Edith Piaf

11 Mart 2025

Görüntülenme Sayısı: 26

Siyah giysisiyle, etkileyici el hareketleriyle ve çok güçlü sesiyle onun sahnedeki hali birçoğumuzun belleğinde derin yer etmiştir. Sanatını sağlığının bile üstünde tutan adeta şarkı söylemek için yaratılmış bu ufacık, kırılgan kadın ölümünden bunca yıl sonra bile ününü sürdürmekte, efsaneleşmiş yaşamı tiyatro oyunlarına, filmlere konu olmaktadır.

Edith Piaf, gerçek adıyla Edith Giovanna Gassion, 1915’de Paris’in Belleville semtinde doğar. Anne ve babası, dünya savaşı sırasında Almanlar tarafından Belçika’da kurşuna dizilen İngiliz direnişçi, hastabakıcı Edith Cavell’in anısına ona Edith adını koyarlar. Sirkte akrobatlık yapan, “kafası üzerinde yürüyen adam” diye ünlenen babasına turnelerde eşlik eder. Yarı İtalyan yarı Tiflis’li göçmen ailesinden olan, kabare şarkıcısı, alkolik ve uyuşturucu kullanan annesi ona ilgisizdir, bu da ona acı verir. Küçük Edith göz iltihabı yüzünden geçici olarak kör olur. Babası onu Normandiya’da kendi annesine ait bir “ev”e bırakır. O evde kendisine bakan kadınlar aslında fahişelerdir, babaannesi de evi işletmektedir. Bakım, tedavi ve rivayete göre babaannesi tarafından sık sık götürüldüğü Lisieux Katedrali’nde iyileşmesi için edilen dualar sayesinde gözleri açılır. Edith ömür boyu dinine sıkı sıkıya bağlı, katedralin sonradan azize mertebesine yükseltilen rahibesine müteşekkir kalır, boynunda hep onun madalyonunu taşır.

Henüz yedi yaşındayken babası onu yeniden yanına alır, Belleville’e geri dönerler. Dokuz yaşına geldiğinde babası onun eşsiz sesini keşfeder. Sokaklarda, evlerin avlularında üç beş kuruş için şarkı söylemeye başlar. Sokakta şarkı söylerken yanlarından geçmekte olan Louis Leplée onun sesinden etkilenir. Leplée’nin Champs-Elysées yakınlarında “Gerny’s” adlı bir kabaresi vardır. Onu sefaletten çıkarıp kabaresinde halka tanıtır. Ne yazık ki Leplée birkaç ay sonra evinde öldürülür ve “La Môme” (çocuk, genç kız) adını verdiği Edith’in de katillerle işbirliği yaptığından kuşkulanılsa da aklanır. Ancak artmakta olan şöhretinin yanı sıra işverenini ve güvendiği dostunu yitirmiştir.

1930’da, on beş yaşında iken babasını tamamen terk eder, aynı odada yaşadığı, “Momone” lakaplı, dostu, sıra dışı Simone Berteaut ile sokaklarda şarkı söyler. Aslında Edith şarkı söylerken Simone pencerelerden atılan bahşişleri toplamaktadır. 1932’de ilk büyük aşkı garsonluk yapan Louis Dupont ile karşılaşır. İkisi önce Belleville’de, Dupont’un annesinin evine yerleşirler sonra sık sık yer değiştirirler. Piaf hamiledir, ancak sokaklarda, “bal musette” lerde valsler, tangolar ve “java”lar söylemeyi sürdürür. Bu birliktelikten 1933’de, iki yaşına geldiğinde menenjitten kaybedeceği tek çocuğu Marcelle doğar. Bu dönemde Piaf, para için hizmetçilik, çıraklık gibi işler yapmayı denese de sokaklarda, kışlalarda, fahişelerin devam ettiği barlarda şarkı söylemeye devam eder.

Yıl 1936’dır, Edith’in söz yazarı Raymond Asso ile tanışması, duygusal ama özellikle profesyonel bir ilişkiye başlaması onu bir kez daha sokaktan kurtarır. Asso “La Môme” u yeniden yaratır. Şarkıcı Marie Dubas’nın da desteğiyle “Mon Légionnaire” parçası ortaya çıkar. Asso, Edith’in hayatını yoluna koyarken sesini de eğitir. En önemlisi onu çok değerli genç piyanist ve besteci Marguerite Monnot ile tanıştırır. İkisi arasında sağlam ve yaratıcı bir dostluk başlar. 1937’de o yılların ünlü ABC müzikholünde büyük başarı kazanır. Artık sefalet bitmiş, başarılarla dolu bir kariyer başlamıştır.

İkinci Dünya Savaşı başladığında, plaklarıyla ve sahne performanslarıyla kendini bütünüyle mesleğine vermiş Piaf Paris’tedir. Asso askere alınır. Edith, hayranı ünlü tiyatro yazarı Jean Cocteau’nun onun için yazdığı “Le bel indifferent” da (Güzel İlgisiz) oynamaktadır. Oyunda rol arkadaşı o sırada sevgilisi de olan ünlü sinema oyuncusu Paul Meurisse’dir.  Edith bazı filmlerde rol alsa da önceliği hep şansonlardır. Bir başka söz yazarı Michel Emer onun için “L’Accordéoniste” i yazar. 1941’de söz yazarlarının arasına Henri Contet girer, “Padam padam” ve “Bravo pour le clown” (Palyaçoya Tebrikler) parçaları ortaya çıkar. Mesleğinde artık ustalaşan Piaf Alman işgali sırasında da üretmeye devam eder. İki kez Fransız esirler için Berlin’de şarkı söyler. Fransa özgürlüğüne kavuştuğunda işbirlikçiliğinden kuşkulanılır. Oysa bu “apolitik” sanatçı bazı esirlerin kaçışına yardımcı olmuştur.

1944’e gelindiğinde Moulin Rouge’da sahneye kendisinden önce, gönül ilişkisine de girdiği Yves Montand’ı çıkarır, mesleği ve sanat yaşamı ile ilgili verdiği tavsiyelerle ona kariyerinin başlangıcında destek olur. Onu birçok besteci ve söz yazarı ile tanıştırır. Birlikte “Etoile sans lumière” (Işıksız Yıldız) adlı bir film de çevirirler. 1946’da Edith, Montand’ın yeteneğinin kendisini gölgelediğini düşünerek ondan ayrılır.

1947’de ABD turnesine çıkar. New York’da tanıştığı boksör Marcel Cerdan ile tutkulu bir aşka yelken açar. Ancak Cerdan’ın 1949’da uçak kazasında ani ölümü onun için büyük bir dram olur. Bu acı ölümsüz bir şansonu doğurur, “L’Hymne à l’amour” (Aşka Marş): “Mavi gök üzerimize yıkılabilir/ Dünya yıkılabilir/ Beni sevip sevmemen umurumda değil/ Tüm dünya umurumda değil/ Aşk sabahlarımı sel gibi bastığında/ Gövdem senin ellerinde titrediğinde/ Sorunlar umurumda değil/… Ayı yerinden sökmeye, hatta çalmaya gidebilirim/ İstersen eğer/ Vatanımı, dostlarımı inkâr ederim/ Bana gülebilirler, her şeyi yapabilirim/ Sen istersen eğer/ Eğer hayat seni benden alırsa/ Eğer ölürsen benden uzakta/ Beni sevip sevmediğinin önemi yok/ Çünkü ben de ölürüm.” Söylediği şansonların çoğunun beste ve sözleri başkalarının eserleri iken bu şanson tamamen kendisine aittir. İngilizceye uyarlanmış hali ABD’de de çok tutulur.

1950’de Amerikan asıllı genç sanatçı Eddie Constantine’le tanışır, birlikte çalışırlar, kısa bir ilişki de yaşarlar. Edith 1952’de şarkıcı Jacques Pills ile evlenir. Bu evlilik onun bir süre düzenli hayat sürmesini sağlar, ama bu uzun sürmez, 1956’da boşanırlar. Eski şoförü ve sekreteri, sırdaşı Charles Aznavour’un müzik dünyasında yükselişine katkıda bulunur. Onun “Jézébel” ve “Plus bleu que tes yeux” (Gözlerinden Daha Mavi) adlı parçalarını plağa okur. 1956’da New York Carnagie Hall’de yirmi iki şarkılık çok başarılı bir resital verir, artık uluslararası bir yıldızdır.

Edith Piaf 1958’de Olympia’da, “La Foule” (Kalabalık) adlı yeni bir parçayla ortaya çıkar. Bir yıl önce Güney Amerika’da bulunduğu sırada “mariaçi” orkestralarını keşfetmiş, Arjantin’den, Peru’lu Angel Cabral’ın kendisini büyüleyen bir valsiyle dönmüştür. Beraber çalıştığı söz yazarlarından bu valse Fransızca söz yazmalarını istemiş, ama hiç birini beğenmemiştir. Bir gün genç yazar, yorumcu Michel Rivgauche onu ziyarete gelir ve “Que nadie sepa mi sufrir” özgün adlı bu valsin Fransızca uyarlamasını yani “La Foule”u yazma ayrıcalığını elde eder. Parçanın nakaratı Piaf’ı alıp götüren kalabalıklar gibi dalgalanmaktadır.

Edith 1958 başlarında genç besteci, söz yazarı, şarkıcı Georges Moustaki ile bir yıl süren bir aşk yaşamaya başlar. Kişisel ve profesyonel anlamda Piaf’tan destek görme sırası bu genç ve toy adamdadır. Onun sözlerini yazdığı, Marguerite Monnot bestesi “Milord” u kaydeden Piaf büyük sükse yapar. Eylül 1958’de birlikte ağır bir trafik kazası geçirirler. Şubat 1959’a gelindiğinde Moustaki onun refakatçisi rolünden sıkıldığını açıklar ve ayrılırlar. Edith’in sağlığı artrit ve geçirdiği kaza nedeniyle endişe vericidir. Dreux’de sahnede yere yığılır. Romatizma ağrıları için kullandığı yoğun antienflamatuvarlar nedeniyle mide kanaması geçirir. Mart 1960’da ameliyat olur. Paris’e döndükten ve kısa bir süre dinlendikten sonra yeniden işe koyulur.  Ancak Eylül’de bir kez daha ameliyat olması gerekir. Yeni turnesi, rahatsızlıklar, düşmeler, uyku kürleri, sarılıkla mücadeleyle geçer.

Edith Piaf her şeye rağmen mesleğine aşkla bağlıdır. Başta yeteneğine pek inanmadığı besteci ve şarkıcı Charles Dumont ile repertuvarını yeniler. Onun 1960’da bestelediği, Michel Vaucaire’in sözlerini yazdığı “Mon Dieu” (Tanrım) adlı şanson Piaf’ın acılarla, çaresizliklerle dolu dünyasını yetkin biçimde çağrıştırmaktadır: “Tanrım, Tanrım, Tanrım/ Onu bana bırakın/ Biraz daha, biraz daha/ Bir gün, iki gün, sekiz gün/ Başlayacak ya da bitirecek kadar zaman/ Hatıralar yaratacak kadar zaman/ Hayatımı biraz doldurmak için/… Onu bana bırakın/ Yalnız bir ay için/ Birbirimize hayran olmak/ Ve bunu birbirimize söylemek için/ Aydınlanmak ya da acı çekmek için/ Tanrım, Tanrım, Tanrım/ Hata bende olsa da/ Onu bana bırakın biraz daha.”

Onun fotoğraflarını çeken Jean-Pierre Leloir son yıllarını şöyle anlatır: “Piaf hemen hemen boş bir dairede yaşamaktadır. Konfor minimuma indirgenmiştir. Bir koltuk, üzerine uzandığı bir kanape, bir piyano ve abajursuz bir lamba. Her şeyi yalnız kalmayacağı biçimde düzenlemiştir. Birkaç yakını kendilerini ona adamışlardır: Bir sekreter, bir aşçı. Demir atmış bir grup da bedavacı. O dramatik 1960 yılından sonra fareler gemiyi terk eder. Dalkavuklar çekilince geriye sadıklardan oluşan son kare kalır.”

1961’de mali sorunlar nedeniyle iflasın eşiğindeki Olympia Müzikholü’nün yöneticisi Bruno Coquatrix ondan bir dizi konser vermesini ister. Piaf, en sevdiği konser salonu Olympia’yı iflastan kurtarır ancak artrit nedeniyle ayakta durmakta, hareket etmekte zorlanmaktadır. Şarkılarını ancak morfin iğneleriyle söyleyebilmektedir. Oysa salonda onu izleyenler arasında kimler yoktur ki: Michèle Morgan, Alain Delon, Romy Schneider, Jean-Paul Belmondo, Arletty, Dalida, Georges Brassens, Michel Simon, Mouloudji, Claude Chabrol, Marlene Dietrich, Paul Newman, Duke Ellington ve Louis Armstong.

Hastalıklarla boğuşan Piaf bir kez daha tedaviyi aşkta, Yunan asıllı genç kuaför Theophanis Lambouras’ta (Théo Sarapo olarak ünlenecektir) arar. 1962’de yirmi altı yaşındaki bu gençle evlenir onu müzik dünyasına sokmaya çalışır. Olympia’da “Ça sert à quoi l’amour?” (Aşk Neye Yarar?) şarkısını birlikte söylerler. Piaf bitkin adeta bir ceset gibidir. Kendisini sahnede tutmakta direnir ama artık son derece kırılgan durumdadır. 11 Ekim 1963’de, Fransa’nın güneyindeki Grasse’da, eski dostu Jean Cocteau’dan birkaç saat önce yaşama gözlerini yumar. “L’Hymne à l’amour” şarkısında söylediği gibi “Ve dünya artık üzerine yıkılabilir.”

Ona Charles Dumont’un bestesi, söylediği son parça olan “Non, je ne regrette rien” (Hayır, Hiçbir Şeyden Pişman Değilim) ile veda edelim: “Hayır, hiçbir şeyden pişman değilim/ Ne bana yapılan iyilikten, ne de kötülükten/ Hayır, hiçbir şeyden/ Ödendi, süpürüldü, unutuldu/ Geçmiş umurumda değil/ Anılarımı ateşe verdim/ Acılarımı, zevklerimi/ Artık onlara ihtiyacım yok… Sıfırdan Başlıyorum/ Çünkü hayatım bugün senle başlıyor.”

by gidivermek

Kaynaklar:

Yukarı