(…)” Dipteki kapıdan bir serinlik yaladı geçti ortalığı.”(…)
‘Yerçekimsiz bir ortamda bulundunuz mu?’ desem pek çoğumuz hiç düşünmeden ‘hayır’ diyecektir muhtemel. Büyük şehirlerde ve şimdilerde özellikle bilim müzelerinde oluşturulmuş böyle alanlar var. Deneyimlemek mümkün bu olayı. Nasıl bir his, uzayda olmak nasıl bir şey, dünyada içine doyduğumuz haller ne, hiç düşünmeden üzerinde kafa yormadan yaşayıp gitmek nasıl bir şey… Uzayıp gider bu cümleler… Ben size yeniden sorayım ‘yerçekimsiz bir ortamda bulundunuz mu?’… Biraz düşünün yanıt vermeden…
Okumak, özellikle kurgu bir metin okumak, kendinize yerçekimsiz bir ortam yaratmak değil midir, bir düşünün. Herkesten ve her şeyden soyutlanıp o evrende oradan oraya kendi hızında ve yüksekliğinde dolanabilmek değil mi?…
Onat Kutları’ın ilk baskısı 1976’da yapılan İshak kitabı da işte o yerçekimsiz ortamlardan biri. Öykü kitabı İshak… Hepi topu dokuz öykü… YKY tarafından yayınlanan bu kitapta bir de yazarın kaleminden 1977 yılında çıkmış bir ‘önsöz’. İkinci baskısı yapılırken yazmış Onat Kutlar bu yazıyı. Öyküleri okumdan önce bu satırları okuyun derim.
Şöyle yazıyor Onat Kutlar- On Yedi Yıl Sonra* ara başlığı ile- bir yerinde bu önsözün: “İshak, bir Anadolu kentindeki gerçeklerin ne yorumudur ne sorunlarının çözümü. Küçük, alçakgönüllü kesitlerdir bu öyküler. O kenti tanımaya çalıştım yıllar önce. Mevsimlerine, yapı taşlarının çeşitlerine, toprağının kokusuna ve tüm sokaklarına, insanlarına, çocuklarına dikkat ettim. Avcının iyisi uçanı vurur. İyi öykücü, akıp giden zamanın ritmine onu durdurmadan kalemini uydurandır. Bir süre birlikte döner o çarkla. Ve bir ölü noktayı geçince bırakır. Öyle gördük ustalarımızdan. Adımız da Hıdır.”
Bir dil ustası Onat Kutlar… Bu öykülerde muhtemelen kalın kalın altını çizeceğiniz cümleler öyle kuvvetli ki, içlerinde hepimizin yeniden ve yeniden yazdığı öyküleri/ hikâyeleri de besliyor. Hem de ne beslemek…
(…) “Çocuk büyük bir yastığa dayanır gibi serin bir yaz gecesine dayandı.”(…)
Öykülerin çoğunda mekânlar ve kişiler hem belirsiz hem de çok tanıdık. Çünkü Onat Kutlar, izleyip özenle ve dikkatle tanımaya çalıştığını kaleminin ucundan dökmüş kâğıda… Öyküler, kısa sayılacak cinsten. Bu karşılık üzerinde haylice zaman düşünülecek de… Satırların ardı ardınca önce zihninize sonra ruhunuza işleyen cümleler çok kuvvetli. Öykünün az sözcükle çok şey anlatma özelliğine tabiri gereği tam oturmuş. Usta işi… Yazmış ya Onat Kutlar ‘Adımız da Hıdır.’… Tam bu özelliğe bir örnek size: “Sonra, telaşlı adımlar, rüzgâr ve hop… ayna.” İşte mesela bu cümleyi okuduktan sonra bir öykü de kendinize fısıldamadan edemezsiniz. Öykücü olmanıza gerek yok. Kendi hayatınızdan bir ‘an’ı hatırınıza getirmeniz yeter. Öykünüz kendiliğinden dökülür ortalığa. Başkası duymasa da okumasa da dinlemese de olur.
Hikâye, kelime dağarcığını genişletir okundukça… Kelimelerin sayısı artıkça hayal gücü de artar. Kelimeleriniz ne kadar çoksa o kadar güvenirsiniz kendinize, yazmasanız bile konuşurken. Cesareti biraz ağır basanlar yazar bile. En azından günlük yazarlar… Onat Kutlar, her öyküsünde mutlaka şimdiye kadar duymadığınız ya da belki unuttuğunuz onlarca kelimeyle böyle de bir selam duruyor kelime zenginliğine giden yola. Hele oluşturduğu imgelerle gücümüze güç katıyor 2bir anlam piresi’ diyerek mesela… ‘ılgara kalkma’nın ne demek olduğunu elbette merak ediyorsunuz ve sözlüğe gidiyor eliniz ve elbette yüzünüzde bir gülümseme, gözlerinizde bir ışıltı beliriveriyor.
Bir günün akşama dönüşünü ya da geceye hazırlığını anlatmanın anlatabilmenin ben diyeyim yüzlerce siz deyin belki de binlerce cümlesinden biri göz hizanıza düşer ‘Dışarıda gün pencereye değin açıldı. Duvara kavuniçi bir pencere çizdi. Kavuniçi pencere ağır ağır döndü, duvarda yürüdü, köşeye geldi.’ Bu gün dönümünü yaşarsınız her neredeyseniz. Bir yaşanmışlığınız mutlaka iz düşürür işte bir cümle daha…
(…) “Üşüdüm. Kafam binlerce lirayı yanlış saydığını fark eden bir veznedarın kafası gibiydi.” (…)
İnsanı; doğanın bir parçası olarak gösterir haklı ve bilinçli olarak. İnsan doğayla ne kadar barışık olursa o kadar vardır. Yolculuklar, soğuklar ya da sıcaklar, ağaçlar, otlar ve elbette hayvanlar…. Kediler, atlar ve kuşlar… Özellikle de kitaba adını veren İshak( kuşu)…
Tuhaftır insanın hayvanlara bakışı… Onların var olma sebeplerini hep kendine yontuşu. Bir çocuğun gözünden ve dilinden kimi zaman, kimi zaman da yetişkinin dilinden bu farklı bakışları kelimeler dökmüş Onat Kutlar… Baktığınızda aslında bütün öykülerde Anadolu’nun bir yerinde insanın sadece insanla değil doğa ve hayvanlarla olan imtihanı var. Yakaladığı ve artık okuyana emanet bu öykülerde içinizi ‘cız etti’recek öyle kuvvetli cümlelerle karşılaşacaksınız ki kendinizi ‘ayna’nın karşısında bir kez daha sorgulayacaksınız. Muhtemel “ küflenmiş bir limon gibi tatlı-sert, tedirgin” hissedeceksiniz.
(…) “Sen bana deli diye bak. Her şey çözülür.” (…)
Yazar, kurgu metnini yazarak -öykü ya da roman- bir cesaret kuşanmıştır. Zira yayınlandığı andan itibaren her şeyi göğüslemek zorundadır. Sadece olumsuz değil olumlu eleştirileri de göğüslemek başak bir sanattır zira… Deli işidir yazmak hele hikâye yazmak. Tanımaya özen gösterdiğiniz ve bir yerinde yüreklice durduğunuz hayatı o ‘ölü noktayı geçince’ anlatmayı da bıraktığınız öykülerle bir yerden bir yere taşımak gerçekten deli işidir. Onat Kutlar İshak’ta, delilik halini bize öyle bir sunmuş ki, yirmili yaşlarında kaleme aldığı bu satırlarla hâlâ ne kadar genç ve bizimle olabildiğini de tarihe düşmüş.
(…)” Tuhaf bir yaratıktır bu İshak. Yıllardır bir işi var. Aylı gecelerde ağaca konup yeryüzünü gözetler. Tahtakuruları gibi alışkanlıklarının alçak duvarları arasında yaşamayı seven bir yığın insanın çekip iyimser bir çamura batırdığı teraziyi dengede tutmaya çalışır.” (…)
Üzerinde onlarca yıl geçmiş yazılışının ve yayınlanmasının üzerinden. Şimdi tekrar ve tekrar okunmasının zamanı değil mi…
Küçük bir notla bitsin bu yazı; hemen üzerine Bahar İsyancıdır’ı da çekin alın kitaplığınızın rafından. Hatırlanması gereken ne çok şey var….
İshak, Onat Kutlar, Bütün Eserleri/ Öykü,YKY,
Banu Gümüştüs