Bazen zor. Yalan. Çok zor. Ne mi? Yazmak ve okumak. İkisini yaşamında bir arada tutmaya çabalayanlar iyi bilirler bunu. Tuhaf şeydir; tanımsız bir acı. Bunu bilenler (yaşayanlar oluyor bu bilmişler) dertlidir. Kendileri bir şeyler yazmak için kıvranırken, iyi metinlerle kesiştiklerinde hayranlık ve kıskançlık arasında kalan gudubet bir ülkede volta atmaya başlarlar. “Çok iyi!” Bu bahtsızın dilinden dökülebilen kelimeler hepi topu bunlar olabilir zaten. Vah zavallı.
Hadi, esas meseleye bir adım atalım. Malum, buralarda uzun metin okumak kimselerin canına değmiyor. Olsun. Parmak ucumda yükselip öptüğüm, kitaplığımın en çok güneş alan ve en az toz kapan köşeciğine yerleştirdiğim bir kitaptan söz etmek istiyorum. Bu kitabı okumayan kalmasın istiyorum. O gudubet ülkede benim de bir demlik çay içtiğim bilinsin istiyorum.
Kitabımızın adı “Seymenler Çıkmazı”. Bir roman. Ben metinlerin tanımlanmasını pek sevmiyorum. Benim için her metin öyküdür. Seymenler Çıkmazı da nefis bir öykü. “Ben hiç duymadım bu kitabı,” diyenleriniz var, olacaktır. Ne diyeyim? İşte şimdi duydunuz. İkinci sorunuzu da duyar gibiyim. “Ne anlatıyor?” Yanıtım füze gibi hanımlar, beyler. Ne anlatmıyor ki! Cesareti, korkuyu, çelişkiyi, inancı, şefkati, aşkı, kimlik avlarımızı, yaşamı, ölümü, duyguları, kırılmaları… Bunlar size tanıdık geldi, değil mi? Tamam tamam, biraz daha ipucu vereceğim.
İki kahramanlı bir kitap Seymenler Çıkmazı. Kahramanlarımızı çocukluklarından itibaren tanımaya başlıyoruz. Bir mahalle hikayesi karşımıza çıkıyor önce. Son derece zekice tasarlanmış, kusursuz bir kurguyla akmaya başlıyor macera. Kim mi bu kurguyu yaratan? Samet Baysal. Yazarımızın adı bu, sakın unutmayın. Benim gibi sabahın ilk pusunu karşılamayı sevenlere bir tavsiye: Hikayenin çocukluk bölümünü okurken kapınızı sıkı sıkı kapatın. Zira kahkaha atmaktan kendinizi alamayacaksınız. Hele benim gibi kitaplarla yüksek sesle konuşanlardansanız duvarlarınızın ince olmadığından emin olunuz. Kimsenin sizi akıl hastanesine ihbar etmesini istemezsiniz, değil mi? Bizim buralarda bu da olur, gülmeyin.
İkinci bölüm itibariyle öykünün ilerleyişi okur olarak sizi başka sokaklara, o sokaklarda yoğun çatışmalara, duygulara iteliyor. Büyümüş olmanın acısını ve ağırlığını en az kahramanlar kadar hissediyorsunuz. Evet, büyüyorlar. Samet Baysal’ın anlatımındaki mizah ustalığı kahramanlarımız ‘adam’ olduklarında da olanca canlılığıyla sürüyor. Siz de okur olarak coşuyorsunuz haliyle. Bu kadar ipucu yeter. Bundan sonra öykünün gittiği noktayı bizzat yaşamanız gerekiyor. İnandığınız, inandığınızı sandığınız, inanmak istemediğiniz, inanmayı reddettiğiniz her şeyle yüzleşmeye hazır olun. Samet Baysal (Twitter’da kendisini bulunuz bence), önemli bir kalem. Takipte kalın. Kitaptan alıntıyla bu yazıya veda edelim: “Bir romanda bir su tabancası göründüyse, o mutlaka ıslatır.”
Ayça Güçlüten