Nepal Rüyası

15 Kasım 2022

Katmandu ile başlayıp Himalaya dağ köylerinde devam eden, Pokhara ve tekrar Katmandu ile biten. Çok özel, mutlaka gidilesi, görülesi, yaşanası..  Adımınızı attığınız andan itibaren şaşırtası.  Nepal.. İnançlarıyla, her tür yokluğa rağmen mutlu yüzleriyle, sevgi ve uyum içerisinde yaşamlarıyla, hayatı basite alışlarıyla, geleni kabul eden, ölümü de yaşamın bir parçası olarak görüp kutsayan güzel insanların dünyası, mutlaka GİDİVERMELİ!

Nepal seyahati hem bir yol, hem de insanın içine doğru bir yolculuk.  Gidene kadar, orada zaman geçirene kadar, ne okuduklarınızdan ne de gördüğünüz fotoğraf ve videolardan anlamanıza pek imkan yok.  Katmandu havaalanına vardığınız andan itibaren içine düştüğünüz tarifsiz duygular “Niye geldim ben buraya?” sorusuyla başlayıp, döneceğiniz ana kadar yüzlerce farklı soru sorduruyor insana ve geri dönerken içinize düşen özlem, “İlk fırsatta tekrar ne zaman gelebilirim?” sorusuyla bitirmenize neden oluyor seyahatinizi.

Caddeleri aşıp otelinize varmaya çalışırken, sayısı belli olmayan motosiklet ve otomobil kargaşasıyla kuralı olmayan ama akan bir trafiğin içinde kalıyorsunuz, sanki bir daha hiç çıkamayacakmışsınız gibi.

Otelinize yerleşip sokaklara adımınızı attığınız andan itibaren her şey çok şaşırtası. Rengarenk giyinmiş, iki kaşı arasında bazen kırmızı, bazen sarı boya sürmüş, alınlarına üç beyaz çizgi çizerek dolaşan insanlar, kırık dökük tezgahlarına çiğ tavukları bütün bütün dizmiş, kırmızı et parçalarını yan yana sıralamış müşteri bekleyenler, her renkten düz ve desenli kumaş satıcıları, sepetçiler, dua bayraklarını ve çanaklarını ellerinde taşıyarak satmak için yanınıza yaklaşanlar, derin kazanlarda siyaha dönmüş kızgın yağa atılan hamur işi yiyecekler, bisikletlerine bağladıkları ağlar içine kilolarca meyve sığdırmış sokak aralarında dolaşan, cadde köşelerinde bekleşen insanlar, tüm bu hengamenin içinde yerlerde huzurla uyuyan köpekler, ağaçların, duvarların üzerinden önünüze atlayıveren, buraları bizim oluyor edası ile etrafta rahatça dolaşan barışçıl maymun aileleri ve daha neler neler…

Ve tabi tapınaklar..

Her yerde, en çok da tepelerde! Yukarılardan aşağılara doğru ruhani bir egemenlik var buralarda, hatta tapınakların tepesine çizilmiş bir çift göz devamlı izliyor sanki insanları. Gotama Buda’nın kucak dolu sevgisi, şifası, barışçıl edası ve her koşula uyumu salık veren çağrısı yayılıyor çevreye. Namasteeee diyor herkese, namaste, hoş geldin !

Namaste ! merhaba, hoş geldin ve iyi kal .. anlamlarına gelen, aslında oralardaki ruh halini bizim anlayabildiğimizden daha derin anlatan bir sözcük. Hafifçe eğilerek, ellerini göğüs kafeslerinde kavuşturarak söylüyorlar. Söylerken biraz da uzatıyorlar en sondaki e harfini, sanki bir merhabadan daha fazlası var bu sözümde der gibi. Sana saygı ve sevgi duyuyorum, var olan her canlıya saygı ve sevgi duyulması gerektiğini biliyorum, sen de biliyorsundur eminim der gibi. Hepimiz biriz şu dünyada, paylaşılamayacak ne var sanki der gibi. Rengarenk geleneksel giysileri içerisinde bembeyaz dişleriyle gülümseyerek, az önce onlarca tanrılarından kendisine en uygun bulduğuna dualarını etmiş, çiçeklerden, yiyeceklerden hediyelerini sunmuş olmanın rahatlığı ve güveni ile.. Namaste !

Maymunlu Tapınak denilen Swayambunath Tapınağı’na bitmek tükenmek bilmeyen merdivenlerde maymunlar arasında tırmanıp rengarenk dua bayraklarının altında yürürken, sürekli karşılaştığınız dua tekerleklerini çevire çevire, dua çanaklarından çıkan tınıya kulak kabartarak, sadece kendiniz için dua etmenin yetersiz olduğu hissiyatıyla, tüm canlılar ve evren için en iyi temenniler içinde buluveriyorsunuz iç sesinizi. Sonsuz saygı ile her inanış kendi dua ritüellerini gerçekleştirmekte burada. Bir tarafta Mantra’lar okunurken, diğer tarafta ise Pandit’ler eşliğinde dualar ediliyor.

UNESCO Dünya mirasları arasında yer alan Pashupatinath Tapınağı’na vardığınızda ise yaşamla ölüm arasında kalıveriyorsunuz. Tapınak bölgede bulunan en önemli Hindu tapınaklarından biri, oldukça kutsal sayılmakta ve Hinduizm tanrısı Shiva’nın tapınağı olarak kabul edilmekte. Burada günlük kıyafetleri ile bir sedyenin üzerinde, belli ki az önce hayatını kaybetmiş birinin, kıyafetlerinden arındırılıp yıkanmasını, beyaz kumaşlara sarılıp gözünüzün önünde tahtalar ve çalı çırpı ile hazırlanan bir alanda, çeşitli ritüeller içerisinde yakılmasını bir bilet karşılığında (önceden yakılmaya başlanmış olanların dumanları arasında) izlemek mümkün. İzlemenin tuhaflığı etrafta oynayan çocukların ve güle oynaya dolaşan maymunların rahatlığına karışıyor, sedyelerin biri geliyor, biri gidiyor, taş platformlarda biriken küller Bagmati Nehri’ne aile bireylerinden biri tarafından süpürülürken değişik sesi olan bir boru çalınıyor, kimse ağlamıyor, doğmak ve yaşamak kadar normalleşiyor ölmek. Üstelik bu yol inanışlarına göre cennete gitmeyi de kolaylaştırıyor, dünyaya geri gelmeyi de.

Durbar Meydanı ise capcanlı, rengarenk, turistler ve yerel halk iç içe, yüzyıllardır korunmuş mimari hangi zamanda olduğunuzu şaşırtacak kadar bugüne ait değil. Yerel halkın tüm samimiyetiyle günlük ibadetlerini sürdürdüğü binalardaki ince ince işlenmiş tahta oymalar, mermer işçilikleri ve onların aralarına yerleştirilmiş irili ufaklı heykeller, adak mumları gözlerinizi kamaştırıyor.

Thamel’e yolunuz düşüyor sonra, yaşam olanca gerçekliği ile devam edebilmek için varlığını, tüm gördüklerinizi turistik objeler halinde seriveriyor önünüze. Maneviyatın maddiyata dönüşümünü yaşamaya başlıyorsunuz satın aldığınız dua çanakları, dua bayrakları, küçük simgeler halinde dua tekerlekleri, masklar, tütsüler, desen desen kumaşlar ve daha bir sürü şey ile. Eğer rotanızda Everest’e tırmanmak da varsa, alışveriş kaçınılmaz oluyor, tırmanış levazımatı satan yerlerden tavsiye üzerine gerekenlerden alınıyor. Alamadıklarınız da mutlaka aklınızda kalıyor, kim bilir belki bir kez daha gelmek için bahane olsun diye bilhassa yarım bırakılıyor alışveriş.

Himalayalar ise bambaşka bir yolculuk. Everest her zaman kabul etmiyor, sisler altında bırakıveriyor bazen kendini, ille de tırmanmak ve bu tecrübeyi yaşamadan dönmek istemezseniz, rotayı çevirecek birbirinden güzel bir sürü dağ var. Annapurna rotası da bunlardan biri.

Annapurna’ya tırmanış için valizlerin iple tepesine bağlandığı, kapısı ev kapısından bozma, iki yüz kilometrelik yolu sekiz dokuz saatte gidebilen bir otobüsle yola çıkılıyor. Bu otobüs yolculuğu kişi sayısından tutun, ayakta gidenlere, motorun üzerinde oturanlara kadar her haliyle değişik ayrıntılara sahip. Kendisi tek başına bir hikaye olabilecek nitelikte denebilir. Bu yolun sonu Bessisahara adında küçük bir şehir. Orada gece konaklanıyor ve yorgunluk atılıp, sabah erkenden, kullananların marifetine tabi, kim bilir hangi yıllardan kalmış jiplerle yola devam ediliyor. Her anını değişen film karelerinin içindeymiş gibi hissettiğiniz saatler süren oldukça zorlu bir yolculuk bu.

Araçlarla tüketilen yollar bitince, yürüyüş batonları elinizde, çantanız sırtınızda tırmanmaya başlıyorsunuz dağlara. Dünyanın her yerinden gelmiş doğa ve dağcılık meraklıları yol arkadaşınız oluyor tüm patikalarda, ipten köprülerde, kat kat merdivenlerde, dik yokuşlarda, düz yollarda, derelerde ve hatta şelalelerde. Bir de keçiler var ara sıra karşınıza çıkan. Sürekli durup fotoğraf çekmek istiyor insanın canı, bazen mümkün olmuyor belki ama en iyi kadraj gözleriniz ve en iyi hafıza sizin kendi hafızanız oralarda. İlerledikçe, arkanızda bıraktığınız ağaçların, çiçeklerin, dağların büyüsü sizde saklı kalıyor. Çıkmak kadar inmenin de büyük macera olduğu bu tırmanış ihtimal büyük torunlarınıza anlatacağınız en değişik hatıralar olarak hafızaya kaydediliyor.

Yol boyunca uğranan köyler, pirinç ve mısır tarlaları, elma bahçeleri, kafalarında yük taşıyan rengarenk sari’ler giymiş kadınlar, yüzlerindeki çizgiler derinleşmiş erkekler, okula tırmanarak ulaşan çocuklar, hasır sepetten tepsilerde kurutulan bezelyeler, barbunyalar, kumaşların üzerine serilmiş karabuğdaylar, hepsi unutulmayacaklar arasına yerleşiyor.

Şehirde lokantalarda ve sokak satıcılarında karşılaştığınız Nepal Lezzetleri dağlarda ev yemeklerine dönüşüyor. Bol bol basmati pirincinden pilav, mercimek çorbası, yoğurt, fermente acur, çiğ salatalık, turp, havuç dilimleri ve sotelenmiş sebzelerle sundukları , arzuya göre tavuk veya yak eti de ilave edilebilen “Dal Bhat”, mantıya benzeyen domates soslu “MoMo” içine patates, bezelye, taze soğan koyarak kızarttıkları “Samosa” her gün hiç bıkmadan yedikleri ve tüm ziyaretçilerine sundukları yemeklerden bazıları. Zencefil, zerdeçal, kişniş, gram masala, kimyon, kırmızı biber vaz geçemedikleri baharatlar. Himalaya tuzu ise acaba bir efsaneden mi ibaret diyebileceğiniz kadar az, hatta hemen hemen hiç yok!

Oksijenle mücadelenizi verip inanılmaz heyecanlı duygularla çıkışı tamamladıktan sonra dağlardan aşağıya iniş kah çamurlara batarak, kah taşlara kayalara çıkarak, emniyet kemeriniz olmamasının emniyetsizliği ile kafanızı tavana ve yan cama çarpa çarpa, kendi aracınızın veya karşıdan gelen araçların başına gelenlerin çözülmesini bekleyerek sürüyor. Ne kadar sabırlı olduğunuza, şartları kabullenişin kolaylığına kendiniz bile şaşırıyorsunuz. Hatta yolu biraz uzatmak pahasına Pokhara’ya uğramaya ve oradan Katmandu’ya gitmek için küçük uçaklara binerek maceranıza macera katmaya niyetlenebiliyorsunuz.

İyi ki de Pokhara planlara dahil oluyor. Küçük bir şehir olmanın avantajı ile turistleri çok rahat ettiren bir dinginliği ve temizliği var bu şehrin. Huzur, barış ve uyum için dua etmeden, ruhani ve mistik atmosferine kapılmadan dönmenize imkan yok. Rivayete göre Buda’nın kalbini bıraktığı, “Peace Pagoda Stupa”, yakın zamanda keşfedilmiş yerin altına akan dev şelale “Devi’s Fall”, dağ tırmanışından sonra iyice anlamlanan “International Mountain Museum”, güzeller güzeli nehir “Seti River Gorge”, evlilik törenlerine şahitlik edebileceğiniz tapınak “Bindabasini Temple” ve gezgin hippilerin seneler önce  yaşam biçimlerini taşıyarak neredeyse bir eğlence merkezi haline getirdiği “Pewa Gölü” çevresi görülmeden dönülmemesi gereken yerler.

Pokhara’dan havayolu ile dönüş ilk kez pervaneli uçağa binecek olanlar için oldukça heyecanlı, x-ray’den geçen eşyalarınızın içinde sıvı bulunması hiç mühim değil, eşyanızın ağırlığı çok olmasın yeterli, küçücük bir havalimanı binası var ve uçağa gitmek için otobüse binmeye bile gerek yok.. Şahane denecek kadar güzel tarafı ise 25 dakikada Kathmandu’ya varacak olmak. Vardığınızdaysa sizi karşılayan köy otobüsüvari araç fotoğraf ödülü alabilecek nitelikte!

Tüm bu yaşananlar bitip son durak Katmandu Havalimanı’na gelince, ülkelerine dönmek için kuyruğa girmiş birçok gezgin ve dağcı insan kalabalığı arasında düşüncelere dalmamak imkansız.  Ayrılırken havalimanının kapısında boynunuza asılan üzeri dualarla kaplı sarı eşarp Nepal’in bir simgesi olarak sizinle geri dönüyor.

Hiçbir fotoğraf, hiçbir video anlatamaz ancak fikir verebilir, zorlukların güzellikleri bastıramadığı bu coğrafya ve insanları hakkında. Gerçi kelimeler de yetmez ama dil döndüğünce gayret edilir. Gayret ettim ben de, yazmaya çalıştım hem yolu, hem de içime doğru yaptığım yolculuğu, şimdi yaşadıklarımın sarhoşluğu içerisinde biraz farklı bir ben var, tanıklık ettiklerinin ışığını tanıklık edeceklerine yansıtmak isteyen. Gidiverilecek, görülecek daha çok yer var lakin Nepal’e kesinlikle bir kez daha..

Selda Güleç

 

 

 

Yukarı