Görüntülenme Sayısı: 3
Çocukluğumda, gece yatağa girdiğimde odama koridordan sızan hafif ışık bazen hayallerimi zenginleştirmeye bazen de benden büyük kardeşlerimin anlattığı vampir öykülerini anımsatarak korku duymama neden olurdu. Belki de karanlığın belirsizliğine ve zorunlu olarak uykuya geçişe karşı bir direnç olarak korku duyardım. İşte o zamanlarda duvardaki hafif gölgeler veya minik çizik gibi çatlaklar bana hayaller kurdurup düşlerimi renklendirirdi. Bu yüzden, duvarlara baktığımda gençlik günlerimdeki hayallerim aklıma gelir.
Aslında yıllar geçtikçe duvarların bende yarattığı bu çağırışımın ne denli çocuksu olduğunu da fark etmişimdir. Çünkü yetişkin hayatta duvarlar insana güvende olmak kadar kısıtlanmayı, üzülmeyi, sıkılmayı da anımsatır. Sanata verdikleri ilham da genelde bu yönde olmuştur. Örneğin Attila İlhan, “II. Dünya Savaşı’nda kahredilen bütün dünya duvarlarına” ithafen yazdığı “Duvar” şiirinde şöyle der: “ben bir duvarım hiç güneş görmedim/sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar…../ ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler/onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık/……/ halbuki ne kadar yorgunuz/öyle bakmayın bu yaralar şerefli yaralar değil/ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz/…./”
Jean-Paul Sartre’ın “Duvar” öyküsü de duvar önünde kurşuna dizilenleri anlatan ünlü eserlerden birisidir. Bu öyküde karşımıza çıkanlar direnerek ölüme gidenler mi yoksa ölüme direnenler midir, kim bilir? Yıkılan duvarlar ise yaşamları bir anda ya da bir gecede değişen insanları anlatır çoğunlukla. Örneğin, Georges Moustaki’nin “L’homme au coeur blessé” şarkısında, dostlarını yitirmiş, yüreği yaralı bir adam evinin dört duvarının artık yokluğu koruduğundan söz eder. Şarkılarla, kahkahalarla geçen günler geride kalmıştır. Yaşlılık biraz da evinin dört duvarı arasında yalnızlıktır.
Geçen gün bir arkadaşım ile sohbet ederken konu bugünün anne-baba ve çocuklarına geldi. Günümüzde her çocuğun bol miktarda okul dışı spor ve sanat aktivitelerinin var olduğundan ama özünde çok gerekli gibi görünen bu durumun fazlasıyla abartıldığından söz edildi. Aslında aileler buna “hobi” deseler de çocuk ve gençler için bu yalancı hobiler “fobi” olmuş durumda. Çocuklar sürekli bir yerden bir yere koşturulup, çalışıp didinmekteler; harcanan paralar da ebeveynler tarafından ayrıca düşünülmesi gereken bir konu. Oysa o gençler veya çocuklar, benim çocukluğumda olduğu gibi, hiç değilse hafta sonunda dinlenseler, “duvarlardaki çatlaklara” baksalar biraz, hayaller kursalar… Her çocuğun kendi farklı duvarında gördüğü bir hayal onun yaratıcılığını kamçılasa, yalnız kalma kapasitesini geliştirip düşünmesine yardımcı olsa, fena mı olur? Hobiler işte asıl o zaman gerçekleşir; zaman böylece yavaşlar belki ama sıkıntı ile birlikte yaratma durumu da ortaya çıkar. Kısacası, eğer izin verilirse duvarların yarattığı çağrışımlar ve anımsattığı duygular insanın çok yaratıcı ve keyifli olmasına da yol açabilir. Çünkü aslında masalarda edilen sohbetler, boş duvarlara bakarak kurulan hayallerdir gerçek yaşam gustomuzu ve yaratıcılığımızı ortaya çıkartan. Evet, böylece zamanı yavaşlatmış oluruz belki ve onu ne kadar yavaşlatırsak o kadar sıkılırız ama Edip Cansever’in dediği gibi ‘’Sıkıl be! Herkes sıkılamaz!/Sıkıl ki bir şeyler yaz./Yaz, yarat, yaşadığını hisset.”
Füsun Aygölü