Görüntülenme Sayısı: 461
Arka denizi al basmıştır şimdi. Aylardan mayıs. Bir gelincik denizi dalgalanır bizim Cunda’da. Arka denizdeki “kabo” (ova) kızıla kesmiştir. “Mayoliti” zamanıdır. Mayıs büyüsü, kırmızı iksir gelincik şurubu zamanıdır. Gelincik şurubu ya da şerbeti, baharın müjdecisi narin mi narin hüzünlü mü hüzünlü kırmızı gelinciğin ipeksi yapraklarından yapılan kutsal kırmızı içecek. Çocukluğumuzun iksiri. Neleri çağrıştırmaz ki…
Gelincik (papaver rhoeas) Gelincikgiller (papaveracse) familyasındandır. 25-60 cm arası değişen yükseklikte, yaprakları mavimsi yeşil sapsız ve gövdeye bitişiktir. Çiçeklerinin rengi kırmızıdır. Beyaz, sarı ve turuncu gibi değişik renkleri de vardır. Bizi burada ilgilendiren ve yaygın olan kırmızı gelinciktir. Kıpkırmızı taç yapraklarından Giritçe adıyla “mayoliti” yani gelincik şerbeti yapılır.
Fazla malzemeye gerek yoktur, sadece gelinciğin tül misali ipeksi kıpkırmızı yaprakları, su ve limon parçacıkları yeterlidir. Meraklısı için iliştirelim: Bir buçuk litrelik bir şişe için oda sıcaklığındaki suya yirmi gelincik yaprağı ve bir limon. Ağız tadına göre şeker ilavesi yeterlidir. Su doldurulmuş cam şişelere gelinciklerin kırmızı yaprakları teker teker özenle yerleştirilir, limonlar küçücük parçalara ayrılarak ilave edilir. Şişelerin kapakları kapatılır ve en az yirmi dört saat bekletilir. Yavaş yavaş kırmızı yapraklar limonla hemhal oldukça suya renk vermeye başlar. Geceden hazırladıysanız sabaha kıpkırmızıdır şişenin içindeki iksir. Şimdi sıra süzmeye gelmiştir. Süzülür ve şekerle karıştırılır. Mis gibi bir koku yayılır. Servis ederken bir taze nane yaprağı eşlik eder.
Girit kökenli “mayoliti” hazırdır. Ben bir mübadele çiçeği olarak da düşünmüşümdür gelinciği. Yaşamı, yeniden doğuşu, barışı, doğurganlığı, köklerinden ve küllerinden doğmayı anımsattığı için… İnsan ömrü gibidir, dünü vardır, yaşamıştır, bugünü yaşar, yarını yoktur. Kim bilir en kırmızılarından bizim “katalimata”larda (yıkıntılarda) iki taşın arasından, harap olmuş bir evin eşiğindeki basamak çatlakları arasından fırlayıp fışkırmasından mı?
Giritli kadınların baş içeceğidir “mayoliti.” Gelincik hüznü de simgelediği için eğdiği kırmızı başıyla, “mayoliti” benim için hüzün içeceğidir. Tepeden tırnağa siyahlara bürünmüş anneannemi daha sonra da annemi anımsatır. Bu içeceği her bir mayısta ve hıdrellezde hiç aksatmadan hazırlarlardı. Bu geleneği bugün de elimden geldiğince ben sürdürüyorum. Aslında tarifi biraz da sevgi, doğa sevgisi, aile sevgisi, insan sevgisi ve geleneklere bağlılıktır.
Yunan mitolojisinde uyku tanrısı Hypnos tarafından insanlara uyku vermesi için kullanılmıştır. Hipnos’un bereket tanrıçası Dimitra-Demeter’i bu iksirle uyuttuğu söylenir. Ve böylece Demeter bereket dağıtmaya devam eder. Neticede gelincik çiçeğinin mitolojik hikâyesi, birçok çiçekte olduğu gibi Yunan tanrılarına dayanmaktadır. Rivayettir ki Symrna yasak bir aşkın meyvesini içinde taşırken bir mür ağacına döner ve güzelliğiyle ünlü Adonis’i doğurur. Ormanda dolaşırken Afrodit’in attığı bir okla yaralanır. Onu Afrodit iyileştirir ve Adonis’e aşık olur. Kısa bir süre sonra Adonis ormanda bir domuzun saldırısına uğrar ve ölür. Adonis’in kanının damladığı her yerde gelincik çiçekleri açar.
Her bir Mayıs’ta bakla yaprakları ve taze bir baklayla birlikte gelincikten bir taç yapar kapımıza asardı anneannem, eve bereket getirsin diye, çağrışımlar değerlidir. Çünkü en güzel en kırmızı gelincikler bakla tarlaları arasında biter bizim Cunda Adası’nın “kabo”sunda. Nam-ı diğer adıyla “arka deniz”de. Şimdi eser kalmamıştır bu tarlalardan, yerlerinde adına villa dedikleri kötü, hazır beton yapılar bitmiştir. Ama Mayıs tehditkârdır ve gelincik devrimcidir. İki taş arasından duvar yıkıntılarından fırlayarak bitmeye devam eder. Ne sadece bir iksirdir, ne de şurup, doğanın ölümsüz asiliklerine direnen bir gücün, bir keşfin tadıdır. İnce ruhların ve şeylerin büyülü içeceğidir. Taa derinlerde bir yerlerde gizlenmiş arkaik korkularımızın arkaik çareleri ve devalarıdır. Ruhlarının derinliklerine bakabilen insanların buluşu, keşfidir. Vahşi otlar ve çiçeklerle dünyayı güzelleştiren doğaya ve bitkilere saygıdır. Doğal yaşama değer veren geleneksel yaşam biçiminin, Girit folklörünün ürünüdür. Yetenekli, yenilebilecek, içilebilecek bitkileri bulup ayırmasını bilen cefakâr kadınların işidir. Mayısın ilk haftasının yarışçısıdır gelincik bütün bitkiler gibi gelinciğin de yıldızlarla konuştuğunu bilirler “mayoliti” yapan insanlar, anneannem gibi…
Gelincik bir kır çiçeğinden fazlasıdır. İlkbaharda doğanın canlanmasıyla birlikte açan gelincikler yeni başlangıçları ve umut dolu yarınları işaret eder. Bazı kültürlerde ise aşkı ve tutkuyu, teselliyi, anmayı ve ölümü simgeler. Barıştan ölüme ve hatta uykuya varan her şeyi temsil etmek için kullanılan bir sembol olan gelincik ömürdür, hayattır… Askerlik hizmetinde ölenleri de simgeler. Birinci Dünya Savaşı’nda çok sayıda askerin öldüğü kurak yerlerde yıllar sonra açan tek çiçektir gelincik. Gelinciğin dünya üzerinde birçok anlamlı ifadesi vardır. Her toplumun yaşanmışlıklarına göre yorumlanmış olsa da hiç kuşkusuz ki ortak anlamı “hatırlama” olmuştur. İngitere’de savaşta hayatını kaybeden askerlerin anıldığı “Remembrance Day” “Gelincik Günü” olarak da adlandırılır. Bazı yörelerde kan çiçeği adı da verilir. Çanakkale şehitlerinin çiçeği olarak Gelibolu Yarımadası’nda kan çiçekleri adı yaygındır. Heredot, İlyada’da söz eder gelincikten, ölen genç ve yakışıklı insanların sembolü olarak: “Bir bahçede, meyvesinin ve yaz yağmurunun altında haşhaş çiçeği nasıl yana eğerse başını/ tolganın ağırlığıyla baş öyle yana düştü.” (İlyada 498-500)
Bunca derin hikâyesi olan bu kırmızı gelincikten damıttığımız kan kırmızısı şerbet, bizdeki adıyla “mayoliti“ sağaltıcıdır. Astıma, öksürüğe, soğuk algınlığına iyi gelir. Sakinleştiricidir. Eskiler aşk acısına iyi geldiğini söylerler. Bahardaki anma günlerinin baş içeceğidir. Hıdırellezde bir ritüeldir. Bir bardak buz gibi kıpkırmızı “mayoliti”ye Girit peksimetleri ya da Girit simitleri dediğimiz mayalı, tatlı kurabiyeler eşlik eder. Saç örgüsü motifli kurabiyeler kırmızıya boyanmış paskalya yumurtasının etrafına örülerek hazırlanmıştır. İkbal Abla’nın fırınından çıkmak üzereler… Karanfil Sokağı’nı bir tarçın ve karanfil kokusu sarmıştır.
Belleğime yetmişli yılların Cunda’sı düşüyor. Kırmızı gelinciğin kırmızı bir patiska çarşafı gibi kapladığı “kabo”ya. Arka denizdeki ovaya. Ilık rüzgârda, imbatta, hafif poyrazda başlarını hüzünle eğen gelincikler, benim mübadele çiçeği ilan ettiğim… Bana Nikos Gatsos’un sözlerini yazdığı, Stavros Ksarhakos’un müziğini yaptığı, Nikos Ksiluris’in seslendirdiği şarkıyı fısıldıyorlar: “Fisa ayeraki fisame/ mi me hamilonis isame/ nay do tis kritis mya korfi/ pu ho mana ke aderfi.” (Es rüzgâr es/ beni eğme eşitle beni/ görebilsem Girit’in bir tepesini/ orada yatan annemi ve kardeşimi.”
O halde “E Viva Mayoliti”. Kadehler sağlığa ve barışa kalksın… Merhaba.
Tanju İzbek
Tanju Hanım o kadar içimize işledi ki bu yazınız…
Bu güzel yazıyla ruhumuzu dinlendirdin. Teşekkürler Tanju. Ablana selamlar sevgiler. Naki