Hayallere Düşen/Hayallerden Düşmeyen Kent İmgeleri

12 Ocak 2016

Herkesin başına gelir mi, bilmem; bazen gözümü kapatınca, önümde birdenbire, aslında aklımda olduğunu hiç fark etmediğim bir şeyin görüntüsü beliriverir… Ya da herhangi bir sohbetin ortasında, konuyla hiç ilgisi olmayan bir imge düşer aklıma… Gerçi bu durum genelde kısa sürer ve geldiği gibi sessiz, tıpkı kayan bir yıldız gibi çekip gider bu hayalcik ama ben biraz sersemlemiş ve anlamaya çalışır halde kalırım ardında; “Nereden çıktı şimdi bu görüntü? Tam olarak nereye aitti? Ben ‘o yeri’ gerçekte ne zaman görmüştüm?..”

Bu durumun benim için ilginç olan boyutu aslında şudur: Bu görüntüler, neredeyse tamamen, geçmiş bir yolculuktan, yıllar önce yapılan bir geziden ve uzak bir kentten gelir… Sanki daha önceki bir yaşamdan bugüne taşınan hayatlar gibi… Kimi zaman, mesafe olarak kilometrelerce uzaktan; kimi zaman da, yanı başımda ama kültür olarak, duygu olarak, zaman olarak farklı ve bana uzak bir boyuttan… Sonuç değişmez; bazı kentlere, bilinçle farkına bile varmadan, ama anlattığım gibi doğallıkla ve sürekli tekrar tekrar “geri giderim”…

Bu kentlerin bazılarını, çok sevdiğimi zaten bilirim; zaten çoktan, sıklıkla özlediğim yerler olarak tanımlamış olurum. Bazılarınıysa, bu denli benimsediğimi, yaşantıma buyur ettiğimi hiç fark etmemişimdir… Hatta, böyle bir “imge saldırısı”ndan sonra, “Tamam” dediğim çok olur, “galiba yeni bir kent daha katılıyor, ‘benim’ olan mekanların arasına…” Aslında bu ilk şaşkınlıktan ve saptamadan sonrası, tam anlamıyla bir keyiftir… Çünkü saniyenin onda biri kadar kısa bir sürede aklıma düşüp yok olan o imgenin peşine takılıp giderim çoğu kez ve anılarımın arasından çekip çıkardıklarımı, okuyup araştırdıklarımla, dinlediklerimle ve hayal ettiklerimle zenginleştirip doyumsuz bir maceranın ana eksenini oluştururum…

Bu maceranın gerçek kahramanı, hemen her zaman, çarpıcı özellikleri olan bir kent mekanıdır tabii, ama ben kendime de, hikayede küçük bir rol vermekten kendimi alamam… Kimi zaman tarihi bir meydandaki görkemli bir şenlikte, kimi zaman haritalardan bile kaybolmuş bir ara sokakta; bazen vitraylarında ışıkların huzur dansı yaptığı sessiz bir katedralde, bazen kentin geleceğine ait her türlü kirli pazarlığın döndüğü bin yıllık bir antikacı çarşısında; duruma göre, orada olduğu ancak köşeyi döndüğü anda eteklerinin hışırtısından anlaşılan gizemli izleyici; varlığı ile yokluğu eş anlamlı silik bir yabancı veya tüm kentin kaderini belirleyen, olayların arkasındaki gizil güç olabilirim… Doğrusunu isterseniz, ne benim bu değişken varlığımdan, ne de hatta bu kentlerin bana ah, aslında neler ifade ettiğinden kimsenin haberi bile olmaz… Kimseler bilmez hangi maskenin ardında saklı olduğumu, o kentle aramda neler geçtiğini, geleceğimin ne kadarının o kente bağlı olduğunu… Bunları bazen ben bile bilemem. Her zaman kesin olarak bildiğim şey, kentin beni nasılsa şaşırtacak maceralara gebe olduğu ve benim bu maceraların baş rolünde sessizce kent sakinlerinin yaşamlarına sızmaya hep hazır olduğumdur… Kent beni kabullenip bağrına basar; ben de, doğanın biçtiği, artık ne kadarsa uzunluktaki tek bir ömrü, bir tek boyutta yaşayıp tüketmeyi kendime yediremediğim için tutulduğum “bir yaşam süresine birçok hayatı sığdırmak” hastalığını, bir de bu boyutta sürdürmüş olurum… Böylece de, çok kısa bir süre için de olsa, söz konusu kentin tarihinden, yüz yıllar öncede bir güne; bir ölçülük de olsa, kenti sarmalayan müziğin tutkulu ritminden çok canlı birkaç notaya; tamamen geçici de olsa, kent sakinlerinin sofrasındaki birçok sohbetten birinde özel bir yere yerleşip o kenti gerçekten yaşamış, insanlarının yaşantısına elimle dokunmuş, hatta tarihini oluşturanlar arasına katılmış olurum… Kısacası böylece, söz konusu kenti, yaşamımın sonuna dek gönlümde bir yerde taşımak üzere, bir nefes gibi içime çekip özümserim… O kent “benim” olur artık; keşfettiğim ve fethettiğim bir yer, yaşantısına katıldığım bir yer, varlığına katkıda bulunduğum bir yer haline gelir… İnsanlar edinirim kent sakinleri arasından; anılarım olur o kente dair; hayallerim gelişir…

Bunun ne denli büyülü, ne denli baş döndürücü bir tatmin ve mutluluk duygusu verdiğini, sanırım ancak yaşayanlar bilebilir… Eh, bu durumda da, “o meşum kentler” beni “geri çağırmayı” sürdürür… Böylesine tutkuyla bağlı olduğum kentlerin sayısı arttıkça, ben mi yeni bir kent keşfettim, yoksa yine yeni bir kent daha mı beni fethetti, birbirine karıştırırım, doğal olarak… Ve çaresiz, tekrar tekrar aynı kentlere, aynı adreslere, aynı anılara dönerim; kimi zaman gerçekte, kimi zaman hayalde… “Çaresiz” dedimse, sözün gelişi… Aslında bal gibi var olan tüm çareleri görmezden gelen, gözü kapalı ve gönüllü bir gidiştir bu…

Güzin Yalın

Bu yazı, Güzin Yalın’ın  yayına hazırlanmakta olan ‘Geri Çağıran Kentler’ adlı kitabından alıntıdır.r.

Özet
Hayallere Düşen Hayallerden Düşmeyen Kent İmgeleri
Başlık
Hayallere Düşen Hayallerden Düşmeyen Kent İmgeleri
Açıklama
Herkesin başına gelir mi, bilmem; bazen gözümü kapatınca, önümde birdenbire, aslında aklımda olduğunu hiç fark etmediğim bir şeyin görüntüsü beliriverir… Ya da herhangi bir sohbetin ortasında, konuyla hiç ilgisi olmayan bir imge düşer aklıma…
Yazar
Yayıncı
gidivermek
Yayıncı Logo
Yukarı