamanın da, bir sofrada gerektiği gibi oturarak yemek yemenin de sonuçta bazı kuralları var ve genelde kural tanımazlardan da olsanız, kendi esenliğiniz için, bu kuralları izlemenizde yarar var. Bu kuralların başında, yemek yeme eyleminin kolayca gerçekleştirilmesine yönelik, sizin rahatınız için koyulmuş kurallar geliyor; tabak, çatal bardak sayısı gibi veya kirlenmiş tabakların değiştirilmesi gibi. Aslında en temel ve gerekçeli kurallar bunlar olmasına rağmen, en başa çıkması zor olanlar da belki bunlar çünkü insan biraz bocalarsa veya konuyu biraz fazla ciddiye alırsa, tüm yemek saatini yanlışlık yapmamak için uğraşarak geçirebilir.Hangi çataldan başlanır? Hangi ekmek tabağı sizin? Hangi bıçak balık için? benzeri sorular tadınızı kaçırabilir. En iyisi, bunları bir kez doğru olduğuna inandığınız şekilde öğrenip sonra da bir daha fazla kurcalamamak. Fonksiyonel kurallardan sonra, sofradakileri rahatsız etmemek için koyulmuş ve hiçbir sofrada değişmemesi gereken temel nezaket ve hijyen kuralları başlıyor. Sofrada konuşurken ve gülerken ses tonunuz; tabak, bıçak, çatal, bardaktan çıkarttı(madı)ğınız sesler; diş karıştırmak, ağız şapırdatmak, vb. konulardaki genel nezaket kurallarına uyumunuz; sofradan kalkma anınız; sofrada ev sahibi olarak oturduğunuz yer ve daha bunun gibi pek çok detay da bu konunun kapsamı dahilinde. Bu oturduğunuz veya oturtulduğunuz yer meselesi, özellikle resmi davetlerde ve “protokol masası” denen bir masanın var olduğu durumlarda çok önem kazanıyor. Son yıllarda daha sık rastlanan açık büfeyle ağırlama usulünden ötürü bu uygulama giderek azalıyorsa da, özellikle kalabalık veya resmi davetlerde, yerleşimin merkezini oluşturacak, en hatırlı davetlilerin oturtulduğu, mekanın en avantajlı noktasında bulunan bir masa oluşturmak gerekiyor. Zaten bir protokol masası gereği olmasa da, masa düzenini oluşturmak ev sahibinin sorumluluğu olduğuna göre, yan yana oturtulacak insanların birbirinin sohbetinden memnun kalmasını sağlamak da ev sahibine düşüyor. Buna karşılık, bir davet sofrasında ilk kez tanıştığı insanlarla bütün bir akşamı keyifli sohbetler yaparak geçirebilmek de, davetlinin mahareti!

Ama sofra kuralları kousunda, asıl önemli olan, söz konusu sofrada o anın gereklerinin doğru yerine getirilmesi. Bunun için, bulunduğunuz sofranın türü kadar, içerisinde olduğunuz toplumun beklentileri de önemli. Kimi toplumlar dirsek masada duracak derken kimi toplumlar el muhakkak masanın altında tutulacak diyor. Kimi sofralarda konuşmak yasak, kimisinde konuşmamak ayıp. Kimisi çatal bıçakla meyve yemeğe kalkışıyor, kimisi eliyle soyuyor. Çorba içerken kaşığın ucunu kullananlar var Fransızlar gibi veya yanından içenler var İngilizler, Amerikalılar biz Türkler gibi. Veya sağ elinizdeki bıçakla kestiğiniz eti, sol elinizdeki çatalla yemek yerine, yine Amerikalılar gibi, çatalı sağ elinize geçirerek mi yeseniz acaba? Veya spagetti gerçekten kaşık yardımıyla yenmesi gereken bir şey midir; mucidi ve gerçek sahibi olan İtalyanlar öyle mi yapar? Davetin türü de beklentilerin düzeyini belirleyen noktalar arasında, doğal olarak. Arkadaşlar arasındaki bir ev davetinde, giyim kuşamdan sofradaki bardak sayısına kadar her konuda etiket biraz daha yumuşatılmış oluyor. Bazı davetlerde sofraya servisi garsonların yapması beklenirken, bazı sofralarda, tabağı bir garson masaya kadar getirse bile, ev sahibinin yemeği konuklarına şahsen kendi eliyle sunması daha doğru oluyor. Bir de tabii, makbul olan sofra düzeni ve adabı, toplumdan topluma ve tarih sürecinde yer aldığı zamana göre çok değişiyor. Değişik kültürlerde, zamana göre de değişen farklı sofrabaşı adetleri oluşması çok doğal. Yemeği yer sofrasında yiyenlerin de dönemin yaşam koşullarına göre çok geçerli bir nedenleri var, usulünce kurulmuş bir sofrada çatal bıçak yerine çubuk kullananların da. Bu nedenler, adab-ı muaşeret kurallarının dışında, kimi zaman ekonomik, kimi zaman iklime bağlı, kimi zaman da kültürün kökenlerinden kaynaklanan nedenler. Dolayısıyla, bir sofranın özünü değerlendirirken nezaket kurallarıyla da kısıtlanmak gerekmiyor. Kısacası bu oldukça karmaşık, zannedildiği kadar kesin kuralları olmayan bir konu.

Bu karmaşa hakkında çok sevimli yorumlardan birisini, ünlü şair Metin Eloğlu yapmış; “Keşkek şu kazanda kaynar, benim bildiğim;” diyor Metin Eloğlu, “Şu güveçte helmelenir fasulye. / Kuzu şu karar ateşte çevrilir; / Tuzlama şu tabağa konur ille… / Yumurta şu sahana kırılır. / Çorba mı? Çorba şu kaşıkla içilir tabii, / Hoşaf bu kaşıkla.. / İster uskumru olsun, ister kolyoz, / İster orkinos, ister hanos; / Balık şu bıçakla kesilir.. / Şarap siyahsa şu kadehe konur elbet, / Beyazsa bu kadehe // Yavan ekmeği nasıl yersen ye…” Görüldüğü gibi, aslında sofra söz konusu olunca, sadece adabından bahsediyor bile olsak, aslolan temel kaygı ekonomiktir; karnını doyurabilmektir. Bu konuda fanteziler, ancak tuzun kuruysa yapılabilir.

Mecazi sofralar
Gerçek bir sofrayı tanımlamayan mecazi sofralar da var; “kurtlar sofrası”, “şeytan sofrası”, “cennet sofrası”, “ikbal sofrası” gibi… Bunların sadece anlamları değil, varlıkları da tamamen sembolik; yani somut olarak hiç var olmuş değiller. Bir de somut varlıklarını çok aşan anlam derinliğine sahip sofralar var; hiçbir süsleme, hiçbir özel dokunuş içermeden, sundukları basit karavana yemeğiyle çok önemli semboller haline gelen yatılı okul sofraları, imarethane ve aşevi sofraları, asker ocağı sofraları gibi. Sonra neredeyse anlı şanlı bir sofrası olmadan gerçekleşmeyecek olaylar var ki, bunların hemen hepsi, tahmin edilebileceği gibi, kutlamalar. Düğün, nişan, sünnet, yılbaşı, noel, pesah, hıdrellez ve nevruz, bayram, iftar ve sahur sofraları gibi. Bunların hepsinde, günlük sofralardakine göre çok daha özel mönüler ve çok daha zengin süslemeler mevcut ama özellikle kurban bayramında kurulan sofralar, diğerlerini aşan bir özelliğe sahip çünkü bayramın gereğini yerine getirmek üzere kesilen kurbanın etinden yapılmış bir kavurma da mutlaka sofrada bulunuyor. Buna çok benzer bir uygulama, bazı Balkan dağ köylerinde hâlâ pagan inançlarını sürdüren Hıristiyan tarikatlarının geleneksel ateş ayininden sonra kurdukları kurban sofrasında da görülüyor. Kökünü toplumsal yardımlaşma isteği kadar pagan inançlardan da alan başka bir sofra geleneği de cenaze sofraları. Bu sofralar genellikle cenazenin ardından, konu-komşu ve dostlarının ölenin yakınlarına destek olmak amacıyla getirdiği yemeklerle kuruluyor ve özellikle ölenin ruhu için dua etmeye bir vesile olarak değerlendiriliyor. Pagan inançları ağır basan toplumlarda bu yemek, ölenin öbür dünyadaki gerçek yaşama kavuşmasını kutlamak veya bu dünyada yaşarken benimsediği yaşam biçimini kutsamak için, onun adına yenilip onun ruhuna içilen bir şölene dönüşebiliyor.

Sunduğu yiyecekler arasından en popüler veya en ilginç olanının adıyla anılan sofraların başında ise rakı sofrası gelir. Rakı sofraları genellikle kavun ve beyaz peynir başta olmak üzere, standart mezelerle dolu olur ve bunların ardından balık yenir. Rakı başka türlü yemeklerin eşliği olarak da içilir tabii ama özel olarak rakı içmek ve sohbet etmek için kurulan rakı sofrası, bu mönüden şaşmaz pek. Çocukluğumdan beri hep merak edip yaşayamadığım için hayıflandığım, benim için bir merak ve hayal kaynağı haline gelmiş bir sofra olan, sanırım biraz da herkesin fantezileriyle süslenmiş, Atatürk’ün ünlü sohbet sofaları da, özünde rakı sofralarıdır. Yani rakı sofraları, sadece sarhoş muhabbetlerine veya yiyip içip eğlenmeye değil, gerektiğinde etrafında oldukça ciddi konular konuşup bayağı önemli kararlar almaya da uygundur. Çilingir sofrası ise, rakı sofrasının kalender bir türü sayılabilir, yani ayaküstü kurulmuş ve daha az nevaleyle idare edilip rakıya ağırlık verilmiş olanı.

Değişik zamanlarda ve değişik sıklıklarda karşımıza çıkan pek çok sofranın birbirinden farklı birçok özelliği var. Örneğin, piknik sofraları çok daha pratik ve hafif malzemelerle kurulmuş ve hemen her zaman aynı tür yiyeceklerle donatılmış sofralar; çay sofraları günün özel bir saatinde hazırlanan geleneksel sofralar; bekar sofraları hızlı hazırlanmış, fazla zengin olmayan sofralar. Adak sofralarıysa çok daha enteresan; İslamın bir gereği olmadıkları halde toplumsal inanç yüzünden neredeyse bir dini ritüel haline dönüşmüş olan son derece ilginç uygulamalar. Genelde, önce bir adak adayıp dilek tutmak için, sonra da yerine gelen dilek için teşekkür etmek üzere ikişer kez kuruluyor adak sofraları. Örneğin, bir dilek sofrası olan Derder Baba sofrasında yalnızca zeytinyağıyla pişmiş yeşil mercimekli bulgur pilavı yeniyor ve yanında ayran içiliyor; dua edilip mum yakılıyor. Sonra, bu sofrada tuttuğu dilek yerine gelen kişinin bir sonraki sofrayı kurması bekleniyor. Zekeriya sofrası da çok ünlü adak sofralarından birisi. Adak adadığınız konunun istediğiniz gibi hallolması için, kırk bir çeşit ateşe değmemiş yiyeceğin sofra üzerinde olması gerekiyor. Peygambere adanmış adakların yerine getirildiği peygamber sofrası bu tür inançlarla ilgili olarak kurulan sofraların bir diğer örneği. Ama sofra türleri saymakla bitecek gibi değil! Doğulu yemeklerin doğu geleneklerine uygun olarak sunulduğu mekanları anlatan şark sofrası, kısıtlı bütçelerle hazırlanmış mütevazı ama dinamik öğrenci sofrası, günün diğer yemeklerinden farklı bir mönü ve atmosfer içeren kahvaltı sofrası, davet sofrası, diyet sofrası, zengin sofrası, fakir sofrası… Bunlara bir de, sofra kelimesini, içerilerinde olmasa da anlamlarında taşıdıkları için “ziyafet” ve “şölen” kavramlarını eklemek gerek. Her ikisi de, çok renkli ve zengin mönülü sofralardan oluşuyor, davetle gerçekleşiyor ve kutlama ve şenlik içeriyor.

Herkese açık cömert sofraları tanımlamak için kullanılan ve adını tarihte var olmuş olan bir bolluk bereket sofrasından alan Halil İbrahim sofrası, artık bu konuda bir sembol haline gelmiş bulunuyor. Yardımlaşma ruhu taşıyan, rızıkların paylaşıldığı bu tür cömert sofralarda, genlikle ihtiyaç içerisinde olan yabancılar da hiç sorgulanmadan ağırlanıyor. Dilimizde bu olguya yönelik sözler ve deyimler de var; “ferah sofraları olsun” ve “sofrası herkese açık insan” gibi. Peki, “sofrası Osmanlı” lafını hiç duymuş muydunuz? Dedemden duyduğum bu güzel söz, Osmanlı’nın gücünün sınırı olmadığı dönemlerden kalmış olmalı; kalabalık ve zengin sofralarda, “oh, bu ne bolluk!” derdi dedem, “sofra Osmanlı!” yani bu sofra herkese açık.

Sofra duası
Yine dinlerden ve milletlerden bağımsız olarak pek çok toplumun geleneğinde var olan bir uygulama da sofra duaları. Ortak yönleri olmayan toplumlarda bile paylaşılan bir özelik olduğuna göre, bir hikmeti var mutlaka. Bu dualar, sofranın kutsallığını, bereketini vurguluyor ve bunun için duyulan şükranı belirtiyor. Herhangi bir dine ait olmaları gerekmiyor; herkesin kendi dilinde, bereketli bir sofra başında, sağlıkla yemek yiyebilmeyi dilemesi yeterli.

Sofraları şenlendirme ve farklı tarzlar yaratma konusunda da önerim, hemen her tür sofraya yakışan detaylar; mumlar, çiçekler ve tütsüler. Bunların hepsi bir arada çok abartılı gelebilir size ve bazı sofralar bir tanesini bile kaldırmayabilir ama aralarından yerine göre seçilmiş bir tanesi veya bunlardan oluşturulmuş bir karışım, sofraya mutlaka özellik katacaktır. Düşünsenize, iki üç küçük tabak ve bir fincandan oluşan bir kahvaltı tepsisini bile keyifli bir sofraya dönüştürebilen, üzerinde yer alan tek bir gül değil midir? Aydınlatmanın türü ve yemek süresince çalınmak üzere seçilen müzik de sofra kurma sanatının inceliklerinden. Sofraları keyif ortamları haline dönüştürmek için, masadaki yiyecekleri rahatça görmenizi sağlayacak kadar aydınlık, ama sofranın atmosferini bozmayacak ölçüde de loş bir ışık dengesi oluşturmak çok önemli. Doğru seçilmiş bir müzik parçasının, sohbeti bastırmayacak kadar yumuşak ama ne olduğu anlaşılacak kadar da yüksek düzeyde fonda yer alması gerekiyor.

Sofralar insanları doyurmak için kuruluyor; kimi zaman karınlarını doyurmak için, kimi zaman da ruhlarını. Bu yüzden, her şeyden çok sofraların tadını çıkarmayı, sofralardaki sohbetin kıymetini bilmeyi, mümkün olduğunca gönlü bol sofralar kurup keyfi yerinde sofralara katılmayı bilmek gerekiyor.

Güzin Yalın

Bu yazı Güzin Yalın’ın Ruhun Gıdası Kitaplar tarafından basılan Mutfaktan, Tabaktan, Sokaktan adlı kitabından alınmıştır

Özet
Bin Bir Çeşit Sofra
Başlık
Bin Bir Çeşit Sofra
Açıklama
Yemek dünyasının, üzerinde sohbet ettiğimiz çeşitli boyutları arasından özellikle bir tanesi bana işlevsel öneminden daha fazla, taşıdığı sembolik anlamdan ötürü çok özel görünür; sofra. Neden derseniz, “sofra yalnızca gıda maddelerinin tüketildiği bir ortam veya üzerinde yemek yenen bir mobilya parçası olmadığı için” diye yanıtlayabilirim sizi; ancak daha detaylı bir izahat için, konuyu biraz daha derinleştirmek gerekir.
Yazar
Yayıncı
Gidivermek
Yayıncı Logo

1 Yorum

  1. Selda Güleç

    Sofralar için söylenecek her şeyi söylemiş sevgili Güzin Yalın.. Müthiş.. Ruhumu besleyen, yaptığım işleri kendimce kutsamama sebep olan bu güzel yazı için teşekkürler..

Yukarı