Sırlar kenti kadim Mardin’de gümüş ve ipekten bir telin ucuna takılıp gidiverdiğim, yedi yüz yıl öncesine çıkan o ilginç yola kaldığım yerden devam etmek ve simkeşlikle ilgili yolculuğumu sizlerle paylaşmak istiyorum…
“Simkeşlik” neydi? Neden bu tanım beni büyülemişti ve nasıl hiç düşünmeden bu kimliği üzerime tam oturtmuştum? Hiç yadırgamadan, sanki simkeş doğmuşum gibi… Bu sorulara yanıt aradığım o ilk süreçte, Osmanlı İmparatorluğu’nda simkeşlik sanatını ve tarihçesini araştırmaya başladım.
İlk rastladığım bilgi, “Fatih sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde, önce Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk üç iktisadi devlet kuruluşu olarak, hazine için gerekli paraları basan Darphane ile bünyesindeki Simkeşhane/Sırmakeşhaneyi, savaş toplarını döken Tophaneyi ve savaş gemilerini yapan Tersaneyi kurmuştur” cümlesi oldu. En az İstanbul’un fethi kadar eskiydi simkeşlik! Bu gerçek beni büyülemişti. Oysa, daha sonraki araştırmalarımda bu tarihten de çok eski olduğunu, ulaşılabilen kayıtların Bursa Koza Han’a, oradan Edirne Sarayı’na ve ancak fetihle İstanbul’a ulaştığını öğrenecektim! Osmanlı, İstanbul’un fethinden sonra hızla genişleyen imparatorluğun parasını basan darphane kadar, ordunun ve sarayın üniforma, kıyafet, ev ve süs eşyası ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan sırmakeşhaneye de önem vermişti.
Beyazıt’ta kurulan ilk simkeşhane binası daha sonra “Simkeşhane-i Amire” adını almış ve Darphane’nin 1726 yılında Topkapı Sarayı’na taşınmasının ardından yapı, bir han olarak hizmet vermeye başlamıştı. 1826 yılındaki yangında tahrip olduktan sonra 1867 yılında onarılsa da 1913 yılında terk edilmişti. Yapının geriye kalabilen kısmı, günümüzde Beyazıt Orhan Kemal İl Halk Kütüphanesi olarak hizmet vermekte.
Gümüş ve/veya altın tel ile ipek ipliğin ilk buluşması, Osmanlı devri saray kumaşlarının dokunmasında olmuştur. Bu geleneksel dokumalarda, ipek iplikle beraber gümüş veya alaşımlı gümüş ve altın tel kullanılarak desen yapılırdı. Dokumalardaki kıymetli madeni tel kullanımı, Osmanlı saray kumaşlarının özelliğiydi ve gümüş ve altın tel klaptan, tel ve sim olarak üç farklı şekilde kullanılırdı.
Sim, genel anlamıyla gümüş madeni ve gümüş para demektir. Aynı zamanda gümüş tele ve bununla yapılan sırma işine de verilen addır. Gümüş parlaklığında olan işlemelerde kullanılan iplik vb. şeylere de sim denir. Bu durumda “simkeş”, haddeden gümüş ve altın tel çeken, sim işleyen zanaatkârdır, yani simkeşlik sanatında mutlaka altın, gümüş veya bunların alaşımlı telleri ve ipek iplik vardır. Osmanlı bu madeni ipliğe “klaptan” demiş. Dokumada, işlemede ve bugüne kadar çok azı kalmış takı tekniklerinde uygulanan simkeşliği, diğer tel işlerinden bu özellik ayırır. Bu metot ile yapılan ipekli kumaşlar arasında en yaygın bilinenler ise, Kadife, Çatma, Atlas, Canfes, Selimiye ve Seraser’dir.
Ulaştığım bu bilgilerle, yolculuğumun bu noktasında Hanedanlığın kıyafetlerinin bildiğimiz kumaşlardan yapılmadığını, pek çok çeşitte dokuma teknikleriyle altın gümüş ve ipek tellerle dokunduğunu ve süslendiğini öğrenmiş oldum ve ardına düştüğüm kadim sanat beni bir kez daha büyüledi. Çünkü fark ettim ki Padişahlar, Şehzadeler, Sultanlar aslında kumaş değil mücevher giyiyorlardı!
Dokumada kullanılan altın ve gümüş tel önceleri, devlet simkeşhanelerinde çekilir, kumaşlar darphanede damgalanarak hazineye kaydedildikten sonra sadece Hanedan mensuplarının kullanılmasına izin verilirdi. Tebaanın kullandıklarında altın ve gümüş bulunmazdı. Kıymetli madenlerin israfını önlemek için seraser, zerbaft gibi kumaşlar saraya ait tezgâhlarda ve sadece belli miktarlarda dokunmaktaydı. Daha sonra bu tezgahlar Saray Sırmakeşhanelerine taşınacaktı. Dönemin modasına uygun kumaşların tümü saray nakkaşhanesinde tasarlandığından, yani bir anlamda tek elden çıktığından, kumaşların desen ve kompozisyonlarında Osmanlı’ya ait bir üslup bütünlüğü oluşmuştu.
Anlaşılan o ki altın ve gümüş tellerle dokunmuş ipekli kumaşlar, Osmanlı sarayında yalnızca belirli ihtiyaçları lüks bir şekilde karşıladıkları için değil, sembolik olarak da önemliydiler çünkü zamanla Sultanın zenginliğini ve Osmanlı’nın gücünü ve ihtişamını yansıtan göstergelerden birisi haline gelmişlerdi. Sultan’ın yabancı ülkelere, devlet ve din adamlarına verdiği hediyeler arasında saray kumaşları en ön sırayı almıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselmesine paralel olarak dokumacılık da bir sanat haline gelip geliştiği ve dünyada eşine rastlanmayan bir düzeye ulaştığı için bu sanat Hanedan nezdinde de her zaman önemli olmuştu. Hatta Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra, ölen sultanlara ait giysiler sanatsal değerlerinden ötürü bohçalanarak saklanır olmuştu ki bu da Osmanlı’nın dokumacılık kumaş sanatını günümüzde izleyebilmemize çok yardımcı olmaktadır.
Günümüze ulaşan işlemeler yanı sıra bazı belgeler, yazılı kaynaklar, yerli yabancı sanatçıların yapmış oldukları minyatürler, gravürler, suluboya ve yağlı boya resimler, fotoğraflar ve bazı mezar taşlarındaki tasvirler bu dönem işlemelerinin toplumdaki yeri, önemi, işlevi ve plastik değerleri konusunda bizlere bilgi vermektedir. Ayrıca aynı belgelerden bu dokumaların yapıldığı merkezler hakkında fikir edinmek de mümkün olmaktadır. Örneklersek, 19. yüzyılda İngiliz mimar/ressam Thomas Allom’un çizdiği “Binbirdirek Sarnıcı’ndaki Metal İplik Çekicileri” tablosu, şimkeşhaneden sonra bu sarnıcın da iplik üretimi için kullanıldığını göstermektedir.
Sadece Allom’un değil Van Mour, Liotard, Levni, Mehmed Ruhi Arel ve Osman Hamdi gibi birçok başka ressamının eserleri de simkeşlerin tarihi için benzer bir kaynak oluşturur. Bu ressamlar giyim, ev eşyası, mefruşat gibi objeleri resmederken bunların yapımında kullanılmış olan sim dokumalı kumaşları ve üzerlerindeki işlemeleri de görselleştirmişlerdir. Lale Devri’nin tanığı olan ressam Van Mour’un “Oyun Oynayan Kızlar” isimli eserinde işlemeli kaftanlar, Levni’nin minyatürlerindeki simli giysiler, işlemeli uçkurlar ve kemerler farklı dokuma türlerini sergilemekte ve hatta teknik uygulama konusunda bizleri aydınlatmaktadır.
Ve işte bu gerçekleri kovalayıp öğrenerek, ulaştığım bilgileri kafamda harmanlayıp geleceğe dair planlarım arasına katarak gerçekleşti benim bir telin ucunda kendimi simkeşlik sanatının dünyasında ve ardından Osmanlı Hanedanlığının giyinme odasında buluşum… Böylece, bir hayalin peşinde yol kat ederek oldu gerçekten unutulmuş bir saray masalına gidiverişim…
Sultan Acar