Ben, 4,5 milyar yaşındaki koca dünyanın yalnızca 200-300 bin yıllık dönemine denk gelmiş ve daha ne kadar var olacağı belli olmayan homo sapiens.
Daha dün gibi hatırlıyorum. MÖ 9.500 – 12.500 civarı bir zaman aralığındaydı, yer Mezopotamya civarları. Bulduğumu avlayıp yerken nerde akşam orda sabah misali göçe göçe yaşarken birden o zamanlar canlı olduğunu bilmediğim bitkiyi evcilleştirmeyi keşfettim. Buğdayı ektim biçtim tohumunu aldım ve hasat ettiğim buğdayı da kışa saklayıp aynı yerde kışı geçirdim. Artık vırt zırt göç etmeme ne gerek vardı ki! Otur oturduğun yerde diyordu doğa ana, yediğin önünde yemediğin ardında.
Doğa ana dediysem hakikaten doğa anaydı haa! Aç kaldım doyuruyor, susuz kaldım içiriyor, üşüdüm ısıtıyor, sıcakladım serinletiyor, hastalandım şifa veriyor, öldüm toprağa dönüştürüp tekrar doğuruyor. Daha ne yapsın? Benden istediği de sadece birazcık saygı. Ben de biraz korkudan biraz hayranlıktan gereğini yapıp gösterdim saygımı. 5-6 bin yıl böyle sürdü gitti, ta ki bundan 3-4 bin yıl öncesine kadar. Bu dönemde ben aslında doğada bulunan diğer milyarlarca çeşit canlıdan birisi idim ve doğa ile aramdaki ilişkiyi düzenleyen aramızdan çıkma şamanlar vardı. Doğa mı onlara bu yetkiyi veriyordu yoksa kendileri mi “ Hak verilmez alınır” diyerek alıyorlardı bilmiyorum ama bu 3-4 bin yıl öncesinden itibaren tanrıyı tekleştirdim ve evcilleştirdiğim buğdayı mısırı domatesi hıyarı aslında benim için yaratılmışlar diye düşünmeye başladım.
İşte bundan sonra doğa ile tüm ilişkim değişti. Artık güçlüydüm. Ateşe suya dağa taşa toprağa hayvana ve bitkiye hükmediyor, üç günlük ömrümde milyarlarca yıl yaşamış koca dünyanın diğer canlılarının sahibi olduğumu iyiden iyiye sanmaya başlamıştım. İşte bir yandan kendim dışında her şeye hükmetmek için doğa ile savaşa başlarken bir yandan da kendi içimde doğum sancıları yaşamaya başladım. Bir ben vardır benden içeri misali böldüm kendimden bir parçayı verdim dışarıya ve “ruhban sınıfı” çıktı içimden. Sınıf dediysem öyle gelip geçici de değilmiş! Çıkış o çıkış halen sınıflı sınıflı yaşayıp gidiyoruz. Sonra firavunlar çıktı bu sınıfların içinden ve ne yalan söyleyeyim o gün bu gündür firavunlar için piramit yapmaya devam ediyorum. Neyse ki bu dünyada çektiğim çile kadar öte yanda rahat edeceğim de yazık firavunlar yanacaklar ateşte öte yakada. Sınıflar olur da sınırlar olmaz mı!! Çizdim sınırları hemen dikenli tellerle bezeyerek elimin uzandığı her yere. Elini benim telime uzatana vurdum baltayı kestim elini. O kadar uğraşmışım firavunum rahat etsin diye, yedirir miyim sınır ötesindeki “ben”e.
Hepte firavunlara çalışmadım hani, arada düşündüm, yazdım, çizdim, çığırdım, felsefesini de yaptım, heykelini de. Keyfimi de derdimi de meramımı da anlattım ara ara. Anlattım anlatmasına ama çok gürültü olunca bir ben duyduysa bin ben duymadı, onlar da gitti gidiyor araya.
Daha taştan tekerlek yaptığımı dün gibi hatırlıyorken bindim dört tekerin üstüne geçtim aslanı kaplanı atı. Evimin bacası neyse de koca koca piramitler yapıp bacalarından siyah dumanlar çıkmaya başlayınca benim önümde gayrı hiç kimse duramaz dedim. Elimdeki oku yayı bırakıp yapıp çattım tüfengimi gittim dolaştım dünyayı, karaymış beyazmış hiç dinlemeden ne kadar benden olmayan ben bulduysam dizdim ipe köle ettim kendime.
Yerin kilometre altına da indim, havanın kilometre üstüne de çıktım. Bir aşağı bir yukarı derken aşağıdan kömür petrol çıkarıp doldurup tenekelere uçtum taaa en yukarılara. Şimdilerde uzaktan bir ses “Aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor” diye kulağıma fısıldıyor. Aman neyse ne! bozmayayım şimdi moralimi.
Süründüm emekledim yürüdüm koştum derken son 200 yıldır öyle uçup kaçmaya başladım ki aşağı mı çakılıyorum yukarı mı çıkıyorum ben bile anlayamıyorum. Bazen endişeleniyorum koca dünya benim yükümü çekemeyecek diye ama azıcık düşününce beni sırtından atar yine kendine gelir diyorum.
Ah bu firavunlar yok mu firavunlar, herkes benim firavunum daha iyi yaşasın, daha çok toprak sahibi olsun, daha çok “ben” e hükmetsin diye diğer benlerle savaşıp duruyor. Firavunlar yalan dünya diyorlar ama koca dünya mı yalan, yoksa firavunun kurduğu düzen mi yalan emin değilim.
Havadaki karbonu artırıp topraktaki canlılığı azaltıyorum, sudaki oksijeni azaltıp plastiği artırıyorum, yağmur ormanlarını azaltıp çölleri artırıyorum, bana sunulduğunu sandığım koca dünyanın varlıklarını kendime kaynak edip azaltıp firavunların servetini artırıyorum. Koca dünyada doğa ana ile savaşıyorum savaşmasına ama galiba gidişatı değiştirmezsem aslında çoktan kaybettiğim bu savaşın sonunda dünyanın beni affetme şansını da kaybedeceğim.
Dünyanın bütün benleri birleşsek, ben değil “biz” olsak ta şu firavunları ve soytarılarını bir alt etsek, doğa ana ile savaşı da sonlandırırız ve yeniden istediği saygıyı gösteririz.
O da şefkatli kollarına alır bizi belki yeniden.
Çünkü biz o kadar kötü değiliz aslında!
Köksal Şahin