Yemek yeme biçimleri, çoğu kişinin yaşamını da şekillendiriyor. Yeme alışkanlıklarımız bizi, biz ise toplumu oluşturuyoruz. Yemelik Öyküler, bazen mutfaktan bazen de bir spor salonundan bize ayna tutuyor. Tat alma duyusunu yitiren yemek eleştirmeni, yorumcu gurme ise çevremizdeki “-mış gibi davrananları” akla getiriyor.
Bir kitap ki, içindekilere baktığınızda çeşit çeşit yiyeceklerin başlıklarından oluşan bölümler görüyorsunuz. Herhalde bu yiyecekleri anlatıyor, ya da tarifleri yer alıyor, diye düşünüyor insan. Ama tam olarak öyle değil… Sıra dışı bir kurguyla değişik yiyecekler ve farklı dünyalar, o çok bilindik kadın-erkek ilişkileri üzerinden anlatılıyor. Yemelik Öyküler; Kırmızı Deniz Tuzu’ndan Osetra Havyarı’na, Meksika Çorbası’ndan Belon İstiridyeleri’ne kadar akla gelmedik 16 yiyecek başlığından oluşuyor. Her başlık bir öykü, ve her öykü, aslında romanın bir parçası. Kitap, gastronomi dünyasının incelikli dünyasında leziz bir gezintiye çıkarıyor okuru.
Kitabın yazarı Mark Kurlansky, Tuz ve Morina Balığı isimli kitapları da yazmış. Aslında bir gazeteci ve tanınmış bir yemek kitabı yazarı. New York Times’ın “Mizahla dolu”, Anthony Bourdain’in ise “Büyüleyici” diye nitelediği Yemelik Öyküler, kurgusu itibariyle dikkat çekici. Taner Gezer’in Türkçeleştirdiği ve Ruhun Gıdası Kitaplar tarafından basılan kitap, “On altı tabak yemekten oluşan bir roman” sanki.
Koku almayı unutmak
İlk öyküde; kendini bir çukurun içinde bulan ve kendisiyle ilgili hiçbir şey hatırlamayan Robert Eggle, okuru şok ediyor, hafızanın sınırlarını zorluyor. Tat alma duyusunu yitiren ve nasıl koku alacağını unutan bir adamın çevresine “çaktırmadan” yeniden yaşamına dönme çabası, bizi de kendi telaşına ortak ediyor.
16 bölüm boyunca; yemek yeme eyleminin kişilerin toplumsal ve psikolojik durumlarıyla nasıl ilintili olduğu, zaman zaman komik bazen de düşündürücü biçimde aktarılıyor. Yemek çeşitleri ve yemek usülleri; karakterlerin sevişme isteği, para kazanma hırsı, bir sosyal statüye sahip olma ve kendini ifade etme biçimleriyle ya örtüştürülüyor ya da kişileştiriliyor.
“Kitapta ilginç kadın ve erkekler buluşup yemek yiyorlar, aşık olup terk ediyorlar, içip sohbet ediyorlar ve aslında birbirleriyle yedikleri yemekler ve içtikleri şaraplar kadar ayrılmaz bir şekilde bağlı olduklarından sonunda, yerel bir Alaska çorbası, soya peynirinden yapılmış bir Şükran Günü hindisi, bağımlılık yapan çay kekleri veya zehirli olduğu tahmin edilen bir krem brüle sayesinde bir araya geliyorlar.”
Minik ilginç bilgiler
Her bölümün sonunda, öykü boyunca gerekli görülen noktalarda dipnot bilgiler veriyor. Bu kısa bilgiler, karakter ve olayları daha anlaşılır kılıyor. Ayrıca mutfağı seven meraklı okur için ise her bir not, minik birer hazine. Örneğin “Hot Pot”, İngilizce’de tencere yemeği, güveç anlamına geliyormuş. Aynı zamanda da Uzakdoğu’da, özellikle Çin mutfağında; ocak ve tencere getirilerek yemeğin masada pişirilmesi ve herkese kendi tenceresinden servis edilmesi adetine verilen isimmiş. Bu yemekler genelde acı olduğu için İngilizce’de hem “acı” hem de “sıcak” anlamına gelen “hot” kelimesine gönderme yapılıyormuş. Bir başka dipnotta yer alan “Marshmallow” hakkında ise şunlar ifade ediliyor:
“Şekerin çarpılmasıyla elde edilen, sünger kıvamında yumuşak şekerlemedir. Kıvam tutması için üzeri genellikle mısır nişastası ile kaplanır. Orijinal olarak hatmi (marshmallow) bitkisinden elde edilen bir usare ile kıvam tutturulduğu için bu ismi almıştır.”
Tat alamadan tadım yapmak
Kitapta; zayıflama, organik yeme sevdası ya da hayvansal ürünlerden uzak duran veganlara da yer veriliyor. Soya Peyniri isimli bölümde vegan Minty, “kötü muamele görmüş yavru hayvanların etini, doğmamış tavukların yumurtalarından yapılmış makarnaları yediği o günlerden utanıyor.” Bir gün hindilerin saldırısına uğruyor ve kendine geldiğinde, “Bir daha asla bir canlının ölümünden sorumlu olmamam gerektiğine karar verdim” diyor. Şükran Günü’nde; yüzde 100 organik soya peynirini hindi gibi dikerek pişiriyor ve buna vegan hindi adını veriyor.
Ya, hiçbir yiyeceğe güveni kalmayan Emma’ya ne demeli?… Tad ve koku alamayan Robert’e bağlanıyor. Özellikle krem brülenin zehirinden kuşkulanan Emma’ya yardımcı olan, yiyeceği her şeyi önce kendisi tadan Robert ise hiçbir şeyden tad almadığı halde yemek eleştirmeni, yorumcusu ve yazarı olarak bu görevi üstleniyor. Böylece belki de yazar, gerçek hayata ironik bir göndermede bulunuyor; -mış gibi yapanlara. Kimbilir…
Hayriye Mengüç