Sanırım benim için fare hala her şeyden önce Miki Fare, yani günümüzde bile masal kahramanımız olan ünlü “Mickey Mouse”tur. Bu sevimli yaratık, adeta fare deyince aklımıza gelenleri yumuşatmak için yaratılmış gibidir. Mesela bir lağım fareleri ailesinin kapısı çalınıp karşılarında Mickey Mouse’u gördüklerinde, baba farenin “Aaa, Amerikalı amcam gelmiş!” nidasıyla beni kahkahalara boğduğu İsmail Gülgeç karikatürünü de hiç unutmam. Üstelik bu karikatürü hatırlamak, o sırada Alain Resnais’nin “Amerikalı Amcam” filminin sinema günlerinde gösterimde olduğunu da anımsatır bana.
Onun hemen ardından da çağrışımlarım beni John Steinbeck in ‘’Fareler ve İnsanlar’’ isimli eserine, oradaki farenin yumuşaklığına ve zihinsel yetersizliği olan Lennie Small’ın şefkat arayışı içerisinde, aşırı sevmekten hayvanın ölümüne neden olmasına kadar götürür.
Daha eğlenceli bir başka çağırışımın kaynağı ise William Hanna ve Joseph Barbara tarafından yaratılmış ilk animasyon filmlerinden “Tom and Jerry”dir. Gerçi aslında burada geçen ev kedisi ve ev faresi arasındaki komik mücadele bir o kadar da hüzünlüdür çünkü Jerry bir fındık faresidir ve fındık fareleri zeki olmaları nedeniyle, psikolojide araştırmaların, hayvan severler karşı çıksa da en önemli deneklerindendirler. Fare becerikli ve akıllı bir hayvandır, kısacası. Hatta benim bazen “Bilgisayar ekranlarında hareketi sağlayan aletin adına mouse (fare) denmesinin nedeni hayvanla olan benzerliği ve kablosunun kuyruğu andırması değil de aletin farenin zekasına koşut bir beceriklilikle işe yaraması mıdır acaba?” diye düşündüğüm bile olmuştur.
Farelerin psikolojide yer aldığı bir başka durum da Sigmund Freud’un olgu öykülerinden gelir. Türkçeye “saplantı nevrozu” olarak çevrilmiş durumda, baba ile olan karmaşayı da çözümleyen “Fare Adam” tiplemesi psikanalitik alanda okuduğum en ilginç vakalardandır. Ortaokula yeni başlayan ön ergen bir kız çocuğunun “fare kadar güçlü olup her şeyi kemirmek ve yetişkinleri korkutmak istiyorum” yorumu ile ergenliğe girerken hissettiği yoğun olumsuz duygularını yansıtmasını da hiç unutmam.
Fareyi farklı bir gözle görme konusunda yalnız olmadığımı da bilirim aslında. Teşvikiye’de yolda yürüdüğüm bir gün, çağrışımları ömür boyu peşimi bırakmayacak bir görüntüye rastladığımı hatırlarım. Kaldırımda toraman bir tekir kedi oldukça iri bir lağım faresiyle karşılaşmış ve kenara çekilerek ona yol vermişti. Kafamda zaten mevcut olan birbirinden çok farklı birçok fare algısına bir de “saygıdeğer” eklense mi, bilememiştim…
Evimde iki yıl üst üste, tür olarak fareye yakın olan iki ayrı hamster beslemiştim, çok da komik anılarım olmuştu. İlk hamsterimi, aldığım gün evin içinde kaybedip saatlerce aramıştım. Arkadaşlarım onu ancak eve kedi alırsam bulabileceğimi, yoksa gece yalayarak uyuşturup kulaklarımızı kemireceğini söyleyerek beni hamsterimden vazgeçirmeye çalışmışlar ama başarılı olamamışlardı.
Aslında fare genelde galiba herkeste çelişkili çağrışımlar yaratır. Örneğin ben, istemimiz dışında evimize giren fındık faresi yüzünden on beş gün evimizi terk ettiğimizi de hatırlarım. Oysa dediğim gibi, filmlerdeki Mickey Mouse ve Daisy ne kadar hoşturlar! Veya mesela çoğu zaman fareyi masal kahramanı olarak gören çocuklar, yaşları ilerledikçe ve çoğu yetişkinin gerçek fareler hakkındaki olumsuz düşüncelerini öğrendikçe sempatik Mickey Mouse imajından uzaklaşırlar.
Neyse ki artık ahşap evler olmadığından fareler azaldı; zaten kediler de hazır mama yediklerinden mi yoksa çok evcilleştiklerinden mi bilinmez, artık fare kovalamıyorlar. Ama sanırım hayatımızdaki gerçek farelerin akıbeti ne olursa olsun, içimizde bazen sevimli bazen ürkütücü olarak yaşamını sürdüren birbirine zıt fare imajları, ikilemli duygular yaratarak varlıklarını her zaman sürdürecekler.
Füsun Aygölü