Hiçbir Yere Ait Ol(a)mamak
Ait olma arzusu, insanın varoluşsal bir parçası olarak her dönemde önemini korumuştur. Kültürel kimliklerimizin şekillenmesinde nereden geldiğimiz ve nerede bulunduğumuz belirleyici bir rol oynar. Ancak modern hayatın getirdiği hareketlilik ve çeşitlilik, bu ait olma duygusunu karmaşık hale getirir. Bu noktada, insanın kendi kimliğini sorgulaması ve ait olma hissinin nasıl şekillendiğini anlaması gerekir.
Hep bir yerlere veya bazı gruplara ait olmak isteriz. Ancak “Neden ait olmak istiyorum?” diye sorgularken kendimizi buluruz. Bu, kendi kendimize neden yetemediğimizi çözmeye çalışmak kadar karmaşık bir durumdur. Neden bir yere ait olmamız gerekiyormuş gibi hissederiz, tam olarak bilemeyiz.Benim özelimde, bu soru ben Belçika’ya göç etmeden çok daha önce zihnimi kurcalamaya başlamıştı.
1984 yılında gözlerimi İstanbul’a açmış biriyim. Anne ve babam Antakya’da ve Muğla’da doğmuş, ancak doğdukları yerde büyüyememiş ve ailelerinin işi nedeniyle sıkça şehir değiştirmek zorunda kalmış. Kısacası, hiçbir yere tam olarak ait olamayan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Annem ve babamdan ayrıldığım nokta, doğduğum şehrin kozmopolit yapısı ve nüfusu olmuş.
Örneğin, İstanbul’da tanıdığım az sayıda yedi göbek İstanbullu olan arkadaşlarım dışında İstanbullu olma kültürünü kendinde taşıyan kimseyi bilmiyorum. İstanbul’da ziyaret ettiğiniz semtler ve hatta sokaklar arasında bile bir kültür potporisi yaşıyorsunuz. Bu zengin çeşitlilik, diğer yandan kendini hiçbir yere ait hissedememe duygusunu pekiştiriyor. Geçen gün Kadıköy’den Beşiktaş vapuruna yürürken sahilde hoparlörü açmış, horon tepen gençleri gördüm. Onlara katılmak ve bu coşkuyu paylaşmak istedim; içim gitti ama yapamadım çünkü bu özel dansın nasıl yapıldığını bilmiyordum. Eve dönüp televizyonu açtığımda, ekranda bir yemek programı vardı; her yöreden çeşit çeşit yemekler sunuluyordu. Ağzımın suyu aktı, beni bekleyen öğün ise sadece salçalı makarnaydı.
Aktarılan kültür mirası olmayınca, dans kurslarında öğrendiğin figürler veya internetten baktığın tariflerle o kültürün bir parçası olamıyorsun. Çünkü kültür ne kadar istesen iste, çabalasan da yapay olarak oluşturabileceğin bir kimliğin parçasi olmuyor. Sonuç olarak, ait olamamak birçok insan için günlük yaşamın bir gerçeği haline gelmiştir. Kültürel bağların zayıflaması ve bireyselliğin artması, kendimizi nasıl tanımladığımızı sorgulamamıza yol açar. Ancak bu sorgulama süreci, belki de yeni kimlikler keşfetmemize ve farklı kültürlerden zenginleşmemize olanak tanır. Kendimizi hiçbir yere ait hissetmek, aslında çok yerli ve zengin bir kültür mozaiğinde var olmanın bir yansımasıdır. Belki de bu süreçte en önemli olan, farklılıklarımızı kabul etmek ve kendi kimliğimizi inşa ederken bu çeşitliliği kucaklayabilmektir.
Ayça Van de Bleeken