Günümüzde “güven” duygusunu ne kadar da sorgular hale geldik.
Peki, nedir güveni bu kadar derinlemesine irdelememizin sebebi? Öncelikle güven nedir, onu tekrar bir tanımlayalım.
Güvenmek, bir şeye inanmak, ona bağlanmak, ondan emin olmak veya inandığımız şeyi eyleme ve gerçeğe dönüştürmektir. Kaygı, çekinme ve şüphe hissetmeden bağlanma, inanma duygusu ve akabinde bu duygu durumuna göre eylemleri gerçekleştirme ve ona uygun davranma halidir. Hem soyut oluşu hem de bu duygunun çevresel faktörlere açık olup kolayca etkilenmesi, deforme olabilmesi, devamlılığının sağlanamaması veya başka bir boyuta geçer olması onu daha da karmaşık hale sokar.
İnsanoğlu varoluşundan itibaren güven duygusuna ihtiyaç duyar. Bebek doğar ve en yakınındaki anne veya kendisine bakan kişi, onu seven ve ihtiyaçlarını karşılayan bireye kayıtsızca bağlanır. Güvenin karşılıklı oluşu, onun bir alışveriş öğesi olarak görülmesine sebep olur. Birey büyüdükçe hayatına güvenin başka kategorileri de dahil olur. Birey bireyselleşir, anne babasından ayrı olarak kendine güven duygusu gelişir. Okul hayatıyla birlikte arkadaş güveni, bir gruba ait olma ve onun tarafından benimsenme duygusu, okul performansında başarı duygusu ya da işyerinde takdir görme şeklinde çeşitli sosyal alanlarda güven duyguları farklı şekillerde ortaya çıkmaya devam eder.
Erik Erikson’un da tanımladığı gibi, bebek düzenli şekilde temel ihtiyaçları karşılandığı sürece bakım verene güvenir. Süreklilik olduğu sürece bu güven devam eder. Biz yetişkinler de aslında güven duygumuzu benzer şekilde sürdürürüz. Güven duygumuz karşılıklı ilişki ile beslenir.
İş yerinde bütün yıl azimli ve verimli şekilde çalışmışsınızdır, yıl sonunda promosyon beklerken alamazsanız güven duygunuz sarsılır. Çocuğunuz yıl sonu okul gösterilerinde sahneye çıkar, gece gündüz prova yapmıştır; beklediği alkış ve övgüyü alamayınca hem kendine hem de güvendiği sosyal çevreye olan güveni sarsılabilir. Hele ki içinde yaşadığımız çağ, güven duygusunu daha da sorgular hale getirdi hepimizi.
Eskiden aileden veya yakın çevreden sevdiğimiz, tanıdığımız biri evlendiğinde “Ne güzel, mesut mutlu olsunlar inşallah” derdik. Günümüzde ise bunun yerini “İnşallah bu evlilik 6 aydan fazla sürer, eşi aldatmaz” tarzında niyet ve düşünceler aldı. Çocuğumuz iyi bir okulu zorlu bir çalışma sürecinden sonra kazandığında, eskiden mutluluktan üç gün üç gece kutlama yaparken, günümüzde “Acaba oğlum bu okuldaki derslerinde başarılı olabilecek mi?” ya da “Bu okulun masraflarını nasıl karşılayacağız?” kaygısı ve güvensizliği devreye giriyor.
COVID sürecinin güven duygumuza kattığı negatif etkiler yadsınamaz elbette. Uzun süreli sosyal izolasyon, iş yerinden uzak kalma, içinde bulunduğumuz sosyal etkileşim gruplarından kopuş; hem bireyin kendine olan güvenini hem de kişiler arası ilişkilerin zayıflayarak güven duygusunun azalmasına zemin hazırlamıştır. İş kaybı, uzun süreli okul ve iş yerinden uzak kalma, eş dost ile görüşememe, sosyal iletişimin gerilemesi insanlarda derin bir güvensizlik ve endişe duygusunu tetiklemiştir.
Evet, COVID’in uzun dönemde negatif etkiler yarattığı gerçeği yadsınamaz. Ancak bireysel olarak bu “kısır döngüden” çıkmak için ufak ufak adımlar atabiliriz.
Kendi içimizde güvenli alanımızı yarattığımız zaman, güvenle olan çatışmamız daha nötr hale gelir ve zaman içinde güven sorgulamalarımız ve kaygılarımız yerini sakinliğe, huzura bırakır.
Unutmayın ki birey olarak kendi güvenli sığınağınızı oluşturduğunuz zaman kendinizi güven içinde hissedersiniz!
Ekin Çetin