Mevsim bahara yaklaştı mı, kışı nasıl geçirmiş olursa olsun, kendini soğuktan, kalın giysilerden, uzun süredir aynı şeyleri yemekten, yağmurdan kardan bıkmış ve ılık havalara özlem içinde buluyor genelde insan. Baktığınız her şeyde yeni mevsimin güzelliklerini haber veren bir şeyler görmeye çalışıyorsunuz. Gerçekten de, sıcak ve bereketli yaz günlerinin birçok müjdecisi var, insanın içine sıcaklık, aklına umut ve yaşama sevinci düşüren.
Önce havaya, suya ve toprağa düşen cemreler; ardından bulutlardan sıyrılarak daha güçlü parlamaya çalışan güneş; derken takvimde kayıtlı, iklim değişikliği belirten sayılı günler ve nihayet şen şakrak ötmeye başlayan kuşlar, sırayla üzerlerine düşen görevi yerine getirip içinizi ısıtıyorlar; yaklaşan sıcak günlerin haberini veriyorlar. Yavaş yavaş, bir yandan kemikleri ısınırken, bir yandan da kedi gibi güneşte gerinip “önüme düşen bu yeni mevsim, mutfağıma ve soframa neler katacak acaba?” diye düşünürken buluyor kendini insan. Bence buna ulaşabilmenin asıl dönüm noktası hıdrellez. Mitolojik inanca göre, Hızır bitkilere can veriyor, İlyas da hayvanları koruyor ve ikisinin isminin birleşmesinden hıdrellez bayramı doğuyor. Bu özel gün çok önemli çünkü baharın asıl müjdecisi hıdrelleze ulaşıldı mı, sonrası artık sıcak hava, olgun meyveler, yaz sebzeleri ve bol bereket…
Hıdrellez aslında, pagan dinler döneminden günümüze kadar süregelmiş bir takım inançların en güzel örneklerinden birisi. İnsanoğlunun ölümden sonra dirilme ve yeniden canlanma umudunu gösteren ve bundan dolayı, doğanın her yıl yeniden canlanmasını çeşitli etkinlikler ve ritüeller için ana motif olarak kullanan bir adet.
Nedir bu “hıdrellez” dedikleri?
Pagan, bilindiği gibi, tek tanrılı dinler öncesinde var olan inançlar, semboller, tapınma adetleri, din kuralları ve yaşam biçimlerinin tümüne verilen genel isim. Paganlar, genellikle birden fazla tanrıya inanıyorlar ve genellikle bu tanrılar doğa güçlerini temsil ediyor. Pagan dinlerin hemen hepsinde çok sık görülen bir “tanrıların gazabı” kavramı var. İşte kurbanlar ve adaklar da, bizim bugün inandığımız dinlerin ritüelleri arasına bu inançlardan ulaşmış olgular ve zaten bugün de tanrının gazabına engel olmak için uygulanıyorlar.
Pagan inançların kurban ve adak kadar sık rastlanan ve yeme-içme kültürünü etkileyen bir başka özelliği de, kutlama ayinleri ve şenlikler. Zaten çoğu zaman, kurbanlar da böyle şenlikler sırasında tanrılara sunuluyor. Yani aslında tüm sistem, doğa güçlerinin gönlünü hoş tutmaya ve bu amaçla, onlara armağan olarak değerli varlıklar sunmaya dayanıyor. İster adak olarak sunulsun, isterse bir şenlikte birlikte tüketilsin, o toplum için değerli ve önemli olan bir şeyleri onlar için feda ederek ve yine onlar uğruna paylaşıma sunarak tanrıların gazabından korunmak, pagan topluluklar için dini bir ritüel haline gelmiş.
İnsanlığın ortaya çıktığı günden beri yaşanan en büyük korkuların başında aç kalmak geldiği ve en büyük insani başarılardan birisi, her ne koşulda olursa olsun yiyecek bir şeyler bulup doymayı becermek olduğu için, bereket getiren bahar aylarının özel bir önemi var. İşte Hıdrellez, bu gerçeğin bir sembolü olarak, günümüze kadar gelen ve doğadaki canlanmayı kutsayan ve kutlayan tüm pagan adetler arasında en ilginçlerinden birisi. Çünkü bahara ulaşmanın verdiği mutluluğun ve bu sevinci paylaşmanın bir dolu yiyecek eşliğinde kutlandığı coşkulu bir şenlik aslında hıdrellez.
Hıdrellez, Mezopotamya, Anadolu, İran, Yunanistan ve Doğu Akdeniz çevresindeki ülkelerde kutlanan bir bayram. Her ne kadar bu, İslamın resmen kabul ettiği, yani Kuran’da yeri olan dini bir bayram değilse de, bir bahar bayramı olarak kabul edilen bu günü kutlama adeti, ülkemizde de, Balkanlar’da da, Ortadoğu’da da Müslüman halk arasında, aşağı yukarı aynı metotlarla binyıllardır sürdürülüyor ve zaten Hızır, İslamda bir veli olarak kabul ediliyor. Öte yandan, bazı kaynaklar, hıdrellez adetini, sözü geçen bölgelerin hepsinde yaygın biçimde yerleşmiş olan Çingene topluluklarına mal ediyor, ki bu da hıdrellez geleneğinin dinler üstü özelliğini çok güzel ortaya çıkaran bir gösterge. Zaten hıdrellez günü, çok benzer biçimlerde, Ortodoks Hıristiyanlar tarafından Aya Yorgi, Katolikler tarafından da St. Georges günü olarak kutlanıyor. Ayrıca, hıdrellezin, farklı yerlerde, örneğin İran’da veya bazı Doğu Akdeniz ülkelerinde, nevruz ve mesir gibi, küçük farklarla, değişik tarihlerde, değişik mitolojik karakterlere adanmış olarak ve değişik isimlerle gerçekleştirilen benzerleri de var. İlginç olan, bu kutlamaların hepsinin, hem bazı yiyecekleri kutsayan şenlikler, hem de doğanın yeniden dirilişini kutlayan bayramlar olarak yaşanıyor olması. Bu yanlarıyla, kesin olarak, eski Yunan ve Roma uygarlıklarına ait Demeter ve Bacchus gibi bir takım mitolojik bereket tanrıları/tanrıçaları için yapılan şenlikleri anımsatıyorlar.
Görüldüğü gibi, hıdrellezin ilk tam olarak hangi toplumda başladığını söylemek zor çünkü uygarlık ve kültüre ait birçok uygulama gibi, aynı anda, birbirinden habersiz olarak birden çok yerde ortaya çıkmış olması kuvvetle muhtemel. Bir inanca göre, İbraniler aracılığıyla, Suriye ve Mısır üzerinden Yunanistan’a, buradan da Anadolu’ya geçtiği kabul ediliyor. Bir başka düşünce de, İran kökenli olup Anadolu üzerinden diğer bölgelere yayıldığını savunuyor hıdrellezin. Aslında büyük olasılıkla, her ikisi de yanlış değil, çünkü söylediğim gibi, benzer kültür ve iklim özelliklerine sahip topraklarda, bu tür geleneklerin birbirinden bağımsız ama eşzamanlı olarak ortaya çıkmış oma olasılıkları çok yüksek. Sonuç olarak, gerçek kökeni her neresi olursa olsun, önemli olan hıdrellezin neredeyse beş bin yıllık bir gelenek olduğu.
Hızır ile İlyas elele verince
Hıdrellez, aynı zamanda Hızır aleyhisselamdan türlü iyiliklerin de beklendiği bir gün. Hızır (ya da Hıdır), Kuran’da Hz. Musa’ya yol gösteren veli, yani kutsanmış ulu kişi olarak karşımıza çıkıyor. Aslında el-hızr veya el-hazr Arapçada yeşillik anlamına gelen, yani çokça baharı ve canlanan doğayı anlatan bir kelime. Halk arasındaki inanca göre ise Hızır, insanoğlunun ölüm karşısındaki çaresizliğinin ve arayışının karşılığı, yeniden doğuşun bir sembolü olarak, Ortadoğu mitolojisinin temel unsurlarından birisi; bitkilere baharda can veren ve karada yaşayan tüm mahlukata başları sıkışınca yardıma koşan bir veli, bir anlamda Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi. Hızır’a Müslümanlıkta atfedilen bu özellikler, tarih öncesi mitolojik tanrıların; bir başka deyişle pagan dinlerin tanrılarının sahip oldukları özelliklere çok benziyor: Her yerde hazır olup her şeyi görebilmek, sıkışanın yardımına yetişebilmek, insanlığa bolluk ve bereket getirmek gibi. “Boz atlı Hızır”, muhtaçlara yardım eder, açları doyurur, hastaları iyileştirir, bolluk ve bereket getirir; zaten, “kul sıkışmadıkça, Hızır yetişmez!”
Öte yandan, yine halk inancının ulu kişilerinden bir diğeri olan İlyas aleyhisselam ise, hayvanların koruyucusu ve denizde başı dara düşenlerin yardımcısı. Bu iki önemli kişi birlikte abıhayat, yani hayat suyunu içerek, ölümsüzlüğe ulaşmışlar ve ikisinin isminin bir arada söylenmesinden hıdrellez bayramı doğmuş. Hızır ile İlyas, her yıl mayıs ayının 5’ini 6’sına bağlayan gecede, bir gül ağacının altında buluşup doğanın yeniden canlanmasını, yani baharın, bolluğun ve bereketin gelmesini sağlarlar. Bu nedenle, 6 Mayısta bu mutlu olay çeşitli şenliklerle kutlanır; kısacası hıdrellez, yeniden doğuşu, doğanın canlanmasını kutlayan bir bayramdır.
Hıdrellez yalnızca 6 Mayıs günü bir şenlik ve eğlence olarak kutlanmakla kalmaz; Türkiye’nin değişik bölgelerinde uygulanan farklı adetler, birkaç gün öncesinden başlar. Büyük kentlerde giderek azalmakla birlikte, köylerde ve küçük yerleşim merkezlerinde hiç aksatmadan gerçekleştirilen hıdrellez uygulamaları var. Hemen her yörede mutlaka geçerli olan bir adet, hıdrellezden önceki gün dip köşe bir bahar temizliği yapılması. Evler, bahçeler ve mutfaktaki kap-kacak, Hızır’ın uğraması umuduyla temizlenip hazırlanıyor çünkü Hızır’ın temiz olmayan eve girmeyeceğine ama geldiği eve de bereket, bolluk, sağlık ve mutluluk getireceğine inanılıyor. Temizlik bununla da kalmıyor, giysiler de yıkanıp temizleniyor; hatta olabildiğince yenileniyor.
Yine yaygın olarak uygulanan bir başka gelenek, hıdrellezden önceki gecenin, yani 5 Mayıs gecesinin ibadet edilerek geçirilmesi. Hıdrellez sabahı erken kalkmanın uğuruna inananlar da çok. Genellikle sabah ezanından önce olmak üzere, kabir ziyareti yapılması ve ölülerin ruhu için dua okunması da, yaygın uygulamalardan. Bu adetler yöreden yöreye küçük farklılıklar gösteriyor. Örneğin, Kaz Dağları ve çevresinde, bu kabir ziyareti sırasında, mevsimin başından beri dokunulmadan bu güne saklanmış gülleri toplayarak, ölülere sunmak geleneği var. Bu yörede yaşayan Türkmenler, hıdrellez sabahı geleneksel giysilerini giyerek, çoluk çocuk hep birlikte, topladıkları kucak dolusu güllerle mezarlığa gitmek adetindeler. Böylece mezarlığı adeta bir şölen yerine döndürmüş ve hıdrellezi ölüleriyle birlikte kutlamış oluyorlar. Sanırım bu adet, yeniden doğuşa inanılan pagan dönemlerden kalan bir alışkanlık. Ziyaretin sonunda, yalnızca ölülerin ruhu için dua etmekle kalmayıp yine onlar için, mezar başlarında kahveler pişirip içen ve bu kahveyi yoldan geçenlere de ikram eden Türkmenler, yılın bu en keyifli gününe kaybettikleri yakınlarını da böylece dahil ederek, bir anlamda, onları bir günlüğüne de olsa, yeniden yaşama döndürmüş oluyorlar.
Hıdrellez günü, bayram olduğu için, ellere ve ayaklara kına yakmak; huzur ve yeni başlangıçları sembolize ettiği için, dargınları barıştırmak; Hızır geldiğinde rahatça girebilsin diye, evlerin kapı ve pencerelerini açık bırakmak; mutlulukları pekiştirmek niyetiyle, nişanlılar arasında hediyeler göndermek; kısmetleri açılsın diye, gelinlik kızların başının üzerinde kilit açmak ve Hızır’ın o gün Tanrı’dan istenenlere aracı olacağına inanıldığından, dileklerin yazıldığı kağıtları akarsuya veya denize bırakmak da hemen hemen her yörede sürdürülen geleneklerden. Karadeniz yöresinde, dilek kağıdını denize atanın mavi gözlü genç bir kız olmasına dikkat edilirken, birçok başka bölgede de, dilekler ve niyetlerin yazılı olduğu kağıtlar, bir önceki geceden bahçedeki bir gül ağacının altına bırakılıyor; Konya ve çevresinde, bu uygulama, kağıdı bir taşın altına koymak şekline dönüşüyor. Birçok yörede ortak olan bir başka gelenek de, “niyet çömleği” yapmak. Genellikle içi su dolu bir çömleğin içerisine kendilerine ait bir yüzük veya başka bir takıyı atan genç kızlar, çömleğin ağzını tülbentle bağlayıp bir gül ağacının altına bırakıyorlar. 6 Mayıs sabahı erkenden çömleğin yanına gidip sütlü kahve içerek, ağızlarının tadının bozulmaması için dua ediyorlar. Böylece, tüm doğanın yeniden canlanarak yeşerdiği hıdrellez gününde, kendi talihlerinin de açılıp yeşereceğini umuyorlar. Gül ağacının altına bırakılan dilekler, bazen de, bir kağıda yazılmak yerine, bir objeyle canlandırılıyor. Ev sahibi olmak isteyenler, bir ev maketi; çocuk sahibi olmak isteyenler, küçük bir bez bebek; sevgilisine kavuşmak isteyenler, bir kız bir erkek figürün yan yana çizildiği bir resmi bırakıyorlar gül ağacının altına.
Hıdrellez günü, yapılan kutlamalar arasında, birçok yerde mutlaka görülen bir tanesi de, ateş üzerinden atlayarak dileğini tekrarlamak şeklinde. Bu adet de kökenini, aslında yukarıda saydığım pek çok diğer uygulama gibi, Müslümanlık öncesi pagan inançlardan alıyor. Nasıl mezarlık ziyareti atalara inanmanın ve suya niyet atmak, suya inanmanın sonucunda oluşmuş geleneklerse, ateşten atlamak da ateşe inanmanın sonucunda ortaya çıkmış bir adet. Türklerin, İslam öncesi dönemde mevcut olan pagan inançlarına göre, yılın bereketli olabilmesi için iki maddenin, hava ve suyun, kutsanması gerekiyor. Her ikisinin de yeterince efsunlanarak, doğayı yeniden canlandıracak hale gelebilmesi için belirli bir sıcaklık gerekiyor ve işte bu sıcaklığı da ateş sembolize ediyor. Ateş aynı zamanda, yaşamın devamını sağlayan evin ve ocağın da sembolü. Ve o ocağın gerçek anlamda kutsanması için, bu dünyadan göçmüş atalarımızın da onayı gerekiyor.
Bir de hıdrellezde yapılmaması tavsiye edilen şeyler var.Ülkemizde pek çok yörede sürdürülen çeşitli uygulamalara göre, hıdrellez günü, çamaşır yıkanmaz; bunun yerine kışlık giysiler güneşli havada havalandırılır. Ayrıca, Hızır’ın aracı olup evinize getirdiği nasip süpürülüp gitmesin diye, ev süpürülmez; bu ve benzeri temizlik işlerinin bir gün önceden bitirilmiş olması gerekir. Her ne kadar bunlar İslamın zaten yasakladığı şeylerse de, hıdrellez gününde özel olarak dikkat edilen bir konu da, kötü alışkanlıklarla ilgilidir; hıdrellezde kumar oynanmaz; alkollü içki içilmez. Yine hıdrellez günü, eve kuru çalı-çırpı sokulmaz. Ayrıca pek çok yörede, bu günde, bağ ve bahçelerde çalışılmaz; tarlaya gidilmez.
Hıdrellez denen büyük piknik
Doğanın canlandığı ve yeşerdiği, bereket ve bolluğun sembolü olan bir günün en güzel kutlaması açık havada ve yeme-içmeyle olacağından, hıdrellez günü, bir büyük piknik şöleni şeklinde, açık havada yiyip içilerek geçer. Hıdrellez kutlaması için, genelde bir su kenarında, yeşilliği bol bir alan seçilir. Bu tür alanlara “hıdırlık” denir ve Anadolu’da hemen her yerleşim merkezinde bir hıdırlık mevkii mevcuttur. Böyle alanlarda yer alan ağaçlardan bir kısmının, bir süre sonra üzerine çaputlar bağlanan ve diplerine bir şeyler bırakılan dilek ağaçlarına dönüşmesinin nedeni de zaten budur.
Hıdrellez için yapılan yiyecek hazırlıkları da, tüm diğer hazırlıklar gibi, bir gün önceden başlar.Bazı yörelerde, Hıdrellezden bir gün önce oruç tutulur. Bir gün sonrası için piknik tüketimine uygun kuru yiyecekler hazırlanır. Yumurta kaynatılır; katmer, börek gibi hamurlu yiyecekler hazırlanır; bazı yörelerde irmik helvası yapılır. İrmik helvası yapılmasının, o günü, ölmüş atalarla birlikte kutlama isteğiyle ilgili olduğunu; helvanın, başka durumlarda olduğu gibi, hıdrellezde de, ölülerin ruhu için yapıldığını düşünüyorum. Yumurtanın hıdrellez sofrasının vazgeçilmez bir maddesi olmasıysa, büyük olasılıkla yalnızca pikniğe uygunluğundan değil; aynı zamanda, yine pagan adetlerden Hıristiyanlığa taşınmış bir bayram olan paskalyanın da yakın tarihlerde ve benzer biçimde kutlanması ile ilişkili. Börek ve benzeri unlu yiyeceklerin bir gün önceden hazırlanmasının nedeni ise, hıdrellez gününde un elemenin ve ekmek yapmanın uğursuzluğuna inanılması. Birçok yörede, hıdrellez günü akşama kadar un kabına veya hamur tahtasına el bile sürülmüyor. Bazı bölgelerde, hıdrellez sabahı, masanın üzerine bir gece önceden serilen unun üzerinde bir işaret ve iz aranıyor. Eğer dümdüz serilmiş olan unun üzerinde herhangi bir iz oluşmuş ise, gece evi Hızır’ın ziyaret ettiğine ve yıl boyunca evde bolluk ve bereket olacağına inanılıyor. Bu bereketi komşularla paylaşmak içinse, akşama kadar beklenip akşam masanın üzerindeki undan “Hıdır lokması” denen bir pişi yapılıyor ve komşulara dağıtılıyor. Benzer bir deneme de yoğurtla gerçekleştiriliyor; geceden her zamanki kabına yoğurt çalınıyor ama sütün içerisine maya koyulmuyor. Eğer buna rağmen yoğurt tutar da mayalanırsa, bu işte Hızır’ın parmağı olduğuna, gece evi ziyarete gelip yoğurdu mayaladığına, yani yıl boyunca o evde bolluk ve bereket olacağına inanılıyor.
Hıdrellez sofrasının diğer vazgeçilmezleri, başta taze sarımsak ve yeşil soğan olmak üzere, baharın tüm taze bitkileri, yeşillikleri ve o gün için özel kesilmiş taze bahar kuzusu veya oğlak eti. Her ikisi de, doğanın yeniden canlanıp yeşermesini ve baharın gelişini sembolize ettikleri için vazgeçilmez unsurlar. Genel olarak, Hızır’ın gezdiği, ayağının bastığı yerlerde otlayan kuzuların etinin insana sağlık ve canlılık vereceğine inanıldığı için, baharın ilk kuzusu yenirse, yıl boyunca sağlık ve şifa bulunacağına inanılıyor. Bazı yörelerde de, aynı nedenle, kuzu etinin yanında, taze kuzu ciğeri de yeniyor. Yine sağlık için yapılan şeylerden birisi de, hıdrellez günü, kırlardan toplanan bazı bahar otlarını ve çiçeklerini kaynatarak, suyunu içmek. Bazı yörelerde, şifalı olduğu için, ısırgan otu özellikle sofralarda yer alıyor; yemeğinin yapılmadığı yerlerde kaynatılıp suyu içiliyor. Bazı yerlerde de, hıdrellezin hemen ertesindeki günlerde toplanan kekiğin sağlığa çok yararlı olduğuna inanılıyor.
Hıdrellez ile ilgili yeme-içme uygulamaları arasında benim en çok sevdiğim, bazı yörelerimizde hâlâ sürdürülen, sembolik yiyecekler hazırlama geleneği. Bu geleneğe göre, hıdrellezde, yıl boyunca sürecek ağız tadı için tatlı, sevenlerin sarılması için sarma, ambarların dolması için dolma pişiriliyor. Hıdrellez günü boyunca, “S” harfinin uğuruna ve Hızır’ın “S” harfiyle başlayan yiyecekleri sevdiğine inanıldığı için, Türkiye’deki uygulamada, hıdrellez sofrasında, genellikle süt, soğan, sarımsak, salep, sarma, simit, sütlaç, sucuk, salatalık gibi “S” harfiyle başlayan yiyeceklerden en az yedi tanesi eksik edilmiyor. Böylece, Hızır’ın bu sofralara uğrayacağına inanılıyor. Bazı bölgelerde, günün sonunda tahta kaşıklar ateşe atılıyor ve yanmayan kaşık olursa, Hızır’ın sessizce o sofraya gelip oturmuş olduğuna inanılıyor.
Hıdrellezin farklı yeme içme gelenekleri
Hıdrellez’deki yeme-içme geleneklerinin hepsi, yiyeceklerin kendisiyle ilgili değil; sofra adabına ait olanlar da var. Bir kere, hıdrellez günü, tüm ailenin mutlaka birlikte sofraya oturarak, beraber yemek yemesi şart. Bu özel günde, açların doyurulması da, muhakkak yapılması gerekenler arasında. Ayrıca, duaların ve isteklerin kabul olması için, bir gün önceden oruç tutarak, hıdrellez şenliğine hazırlanmak da, çok yaygın bir uygulama ki, eğer hıdrellezi, Hıristiyanlığın pagan adetlerden kalmış benzer bir uygulaması olan karnavallarla kıyaslayacak olursak, hazırlıkların bu boyutunda önemli bir yakınlık olduğunu görürüz, çünkü dünya üzerinde gerçekleşen karnavalların hepsinde, ya oruçtan önce hazırlık olarak veya orucun ardından kutlama olarak, hıdrelleze benzer bir şenlik yapmak temel uygulamadır. Anadolu’nun bazı yerlerinde de, hıdrellez günü aynı amaçla kurbanlar da kesilir. Daha önceden adanmış bir adak da olsa, o gün için kesilen bir kurban da olsa, kurban kesimi mutlaka, “Hızır hakkı” için yapılmalıdır ki, Hızır’ın inayetine nail olunabilsin.
Hıdrellezde Hızır’ın ilgisini çekebilmek için yapılanlar arasında, yiyecekle ilgili olanların başında, yiyecek ambarlarının, kilerlerin kapılarının ve yiyecek-içecek kaplarının kapaklarının açık bırakılması gelir. Bu davranışın, bir davet anlamına geldiğine ve Hızır’ın bu davete uyarak, açık bulduğu kapılardan içeri bereket akıtacağına inanılır. Aynı umutla, bahçelerdeki ağaçlara, kuru baklagillerle dolu torbalar asılarak, Hızır’ın kamçısıyla bunlara dokunup bereket getirmesi beklenir.
Tüm bunlarla ilgisi olmayan bir yiyecek muzipliğini de aktaralım son olarak; bazı yörelerde, hıdrellez pikniği için kırlara gidildiğinde, yanındakinin hıdrellez azığını çalmak da bir adettir.
Ben genel olarak, geleneklerin korunmasından yana olduğum ve özellikle yeme-içme kültürüne ait uygulamalar konusunda, ailemden de böyle gördüğüm için, hıdrellez de dahil olmak üzere, insan yaşamına umut, coşku ve hoşluk katan tüm adetlerin gereğinin yapılmasından yanayım. Bazen bir piknik, bazen bir niyet kağıdı; kimi zaman bahar kuzusundan bir lezzet, kimi zaman yalnızca, zaten yapılacak olan bahar temizliğini Hızır’a adamak… Bence tam olarak ne yaptığınız zaten önemli değil; önemli olan ve size de önerdiğim, böyle bir hoşluk olanağı varken, bunu yaşantınıza bir şekilde katmanız. Kim bilir, belki annemin hâlâ yaptığı gibi, hıdrellezin bir “büyük kent uygulamasını” yapar ve dostlarınıza bahar mönülü bir ziyafet verirsiniz veya belki de yalnızca bir dilek tutup bir çömleğin içerisine yerleştirirsiniz.
Güzin Yalın
Bu yazı Güzin Yalın’ın Ruhun Gıdası Kitaplar tarafından basılan Mutfaktan, Tabaktan, Sokaktan adlı kitabından alınmıştır.