Zaman zaman, en çok da beni özellikle etkilemiş kentlerden birisinin özlemi içimi kaplayınca düşünürüm: “Beni ‘geri çağıran’ bu kentten bu denli etkilenmiş olmamda, o kentte birlikte olduğum insanların ne kadar katkısı vardır acaba? Çünkü sanki beni bazen mutlaka oradayken yanımda olan insanla birlikte geri çağırır kentler. Bir fotoğraf karesinde dondurulmuş, gözleri gülen bir mutlu bir yaşam anına geri gider gibi; albüm sayfalarından birlikte yaşanmış bir coşkunun resmini seçip o günle ilgili hayallere dalar gibi veya zamanı bir mutsuzluk anına geri sararak, o mutsuzluğu silip düzeltmeyi umar gibi giderim geri yani… Bu durumda, geri çağırılmalarda insanın bir kenti paylaştığı kimselerin payı büyüktür diye düşünüyorum. Çünkü galiba zaten işin sırrı biraz da, o resimlerdeki sevdiğinle birlikte tasarlamış olmaktadır her gidişi; bir kenti sevdiğinle birlikte yaşamış olmaktadır. Kimi zaman gerçekte, kimi zaman hayalde; anlattıkların, aktardıklarınla ama her seferinde geri dönmek isteyecek kadar yoğun ve keyifli ve derinlikli… Hatta bazen geri dönüşün en geçerli nedeni aslında budur…
Ya da, daha beter bir soru; bir kenti birlikte yaşadığın insan yanında (ve hatta artık yaşamında) olmadan o kente geri dönmek nasıl bir duygudur acaba? Yanında o “çok sevgili” ile gidilen kentler daha lezzetlidir şüphesiz ve onunla yaşanan, onunla paylaşılan kent maceraları tüm bu tutkunun en güzel özetidir. Onun sayesinde ulaşılan kent köşeleri veya ulaşılamayanlar seni kente geri çağıran nedenlerin başında gelir. Ama belki de, eğer bir kenti kaybetmek istemiyorsa insan, oraya yokluğunda acı çekeceği birisiyle gitmemeli… Sonradan kentin onsuz haline dayanamayıp “Keşke onunla gitmiş olmasaydım; şimdi bir mutluluk adresini daha ebediyen kaybettim” dememeli…
İnsanın içinde sonsuz bir boşluk duygusu uyandıran bir yokluktur bu; kentin siluet resminden, kent kurulalı beri hep var olan, ona kimlik ve gerçeklik katan; bildiğin ve alıştığın, artık “senin” olan bir noktanın silgiyle silinmesi gibi… Aslında sorduğum bu sorunun cevabı, sevgilinin yokluğunda onsuzluğun size ne ifade ettiğine bağlı tabii ama aranızda bir de bir kentle paylaşılanlar yaşanmışsa, başka bir ortamda hiçbir şey ifade etmeyen “onsuzluk” bile bir anlam ve duygu yüklenecektir o kente her yalnız geri gittiğinizde… Çünkü düşünecek olursanız, mutlaka yaşadıklarınızı paylaştığınız insanın o kente bakışı, yaşama bakışı ve size bakışı, kentle ilgili anıların oluşma biçimini, sizin o kentten içinizde taşıdıklarınızı, o kente ait imgeleri etkilemiştir. E, hala o kente geri gitme durumunuz söz konusu olabiliyorsa, tamamen ayıklayıp temizlemek bir kentin ve bir insanın hissettirdiklerini çok da mümkün değilmiştir demek ki… Büyük olasılıkla, o kente ilk kez birlikte gitmiş, hatta gitmek için o kenti birlikte seçmiş ve kent üzerine gitmeden kurulan hayallerin tümünü birlikte kurmuşsunuzdur… Onunla birlikte olduğunuz için kent size çekici görünmüş, onun yanında olduğunuz için bir manzara güzel gelmiş veya birlikte yaptığınız için bir keşif daha gizemli olmuştur. Kenti paylaştığınız özel birisi var olduğu için kentin yaşamına “gerçek” bir şekilde katılmış, “o” sizinle birlikte olduğu için kendinizi kentin bir parçası haline gelecek kadar rahat hissetmişsinizdir. Kısacası, sevdiğiniz insan içerisinde olduğu için, o kent bir anlam kazanmıştır… Bu durumda tabii ki, sizi geri çağıran o kentin kendisi değil de, geçmiş sevginizin bir anısı veya kaybettiğiniz paylaşma büyüsünü arama dürtüsü de olabilir pekala… Acaba kent kendini ele verir mi böyle bir durumda; kenara çekilip meydanı hayalinizdeki anıların aslında kendine ait olmayan bölümüne bırakır mı; ya da sevginizle ilgili sizden habersiz biriktirdiği emanetleri önünüze koyar mı? Zannetmiyorum; sizi geri çağırıp oraya kadar geri getirmeyi başaran bir kent, gözünüzde yok sayılmayı kabul etmeyecektir doğal olarak… Artık aranızda olmayan sevgili zaten hiç var olmamış gibi sizi ağırlayıp mutlu ederek, şaşırtıp tedirgin ederek ve bağrına basıp kabul ederek bir daha seferki gelişin başrolünde olmayı deneyecektir…
Evet, kent gerçekten bazen de sevdiğinizdir… Onunla gittiğinizdir, onunla gezdiğiniz, birlikte beğendiğinizdir… Ve yalnızca budur… O kenti, sevgili rehberiniz olduğu için iyi tanımış, o anlattığı için öykülerine karışmış, birlikte olduğunuz için sokak satıcısının sattığı salepten veya lüks bir akşam yemeğinde içtiğiniz şaraptan tat almış, yanınızda o olduğu için limandaki gemilerini veya camları buğulanmış fırınlarını sevmişsinizdir… Ve sonra o kent, sevdiğinizi kaybettiğinizde de, sanki sizin başınızdan hiçbir şey geçmemiş gibi yerinde kalır ve yalnızca ikinizin bildiğini sandığınız sırlara başından beri nasıl da ortak olmuş olduğunu size, her nefes alışta bir kez daha hatırlatır, yaşatır… Ya yardan, ya kentten vazgeçmek gerekir acı çekmemek, o güzelim “geri dönüşü” işkenceye çevirmemek için ki, bu da çok nadir mümkün olur; sevgiler, ister kentlere, ister insanlara duyulmuş olsunlar, çok zor biterler çünkü… Aslında bu durumda, o kent sevdiğiniz olmadığında da iyi ki vardır çünkü artık olmayan sevgili biraz da bu sayede sizinle yaşamaya devam eder. Ve lanet olsun ki, kent ve anımsattıkları onu unutmanıza bir türlü izin vermez…
Yaman çelişki, evet; ama belki daha da yamanı sizi geri çağıran o kente, bir başkasıyla dönmektir… Sevdiğinizin yeri boş kalmasın diye, kentin bu duruma nasıl tepki göstereceğini izleyip sadakatini ölçmek için veya sırf öyle denk geldiğinden… Nedeni her ne olursa olsun, o zaman işte, kent hakkındaki tüm ezberleri bozulup tüm beklentileri boşlukta kalabilir insanın. Bu durum çok ağır bir sınav, çok yaman bir eziyettir; eğer sevdiğiniz gerçek sevdiğiniz idiyse, kent gerçekten ikinizin kenti idiyse… Zordur ama aynı zamanda da adeta zorunludur eğer kayıplarınızı arttırmak ve kaybedilen sevgiliye bir de kaybedilen kent eklemek istemiyorsanız…
Bu durumun en katlanması zor (veya yoruma göre, belki de en hoş) tarafı, söz konusu olan kent, kendi kentiniz olduğundadır tabii… O kent sevdiğiniz yok olduktan sonra da, sizin yaşadığınız kent olmaya devam edeceğine göre, hayat sizin için çok zor olabilir eğer anımsamak canınızı acıtıyorsa. Kent sevdiğinizi sizin yanı başınızda sizden saklıyor da olsa, onu çoktan dışlayıp tükürmüş de olsa, sizin durumunuz değişmeyecektir çünkü galiba ayrılıklardan sonra her zamankinden fazla sevdiğiniz haline gelir kent; her köşesi bucağı, her gündelik macerası, yaşamın her kırıntısıyla… Ve ne zaman ki, kentler her şeyden çok sevdiğiniz insandır sizin için; o zaman kendi yaşadığınız kent en fazla sevgiliniz haline gelir. Atamazsınız, satamazsınız; kaçamazsınız… Bu gerçeğin içinizi yakan tespitinden sonra, sıra kentinizi eskisinden daha fazla sevmeye, eskisinden daha çok tadını çıkartarak yaşamaya gelir; kaybettiğiniz sevgiliye inat… Kenti suçlamak, dışlamak, terk etmek, ceza vermek yerine, onun şefkatli kollarına kendinizi bırakıp yaranızı tam da en çok kanadığı noktadan tedavi etmek en akıllıca olanıdır çünkü. Bir kent, hele de sizin kendi kentinizse, birden çok yaşam, birden çok sevgi, birden çok tutku üretebilir çünkü. Bu durumda, doğru olan ona ve tabii aslında kendinize bu şansı vermek, aynı kentten yeni aşklar üretmektir…
Güzin Yalın