Fitzgerald’ın Hollywood’a Son Bakışı

23 Şubat 2021

Francis Scott Fitzgerald’ı nasıl bilirsiniz? Muhtemelen iyi tanıdığınız bir yazar. “Muhteşem Gatsby”, “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi”, “Caz Çağı Öyküleri” gibi yapıtların kalemidir kendisi. Bağımlı ve bağımsız kişilikleri, debdebeli hayatlar içinde kendiliğini kaybedenleri, saplantının en kemiksiz hâlini, yaşın insan kimliği üzerindeki etkilerini, tutkunun doruğa ulaştığında büründüğü ölümcül kıvamı, birey ve toplum arasındaki köprünün kırılganlığını anlatım biçimleriyle modern klasiklere değerli eserler kazandırdı.

Gertrude Stein’in Ernest Hemingway’e “Siz yitik bir kuşaksınız” demesi üzerine adını alan “Yitik Kuşak (Kayıp Kuşak olarak da bilinir)” deyince akla gelen en önemli yazarlardan da biri hiç şüphesiz. 44 yıllık ömrüne sığdırdığı eserlerinin birçoğu sinemaya uyarlandığı için sadece kendi çağının değil, tüm zamanların en “sinematografik” kalemleri arasında da gösteriliyor.

İrlanda asıllı bir Amerikalı olan Fitzgerald’ın az bilinen eserlerinden “The Love of The Last Tycoon”un yeni basımını (“Son Patron” adıyla yayımlandı) elime aldığımda, romanın belleğimde pek yer etmemiş olmasına şaşırdım. Zira daha önce de Tomris Uyar tarafından Türkçeleştirilmiş, 1994’te İletişim Yayınları tarafından “Son Düş” adıyla basılmıştı. Kitabı o zaman okumuş ve unutmuş olduğumu yeni basımı okumaya başladığımda fark ettim. Bir romanı okumak ve anlamak için yazarı ve dönemini tekrar tekrar eşelemek kaçınılmaz oluyor genellikle. Fitzgerald da bende bu refleksi çağırıyor ve VakıfBank Kültür Yayınları tarafından Aralık 2020’de basılan, Duygu Miçooğulları tarafından Türkçeleştirilen “Son Patron” sayesinde gerek yazar gerek Hollywood ‘a dair yeni bilgilerle donatılıyorum.

Tamamlanmayan roman

“Son Patron”, F. Scott Fitzgerald’ın bitmemiş romanı. 1940’ta yaşamını yitiren yazarın notlarını derleyen yayıncısının 1941’te bastığı bir roman. Yazarın kısa ömründe gerçekleştiremediği, yarım kalmış hayallerinden biri belki de “Son Patron”. Dergilere yazdığı öyküler kerelerce kitaplaştırıldı ama bu roman bir başka. Sebepleri de ilginç.

Bir yazar olarak büyük şöhret kazanmasını sağlayan “Cennetin Bu Yanı” ve “Muhteşem Gatsby” romanlarının ardından yazık ki mutlu ve refah hayatı uzun sürmemiş. Para da ün de tükenmeye yüz tutunca sağlığı, en çok da ruh sağlığı bozulmaya başlamış. Fitzgerald’ın hayatının derinlemesine incelemelerinde büyük aşkla evlendiği karısı Zelda ile birlikte başarı ve şöhretin yükünü kaldıramadıkları, bunların yıkıcı bedellerini fazlasıyla ödedikleri, müsriflikleri sebebiyle sıkıntıya düştükleri belirtiliyor. Öyle ki Zelda Fitzgerald’ın akli dengesini yitirdiğine ve hastanede yattığına da değiniliyor. Olasılıkla, bu zor zamanlara son vermek için 1937’de Hollywood’a parasız ve alkol sorunu olan bir yazar olarak ayak basmış Fitzgerald. Bir hayali varmış tabii. Yıldızlar şehrinde yazarlık kariyerini yeniden parlatmak, başarılı bir senarist olmak ve belli ki eski güzel zamanlarına yeniden kavuşmak. Ancak işler pek de yolunda gitmemiş. Büyük yazar, senaryo formunda kendisinden talep edilen ustalaşmayı sergileyemediğinden bağlı bulunduğu yapım şirketiyle sözleşmesi yenilenmemiş ve serbest çalışmak durumunda kalmış. Cesareti günden güne kırılsa da çaresizliği artsa da sırtını dönmemiş Hollywood’a. Ve yazmış, sürekli yazmış. Ömrü yetmediği için tamamlayamadığı “Son Patron”, yazarın son döneminin izini sürmemizi sağlayan eser olarak elimizde.

Irving Thalberg’den ilhamla yaratılan Monroe Stahr

Kitabın ana karakteri Monroe Stahr, öykünün geçtiği 1930’li yıllar Hollywood’unun en başarılı figürlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Stahr karakterinin dönemin en büyük Hollywood kuruluşlarından MGM Film Stüdyosu’nun genç yapımcısı, “harika çocuğu” Irving Thalberg’den esinlenerek kurgulandığı bir sır değil. Zaten F. Scott Fitzgerald da 1939’da verdiği bir röportaj da Thalberg’in “kurgulaştırılmış biyografisini” kaleme alışını şu sözleriyle açıklıyor:

“Thalberg beni her zaman büyülemiştir. Sıra dışı tavırları, tuhaf çekiciliği, cömert başarısı ve muhteşem macerasının trajik sonu. Onun etrafında ördüğüm olaylar elbette kurgu. Fakat tümü de onun yaşayabileceği durumlar olmaya elverişli. Kitabıma kahraman olarak onu seçmek uzun zamandır aklımda, yaklaşık üç yıldır üzerine düşünüyorum.”

Tam da bu noktada Thalberg’e dair bilgi edinmek elzem. Kitabı okurken Monroe Stahr’ın asil ve kontrollü duruşuna, görkemli varlığına, işini yapış biçimindeki ustalığa ve serin tavırlarına hayran olmamak pek mümkün değil. Yazarın Muhteşem Gatsby’deki Jay Gatsby karakterindeki kuvvet, Stahr’da da gövdeli bir şekilde mevcut. Irving Thalberg’e dair yazarın izlenimleri ipuçları veriyor tabii. Başka kaynaklara göre de (özellikle o dönemin Hollywood figürlerini yakın merceğe alan yazılarda), Thalberg hem yazarın tasvir ettiği hem de romanında kurguladığı gibi bir kişilikti. Hangi iş için kimin doğru olduğunu ondan iyi saptayan yoktu. Senaryodan, seyircide etki bırakacak sahne yaratımından çok iyi anlıyordu. Zekâsı, işine hâkimiyeti, fikirleri ve vizyonu ile zamanında büyük saygı elde etmişti. Yazık ki çocukluğundan beri kalp hastasıydı, doktorları ona uzun bir ömür biçemiyorlardı. 1936’da, henüz 37 yaşında ölmesi camiayı yasa boğmuş, Hollywood onu “sinema tarihinin en önemli figürü” ilan etmişti. Başkan Franklin D. Roosevelt’in vefatının ardından paylaştığı şu mesaj da kendisinin özel konumunu bir kez daha vurguluyordu: “Irving Thalberg’in vefatıyla sanat dünyası fakirleşti. Onun idealleri, içgörüsü ve hayal gücü baş yapıtlarında yaşayacak.”

Elia Kazan ve Amazon

Fitzgerald’ın 1937’de senarist olmak için gittiği Hollywood’da 1936’da yaşamını yitiren Thalberg’i yakından tanıma fırsatı olup olmadığını bilemiyor. Bir ihtimal, Hollywood’a yerleşmeden önce ilişkilenmişlerdir. Ancak bu ikonik isme dair hikâyelerin ilgisini çektiğine ve hâlâ “bir dehaydı” diye anılan Thalberg’in izini sürdüğüne şüphe yok. Ne hazindir ki, tıpkı Thalberg gibi o da genç yaşta hayata veda etti, yine belki de onun gibi yapmak istedikleri yarım kaldı.

Öte yandan Hollywood bu değerli romana kayıtsız kalmadı. 1976’da ünlü yönetmen Elia Kazan tarafından sinemaya uyarlandı ve Monroe Stahr’ı Robert de Niro canlandırdı. Kadroda Tony Curtis, Robert Mitchum, Jack Nicholson gibi dev isimler de olmasına rağmen film çok ses getirmedi ama Kazan’ın yönettiği son film olması sebebiyle de sinema tarihinde kendine sağlam bir yer edindi. Roman birkaç yıl önce de Amazon Studios tarafından dizi haline de getirildi ve yeni nesil izleme kültürüne de girmiş oldu. Fakat kısa süre içinde çok yüksek yapım masrafları olduğu gerekçesiyle yayından kaldırıldı. Uyarlamaların umulan etkiyi yaratmaması (ilginçtir, Amazon uyarlamasına verilen puanlar hayli yüksek) belki de bazı hikâyeler yarım kalmalı diye düşündürtüyor insana doğrusu. İyisi mi, kitaba dönelim…

Okur olarak ciddi bir hususta yanılgımız var. Bir yazarı kendi belleğimizde bir kimliğe kavuştururken, yazdıklarına dair sabit beklentiler geliştiriyor, daha da ileri giderek yazarın kalemine -sanki yazmak dışında bir hayatı yokmuşçasına- dair katı kuralları bizler saptıyoruz. O alıştığımız dili, üslubu, akışı görmek istiyoruz her yazdığında. Ama yazarlar da insandır. Değişirler, bocalarlar, kötü günler yaşarlar, görme biçimleri dönüşür, ruh dünyaları çalkalanır, yaşlanırlar ve ölürler. Bu akış içinde de her zaman “iyi” yazmaları, “başarmaları”, şan şöhret sahibi olmaları beklenemez, haksızlık olur.

Scott Fitzgerald bu âlemde sadece 44 yıl yaşadı. Yaşam öyküsü bize oldukça dalgalı bir hayat sürdüğünü anlatıyor. Muhteşem Gatsby ve Son Patron bize yazarın farklı dönemlerdeki yaratımları olduğunu apaçık gösteriyor. Son Patron’u henüz okumadıysanız ve yazara şöhret kazandıran diğer eserlerini okuduysanız farklı bir romanla buluşmaya hazır olun. Elbette tipik Fitzgerald dokunuşları, karakter yapıları mevcut. Ancak başka türlü bir atmosferi de var eserin. Unutmayın, kurgu bir biyografi okuyacaksınız. Büyüleyici, parlak ve trajik bir roman, yazarın hayatı gibi.

Ayça Güçlüten

 

Yukarı