‘’Kusursuz arınma, ancak yaşamı kanla yazılmış bir şiir dizesine dönüştürerek mümkündür’’
Yukardaki dizeler seksene yakın öyküsü, yirmi romanı, otuzdan fazla tiyatro oyunu yazan ünlü Japon edebiyatçı Yukoi Mişima’ya aittir. Bu yazıda, incelemekte olduğum Mişima’nın Dalgaların Sesi romanının içinden alıntı yaparak aslında kitabın tümünde görülen Japon kültüründeki kadın-erkek ilişkisi ve toplumun bakış açısı üzerine kısa analizimi yapacağım. Ama öncelikle romanları kadar ilginç bir yaşam hikayesi olan Yukoi Mişima’yı size biraz tanıtmak isterim.
Yukoi Mişima kimdir?
1925 yılında doğan Mişima, yazarlığının doruğunda bir edebiyatçı, kılıç ve dövüş ustası bir samuray olmasının yanı sıra oyunculuk ve fotomodellik yapmıştır. Doğduğu yer olan Yotsuya-ku ve büyükannesiyle büyümüş olmasının getirdiği etkilerle aşırı sağ görüşü benimser. Çocukluğunda sadece kız çocuklarıyla oynamasını izin veren büyükannesi ile bir süre yaşadıktan sonra 12 yaşında ailesinin yanına döner. Askeri disiplini ve samuray geleneklerini sürdüren bir aile yapıları vardır, bundan dolayı Mişima samuray geleneklerini benimseyerek büyür. İkinci dünya savaşı sonrasında Japonya’nın “modernizm” adı altında yozlaştığını düşünmekte ve ülkenin eski Samuray geleneklerine göre yönetilmeye devam etmesinin ateşli savunucusudur.
Mişima’nın seksene yakın öyküsü, yirmi romanı, otuzdan fazla tiyatro oyunu mevcuttur. Denizini Yitiren Denizci, Dalgaların Sesi, Bir Maskenin İtirafları, Bereket Denizi dörtlemesi ve Yaz Ortasında Ölüm gibi kitapları da Türkçeye çevrilmiştir. 1948 yılında yayınlanan ilk romanı Hırsızlar ile tanınsa da ona yaşadığı dönemde sükse yaptıracak ve Japonya’nın en ünlü yazarı olmasını sağlayacak Bir Maskenin İtirafları adlı otobiyografik eseri olmuştur. 23 yaşında yayınlanan bu eseri, intihar düşüncesinin, modern dünyanın uzağında bir görüşün ve farklı cinsel temaların işlenişiyle dikkat çekmiştir.
Mişima üç kez Nobel Ödülüne aday gösterildiği halde ödül, en yakın arkadaşı Kawabata’ya gider. Ödülü alan Kawabata şöyle der: ‘’Ödülü hak eden Mişima’ydı. O, dünya çapında üç yüz yılda bir doğan dâhilerden biri, benden çok daha yukarılardadır.’’
Mişima Japon değer ve geleneklerine adanmış aşırı sağcı milis bir örgüt olan Tatenokai üyesidir, hatta kurucusu olduğu söylenir. Tatenokai üyeleriyle beraber 5 Kasım 1970’te Japonya Silahlı Kuvvetlerinin Tokyo’daki Ichigaya Kampını ziyareti sırasında Komutanı rehin alır. İmparatorluğun haklarının yeniden tesis edilmesi için hazırladıkları manifestoyu ve taleplerini okuduktan sonra, Mişima ‘seppuku’ yaparak intihar etmiştir. Tatenokai üyelerinden bir arkadaşı ise intiharın tamamlanması için Mişima’nın başını kılıçla keser.
Seppuku nedir?
Seppuku aynı zamanda hara-kiri, kelime anlamı karnı yarmak olarak bilinen bir çeşit samuray geleneğinde olan intihar biçimidir. Samurayların yenilgi sonucunda hayatta kaldıysalar yapmaları gereken bir eylem olarak gördükleri aksi halde has bir samuray olamaz. Zaman içerisinde “seppuku” yapmanın verdiği acıyı önlemek için intihar eden samurayın en yakın arkadaşına karnı kesme işlemin sırasında kafasını kesme görevi verilmiştir. Bu görevi yapan kişilere “kayşakunin” denilir. Seppuku yapacak olan şahıs öncesinde banyo yapar, beyaz giyinir ve en sevdiği yemeğini yer, hazır olduğu zaman bıçağı karnına saplar, sağ-sol hareketleri yaparak diyaframını ve midesini parçalar sonra da kayşakunin kellesini uçurur.
Mişima’da aynı şekilde yapmış ve hayatını sonlandırmıştır. Birçok arkadaşı Mişima’nın ölümünü 1 sene öncesinden planladığını ve buna yönelik yazılar yazdığını söylerler. Mişima’nın yazılarının çoğunun ölüm ve ölümün getirdiği haz duygusu ve bilinmezliğin heyecanı üzerine yazılı olması aslında ölümü ne kadar kutsal olarak gördüğünü bir göstergesidir.
Japon kültüründeki kadın-erkek ilişkisi ve toplumun bakış açısı üzerine
‘’ Kumluk yerlerde gezinen bu balıkyılanları, Yohiro yakınlarındaki sığ sularda görülür, avlanmaları özel bir beceri isterdi. Bunun için bükülebilir bir bambu kamışından yararlanılırdı. Deniz dibindeki balığın ardına düşmüş bir kuşun avlanma teknikleri taklit edilerek bambunun ucuna tüyler takılırdı. Ondan sonrası artık bir an meselesiydi.
‘’Evet, haklısın,’’ dedi annesi. ‘’Yılanbalığı avı tam bir erkek işidir.’’
Hiroşi, annesi ve Şinji arasında geçen konuşmayla ilgili değildi, on gün sonra yapılacak okul gezisinin düşünü kuruyordu. Hiroşi’nin yaşındayken Şinji okul gezilerine katılamayacak kadar yoksullardı, onun için şimdi kendi kazancının bir kısmını Hiroşi’nin gezisi için ayırmıştı.
Üçü mezar ziyaretini bitirdikten sonra Şinji, denize açılmak için hazırlıklara yardım etmek üzere tek başına, dosdoğru kumsala indi. Annesi eve gidip tekneler denize açılmadan ona yemeğini getirecekti. (syf 41) ‘’
Yukio Mişima, Dalgaların Sesi adlı kitabında bir ada hikayesini kaleme almıştır. Ultajima adasında geçen hikâye ana karakter olan Şinjinin günlük yaşamı ve hayata kalma çabasını anlatır. Romanda aynı anda, Şijinin Hatsue adında bir kıza aşık olması ve aralarındaki aşkı ve engellere rağmen kavuşmalarını anlatır. Romanın içerisinde Şinji ve Hatsuenin aşkı anlatılırken adada yaşanan olaylar ve balıkçılığın kutsallığı da anlatılır. Roman betimleyici ve yalın bir dille yazılmıştır. Diyalog teknikleri ve geriye dönüş teknikleri de çokça kullanılmıştır. Dalgaların Sesi romanından alıntı yapılan yukardaki pasaj Hiroşi’nin (Şinjinin kardeşi) okul gezisine gitmesi için hazırlıklara başlamasıyla ilgilidir.
—
Öncelikle, bu pasajı ve kadın-erkek arasındaki ilişkiyi yorumlarken ada hayatının getirileri ve ada-şehir hayatlarının arasındaki farklılıklarını da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Ada yaşamı geleneksel ve köklüdür. Ada da yaşayan toplumlar genellikle ana karadan uzak ve izole bir yaşam sürdürür, bu da gençlerin içine kapanık olmalarına neden olur. Gençler, kültürel normların ve geçmişten gelen algıların baskısı altında büyürler.
Geleneksel değerler ve görenekler, gençlerin davranışlarını ve düşünme biçimlerini yön vermeye başlar ve bu durum, gençlerin adadaki gelenekleri göz önünde bulundurarak hareket etmelerine ve dış dünya ile daha az etkileşimde bulunmalarına yol açabilir. Aynı zamanda izole bir şekilde yaşamları adadaki insanların birbirleriyle daha sık etkileşimde bulunmalarına ve iletişimlerinin yoğun olmasına sebep olur.
Küçük toplumlar halinde yaşamaları, adada olan her şeyin hızla konuşulmasına ve herkes tarafından eleştirilmesine yol açabilir. Beraberinde de her adımın izlenmesi ve yapılan yanlış bir hareketin toplum tarafından değerlendirilmesi gibi bir baskı da oluşturabilir. Bu durum, adada yaşayan gençlerin ve çocukların davranışlarına daha dikkatli ve geleneklere uygun davranmalarına zorlar. Burada da, ada olgularıyla beraber alıntı yapılan pasajda, kadın-erkek ilişkisi ve toplumsal bakış açısı, ada gelenekleri ve görenekleri üzerinden gösterilmiştir.
—
Alıntı yapılan pasajda, kadın ve erkek rolleri belirli kalıplar ve normlar üzerinden şekillendiğini görüyoruz. Öncelikle, yılan balığı avının ‘tam bir erkek işi’ olarak söylenmesi adadaki insanların erkekler hakkındaki stereotipik düşünceleri belirtir. Bu tür faaliyetlerin erkeklerin yapması okuyucuya, onların kadınlardan daha güçlü, yetenekli ve daha cesur olarak görüldüğü ile ilgili bir algı yaratır. Adadaki toplumun bu beklentileri erkek çocuklarının, geleneksel ve sanatsal faaliyetler yerine daha çok ‘erkeksi’ yani av ve çokça hareket barındıran işlerle ilgilenmeleri gerekiyormuş gibi bir baskıcı olgu oluşturur çünkü adadaki insanlar kadınları fiziksel ve ruhsal anlamda bu faaliyetlere yeterli görmez.
Öte yandan, Şinji’nin annesinin onu okul gezisine götüremeyecek kadar fakir bir durumda olması ve kendisine iyi bir iş bulamaması onun toplumda cinsiyet ayrımcılığına uğradığını ve bundan dolayı kolaylıkla iş bulamadığını anlayabiliyoruz. Yaşadıkları toplumda erkeklerin daha fazla sorumluluk alması, aileye katkıda bulunma ve birçok faaliyete katılma hakkının daha fazla olması kadınların arka plana atılıp yapabilecekleri iş imkanlarının kısıtlandığını çıkartabiliriz. Bu durumda kadınların ve özellikle Sinji’nin annesi gibi dul kadınların ailelerine ekonomik katkıda bulunmaları veya belirli faaliyetlere erişim sağlamaları desteklenmediği için, zor bir şekilde geçindiklerin söyleyebiliriz.
Ayrıca, pasajda annenin denize açılacak olan oğluna yemek getirmek gibi daha geleneksel bir görevi üstlenmesi de kadın ve erkek arasındaki rollerin belirlenmesine örnek olabilir. Kadınların genellikle aile içinde bakım, temizlik ve yemek gibi görevlerini üstlendiği algısına da bu pasajdan çıkartabiliriz. Ancak bu pasajdan sadece kadın ve erkek arasındaki ilişki değil erkekler arasındaki dayanışma ve rollerin paylaşımı da belirtilmiştir. Örneğin, Hiroşi’nin Şinji’nin okul gezisi için kendi kazancının bir kısmını ayırması, cinsiyetler arası dayanışma ve destek gibi olumlu bir yönü yansıtır. Gelenekler dışında, iki kardeşin birbirine destek vermesi toplumda aslında abi-kardeş ilişkisinin ne kadar değerli görüldüğü ve önem verildiğinin kanısına varabiliriz.
Alıntı yapılan pasajda kadın-erkek ilişkisi, aralarındaki eşitsizlik, toplumsal normlar, geleneksel roller ve beklentilerin güçlü bir şekilde vurgulandığı bir yapı üzerine kurulu olduğunu söyleyebiliriz. Bu, belirli cinsiyetler aracılığıyla yüklenen rollerin toplumsal önyargılarla şekillendiğini ve bazı aktivitelerin ve sorumlulukların cinsiyet farklılığı ile ilişkili değiştiğini de gösterir. Ancak, bireyler arasında dayanışma, destek ve anlayış gibi unsurlar da metinde belirgin bir şekilde hissedilir, bu da geleneksel rollerin dışında farklı ilişki dinamiklerinin var olabileceğini anlatır.
Lorin Petra Çalıkuşu