FİL

9 Kasım 2022

Görüntülenme Sayısı: 86

Mamut soyundan gelen filler yaşantımda beni hep sihirli bir dünyaya götürmüşlerdir. Filler dünyasında daima yavaş hareketler vardır, ormanların en kuvvetli hayvanları olmalarına rağmen, hüzünlü bakışları ve uzun hortumları, cüsselerine göre çok kısa garip kuyrukları ile sanki Alâaddin’in sihirli lambasından çıkmışlardır. Fillerin o ağır ve çevik olmayan görüntüleri sanki  ağır bir yük taşıyorlar izlenimi uyandırır.

Çocukluğumun bazı çizgi romanlarındaki sempatik filler ile şimdilerde seyrettiğimiz belgesellerdeki filler arasında çok fark vardır. Masalsı havaları ve üzerinde süsleri olan renkli giysileri ile fillerin görüntüsü büyüleyicidir. Filler ile ilgili en çocuksu hayalim Jumbo uçan fille ilgili olanıdır, ben de onunla maceralara atılma isteğinde olurdum. Çocukluğumda abimin bir mizah defteri vardı, içinde filler ile ilgili çok komik bilmeceler olduğunu anımsıyorum:  Kokulu file ne denir? “Karanfil”, delikli file ne denir? “File”,  fil orkestrası, “Filarmoni”, düşünen fil ise “Filozof”. Evimizde annemin büyükten küçüğe sıralanan camdan yedi süs fili vardı, gençken bana da çok minicik uçuk mavi cam filler hediye gelmişti, hala çekmecelerimin birinde dururlar. Fil, Afrika ve Asya’da kutsal hayvanlardır, belki de bu nedenle şans getirsin diye böyle biblolar edinilirdi.

Fiiler, Afrika savanlarındakiler, Afrika ormanlarındakiler ve Asya filleri olarak üç türe ayrılmaktalar. Hindistan ve Sri Lanka’da yaşayan Asya filleri yuvarlak kulaklı ve daha küçükler. Asya filleri yaprak dökmeyen ağaçlarla kaplı tropikal ormanlarda deniz seviyesinin çok üzerinde yaşarlarken Afrika filleri çalılıklarda ve kurak alanlarda da yaşayabiliyorlar. Yedi tona kadar varabilen ağırlıklarıyla karada yaşayan en ağır hayvan olmalarına karşın ağırlıkları ikiyüz tona varabilen mavi balinalarla rekabet edemiyorlar. Afrika fillerinin alınları daha düz ve dolgun, Asya fillerininki ise daha çıkıntılıdır. Fillerin dost ve düşmanlarını unutmadıklarını ve uzun süreli belleklerinin çok güçlü olduğunu bilmekteyiz. Yirmi üç yıl önce sirkte tanışmış Jenny ve Shirley isimli filler yıllar sonra ilk kez karşılaştıklarında birbirlerini tanıyıp heyecanla kucaklaşmışlardır. Filler aynı zamanda farklı dilleri de ayırt edebilirler. Korece birkaç kelime konuşabilen Kaskik isimli bir filden bahsedilmektedir.

Fillerin hortumları çok güçlüdür ve çok beceriklidir. Hortumlarını nefes almak, koklamak, beslenmek ve su içmek için kullanırlar. Hortumlarıyla bir ağacı kökünden sökebilirler ve yıkanırken de hortumlarını duş gibi kullanabilirler. Fillerin en yakın akrabaları yaban fareleridir.

İngilizcede “elephant in the room” (odadaki fil) deyimi “görüp de görmemezlikten gelme”, ya da “bir şeyi bilip de bilmemezlikten gelme”  anlamında şiirlere konu olmuştur. Fil, mekânları ve kişileri unutmaması nedeniyle belleği kuvvetli kabul edilir, bu nedenle güçlü bellekli insanlara “fil bellekli” denir. Filler uzun süre belleklerinde tuttukları bu bilgileri tepkileriyle nesilden nesile de aktarmaktadırlar. Fillerin diğer pek çok hayvan gibi sirk ve panayırlarda eğitilip sergilenmeleri ve kendi doğal yaşamlarından koparılarak ehlileştirilip sömürülmeleri can acıtıcı ve hayvan hakları açısından insanlık dışıdır. Yerden yayılan sismik dalgaları ayak tırnakları veya kulaklarındaki algılayıcılarla fark ettikleri, fırtınaları kilometrelerce uzaklıktan duyabildikleri düşünülmektedir.. Aynı zamanda yüzmeyi çok severler ve hortumlarıyla su fışkırtarak suda birbirleriyle oyunlar oynarlar. Ölmekte olan hasta veya yaşlı fillerle ya da annesiz bebek fillerle yakından ilgilenirler ve yardım ederler. Filler aile üyelerinden biri öldüğünde travma sonrası stres belirtileri gösterirler. Yaşlı filler çok değerlidir, onlarla gençler arasında adeta nesiller arası geçişler yaşanmaktadır.

Benim yıllardır çocuk ruh sağlığı alanında çocuklara uyguladığım psikolojik incelemelerde ve oyun terapilerinde filin değeri ve çocukla ilgili verdiği bilgiler çok önemlidir. Bir projektif testteki fil hikâyesinde çocuğun filin hortumuna veya kuyruğuna dair verdiği yanıtlar onun hangi ruhsal döneme, ruhsal aygıta ve nelere gönderme yaptığını belirlemektedir. Oyun terapilerinde kadifeden el kuklası fil, çocuk tarafından nesne olarak seçildiğinde o kendi dünyasında yarattığı öykülerle hem terapiste ilerleyeceği yolda ipuçları verir, hem de bu oyunla ruhsal dünyasında boşalım, rahatlama yaşar. Çocuk resimlerinde ve oyunlarında filin hortumu ve kuyruğuna dair verilen tepkilerin psikanalitik bakış açısından kastrasyon kompleksine gönderme yaptığı düşünülür, bu durumda kurallar ve yönetilme/yönetme sorunları önemlidir.

Fillerin politik amblemlere de ilham kaynağı olduğunu bilmekteyiz , örneğin Amerika’daki cumhuriyetçi parti ambleminin fil olması da çok ilginçtir. Diğer yandan Fransız sosyalist partisinin önde gelenlerinin de “Filler” olarak adlandırıldığı bilinir.

Filler ilginç görüntüleri nedeniyle sanat dünyasına ilham kaynağı olmuşlardır. Sürrealizmin öncülerinden Salvador Dali’nin 1948 yılında yaptığı “Elephants/Filler” adlı tablosunda bir çölde güneş batmak üzeredir (İspanya’daki Tabernas  çölü olabilir). Resmin tabanındaki çölde kanatlı bir kadın ve bir erkek yer almakta, kadın erkeğe doğru koşmaktadır. Yukarı kısımda ise incecik iskelet bacakları üzerinde karşılıklı duran iki fil görmekteyiz. Burada bir zıtlık vardır, filin ağırlığı nedeni ile bu kadar ince ve uzun iki çift bacağın üzerinde durması olanaksız olup, gerçek dünyada oldukça güçlü olan fillerin yüklerinin fiziksel değil ruhsal olabileceği çağrıştırılmaktadır. Fillerin sırtlarındaki işlemeli örtüler ve dört taraflı yüksek dikilitaşlar yüklerinin çokluğunu ifade etmektedir. İki filden sağdaki insan figürlerine gülümseyerek bakmaktadır. Erkekliğin hâkimiyet olduğuna dair gönderme yapılmaktadır. Dali bu eserini oluştururken çok sevdiği heykeltraş Gian Lorenzo Barnin’in “Les Enfants” (Filler) isimli eserinden etkilenmiştir.

14. İstanbul Bienali’nde, “Tuzlu Su” başlığı ile Adrian Villar Rojas’ın, Troçki’nin bir zamanlar kaldığı evin deniz kıyısında, su içinde hayvan figürleri sergilenmişti. Bunlardan en şirini ve anlamlısı da beyaz bir fildi.  Metruk ama tarihi değeri olan bu evin kıyısındaki hayvan heykelleri sanki bu yıkık evi canlandırmak için gelmişlerdi. “The most beatiful of all mothers” (Tüm anaların en güzeli) isimli bu çalışma bienalde epey ilgi çekmişti. Heykeltraş  Rojas “Bu heykellerin denizin gözleri olmasını ve bizi izlemelerini istedim. İnsanların zalimliği, aslında doğanın zalimliği, tesadüfler ve hayvanların masumluğu” yorumunda bulunmuştu.

Edebiyat dünyasında ise Lafontaine’in XV. Fabli olan “Fare ile Fil” öyküsü, farenin kral ve kraliçe dâhil herkesin filleri değerli buluşunu anlayamaması üzerinedir.  Bu duygusunu yansıtıp “Ben de fil kadar önemliyim” dediğinde kedinin onu kovalaması üzerine filin değerini ve asla aynı önemde olamayacağını anlar. Jose Saramago’nun 2008 yılında yayınladığı “Filin Yolculuğu” isimli tarihi romanında Lizbon’dan Viyana’ya giden Süleyman isimli bir filin ve bakıcısı Subhro’nun 16.Yüzyılda geçen macera dolu yolculuğu anlatılır. Bu fili  Portekiz kralı III. Jean, Habsburg arşidükü II. Maximillian’a  hediye etmiştir. Bin beşyüzlü yılların ortalarında Avrupa mezhep çatışmaları nedeniyle iç savaşlar yaşarken, Arşidük ve karısı Avrupa’yı Lizbon’dan Viyana’ya kadar maceralı bir şekilde katederler. Peter Carnavas’ın dokuz yaş üstü için yazıp resimlediği “Fil” adlı kitabı,  annesini kaybeden bir çocuğun, babası ve ona eşlik eden fil ile olan ilişkilerini, filin ağır ve üzgün olarak babasının gölgesi olması halini ve çocuğun bu üzüntünün simgesi olarak gördüğü filden, üst kuşaklardan yardım isteyerek kurtulma çabaları çok hoş bir dille anlatılır.

Tarihte,  M.Ö. 218’de, II. Pön savaşında  Kartaca’lı komutan Hannibal’in, 37 tane savaş fili içeren güçlü ordusu ile Güney Fransa’dan gelerek Alp dağlarını aşıp Kuzey İtalya’ya uzanan ve on beş gün süren yolculuğunun sonunda elinde sadece bir tek fil kalmıştı. Hannibal M.Ö 202 yılındaki çarpışmada ise 80 tane savaş filine sahipti ve filleri korku unsuru olarak kullanıyordu.  Fillerin dini önemi Afrika’da sadece totem ile ilgilidir, oysa Asya’da simgeseldir. Sumatra’da filler yıldırım ile ilişkilendirilir, Hinduizmde tüm fillerin atası olan Airvata şimşek ve gökkuşağı olarak betimlenir. Yarı fil yarı insan görünümlü Hindu tanrılarından Ganeşa’nın ise insanlara şans ve başarı getirdiğine inanılır. Budistler ise Buda’nın yeniden doğduğunda beyaz bir fil olduğuna inanmaktadırlar.

İlk olarak Hindistan’da ortaya çıkması nedeniyle satranç oyunundaki fil taşı güçlü bir taş olup önemli bir değerdedir. Piyonlar gibi tek tek hareket etmezler, çapraz ve istedikleri kadar ilerlerler. İngilizler bu taşa “bishop” (piskopos) demişlerdir. Eski Fransızcada fil sözcüğü fonetik olarak “fol” u çağrıştırdığından Fransızlar bizim fil dediğimiz taşa “deli” (folle, fou) demektedirler.

Yönetmenliğini David Lynch’in yaptığı 1980 yapımı “Fil Adam” filmi gerçek bir hikâyeden esinlenerek çevrilmiştir. Başrollerini John Hurt ve Anthony Hopkins’in paylaştığı film Bafta ve Cesar ödülleri almıştır. Dr. Frederick Treves 1880’lerin Londra’sında, gezici bir sirkte “Fil adam” lakaplı, anormal görüntüsü olan John Merrick’e rastlar. Annesi fil tarafından tecavüze uğramıştır ve dış görüntüsü bir sirkte sergilenecek kadar kötü olan bu kişinin son derece duyarlı ve insancıl kişilik özellikleri olduğunu gören Dr. Treves onu sirkten kurtarır ve hastaneye yatırır. Filmin müziğini John Morris “The Elephant Man” ismiyle yayınlamıştır. Bu müziğin filmin trajik öyküsü ile çok iyi örtüşmesi filmi daha da etkileyici hale getirmektedir.

Filler, çocukluğumun güzel ve renkli anılarında, duygusal, hüzünlü yüzleriyle, yavrularını hortumları ile şefkatle beslemeleriyle capcanlı yaşamaktalar. Onların dişleri için avlanmaları veya sirklerde kullanılmaları beni dehşete düşürüyor. Nesilleri gittikçe tükenmekte olan bu hayvanlar, tarihi değerleri bir yana, sadece kendilerini koruma çabaları nedeniyle saygıyı fazlasıyla hak etmekteler. Bu yönüyle baktığımızda insanoğlunun hayvanlara yaptığı eziyetlere dur demenin önemini bir kez daha anımsıyoruz.

Füsun Aygölü

Yukarı