Ankara’nın canlı müzik sahnesi neredeyse haftanın her günü çeşitli müzisyenleri ağırlıyor. Canlı canlı caz, blues, pop ya da rock’n roll dinlerken gündelik yaşamdan mola alıp sessel diyarlara gidivermek isteyen herkes için bir seçenek mevcut. Ancak, pazartesi ve çarşambaları olmak üzere, haftada iki gün bu seçenekleri daha da artıran jam session etkinlikleri düzenleniyor. Haftanın diğer günlerinde müziği bir iş olarak icra eden Ankaralı müzisyenlerin bir kısmı bu etkinlerde hem onları dinlemeye gelenlerin hem de kendi müzikal dünyalarını doğaçlama ve kolektif bir müzik anlayışıyla genişletiyor.
Geçmişi beş-altı yıllık bir sürece ve farklı farklı mekanlara dayanan jam sessionlar, son bir yıldır düzenli olarak pazartesi ve çarşamba günleri Olgunlar ve Konur’daki iki mekanda yapılıyor (Alerta Pub ve HaytmatlosMekan). Her iki yerde de bazen aynı müzisyenler çalsa da hem o geceki katılımcıların çeşitliliği hem de mekanların fiziksel yapısı birbirinden farklı işitsel manzaraları duymaya olanak sağlıyor.
Önceleri doğaçlama müziğin tadını çıkarmaya gittiğim Ankara’nın jam sessionları, bende zaman içinde müzisyenlerle, etkinliklere katılanlarla konuşup, tartışıp, bunların üzerine düşünmeye davet eden bir etki yarattı. Geçtiğimiz dört aydır mutlaka her hafta birinden birini yakalamaya çalıştığım jam sessionları anlatmak istememin sebebi bu etkinliklerin konser, canlı performans ya da dinleti kalıplarının dışına çıkan deneyimler sunması. Bunun yanında müzik dinleme, icra etme ya da müziğin birleştiriciliğinde sosyalleşme biçimlerini farklılaştıracak imkanlar yaratması da bu etkinlikleri anlatmak istememde etkili oldu.
Kısaca tariflemek gerekirse, jam session etkinlikleri cazın zengin tarihinden geliyor ve müzisyenlerin bir araya gelerek, doğaçlama ya da caz standartlarının üzerine farklı yorumlamalarla, beraberce çalmalarına deniyor. Her ne kadar ülke, çalınan mekan ya da çalan müzisyenlere göre etkinliklerin yapısında değişiklikler olsa da temel olarak bu etkinliklerde değişmeyen bazı özellikler mevcut. Örneğin, jam sessionlarda başrolde olan bir müzisyen yok; o an için bir araya gelmiş müzisyenlerin kolektif ruhu ve müzikal anlayışı tüm kompozisyonu belirliyor. Sahneye çıkmak isteyen her müzisyen çalan gruba herhangi bir enstrümanla dahil olabiliyor. Popüler ya da yeniden yorumlama parçalar bazen yer alsa da müzisyenler çoğunlukla doğaçlama çalıyor. Benzer bir durum vokaller için de geçerli, onlar da çoğunlukla müziğin üstüne doğaçlama vokal yapıyor (scat singing). Bu etkinliklerin değişmeyen bazı özelliklerinden bir diğeri de, çoğunlukla küçük ya da çok göz önünde olmayan mekanlarda yapılması ve dinleyici kitlesinin de çoğunlukla müzisyen ya da müzik ilgisi yoğun insanlardan oluşması. Ankara jamlerinde de tüm bu özellikleri görebiliyoruz.
Konserlerde ya da daha küçük mekanlardaki canlı performanslarda genelde bulunan müzisyen ve dinleyici ayrımı, jam sessionlarda ya ortadan kayboluyor ya da bulanıklaşıyor. Yan yana müzik dinlediğiniz biri az sonra çıkıp davulda ya da üflemeli çalgılarda hünerlerini sergileyebiliyor. Daha da ötesi, müzisyen olmasalar da dinleyiciler vokal ya da enstrüman dışı aletlerle grubun bir parçası olabiliyor. Müzisyenlerden birinin paylaştığı bir anısında da bunu görebiliyoruz: Parkta yapılan bir jam sessionda grubun yanına gelip tıngırdatmaya başlayan küçük bir çocuğun ritmiyle beraber çalmışlar ve bu unutamadıkları anlardan biri olmuş. Bu yüzden, bu etkinliklerde çalan müzisyenlerin iletişime açık, kolektif üretimden yana olmaları ve hızlı değişimlere ayak uydurabilmeleri, performansların ahengi ve dinleyici üzerindeki etkilerini artırmaları açısından önemli.
Beraber üretmenin ve müzisyenlerin kendilerinin de bilmediği yerlere gidebilen bir müzik yapmanın reçetesi olmasa da müzisyenlere sorduğumda aldığım yorumların çoğu birbiriyle benzerdi: hem kendini hem de diğer müzisyenleri aynı anda duymak/dinlemek, çalan herkes için belli bir alan ve zaman sunmak, kompozisyonun gidişatına beraberce karar vermek ve ritmin ya da kompozisyonun değişme sinyallerini algılamak ve buna cevap verebilmek. Eğer bu ahenk sağlanırsa müzisyenler kadar dinleyiciler de müziğin bir parçası olabiliyor. Elbette bunu yakalamak her zaman mümkün olmuyor. Konuştuğum müzisyenlerin şikayetlerinden biri, ustalıklarını kanıtlamaya gelenler. Sadece kendi istedikleri parçaları çaldıran, solo çalmayı bırakmayan, adeta iyi bir sohbetteki gibi karşılıklılığı önemsemeyen ya da mikrofonu/enstrümanı eline alıp gece boyu bırakmayanlar jam sessionlarda yaratılmaya çalışılan kolektiviteyi de, dinleyici ve müzisyenlerin keyfini de kötü yönde etkiliyor. İşte bu noktada katılımcıların iletişime açık olmasının önemi, bu davranışlara karşı verilen tepkilerde kendini gösteriyor. Eğer katılımcı eleştirileri dikkate alır ve etkinliğin yapısına saygı gösterirse beraber üretim ve ahenk devam ediyor. Fakat eleştirileri kaldıramayıp etkinliklerden el ayak çekenler de oluyor. Bu yüzden jam sessionlar hem müzisyenlerle müzisyenler arasında, hem de müzisyenlerle dinleyiciler arasında gündelik hayattakinden daha yoğun ve eleştirel bir iletişim imkanı sunuyor.
Jam session etrafında oluşturulmaya çalışılan, eleştirel, farklılıklarla birlikte ortaklaşmaya giden kolektif bir beraberlik ve bunun müzikal ölçekteki yansımaları. Görüştüğüm müzisyenlerden biri, eğer bunu tınısal olarak başarabilirlerse, benzer bir etkiyi politik olarak da, sosyal olarak da organize edebileceklerine inandıklarını ifade etti. Başka bir müzisyen de jam sessionların en güzel yanlarından birinin, her etkinlikte çok farklı insanlarla tanışma imkanı olduğundan bahsetmişti. Çünkü jam sessionlar bir akşam bir mekanda olup biten etkinlikler değil. Müzisyenlere birbirlerini tanıma ve farklı gruplarda ya da etkinliklerde işbirliği imkanı sağlaması açısından da önemli. Üstelik, müzisyen değil dinleyici olarak katılanlar da hem müzisyenlerle, hem de diğer dinleyicilerle kolayca etkileşime girebiliyor. Bu da aslında kent hayatından ve kamusal alanlardan beklediğimiz, fakat bazen haklı sebeplerle çekindiğimiz karşılaşmaları kolaylaştırıyor. Bu karşılaşma ve paylaşım çokluğu da örülmek istenen kolektif yapının mümkünlüğünü vaat ediyor.
Mehtap Çağlar