Tükenmişlik

10 Ekim 2024

Bezginliğin, bıkkınlığın ya da tükenmişliğin tanımını ilk kez 1974 yılında  Herbert Freudenberger yaparak kişinin başarısız olma endişesi yaşaması, yıpranmış olması, gücünün azalması ve tatminsizlik sonucu  ruhsallığında oluşan olumsuz duygu ve durumlar olarak belirtmiştir. Bu duygular genellikle mesleki deformasyonların habercisi olmaktadır.

İnsan yaşamının önemli bir bölümünü kapsayan iş hayatında çeşitliliği yakalayamadığımızda, rutin içersinde, yeniliklere direncimiz olduğunda ve kalıplara bağlı kalarak yaşamımızı sıkkın, bıkkın ve bezgin halde renksiz olarak sürdürebiliriz. O zaman bir an önce bu işten kurtulabilmek için ya emekliliğe kilitleniriz ya da kaçış yaşar, bazen mesleğimizi hiçe sayıp değersizleştirebiliriz. Yaptığımız işi merakla ve arzuyla yapmıyorsak etik olamayan yollara dahi  sapabiliriz.

Ben her meslekte yaratıcı yanlarının bulunabileceği inancındayım ve bunu bulduğumuz zaman duygularımızın değişeceğine ruhsal dayanıklılığımızın  artacağı düşüncesindeyim. Özellikle son yıllarda pandemi sürecinde yaşadığımız belirsizlikler, sağlığımıza dair endişeler ve geleceği görememek de bizde olumsuz duygular ve bıkkınlıklar yaratmış olabilir. Sosyalliğin de zayıflaması ile çoğumuzu tükenmişlik duygusu kapladı, adeta medetsiz ve umutsuz hale geldik. Evde olmak, evden çalışmak hem yalnızlaştırdı, hem de bıkkın, bezgin bir hale gelmemize neden oldu. Özellikle elli yaş üstü insanlarda bu bıkkınlık ve bezginlik umutsuzluklara neden oldu. Önümüzü görememenin tedirginliği ile daha izole yaşamaya, her şeyi ertelemeye başladık. Bu zor koşulların arkasından ülkemizde olan deprem felaketi ve ekonomik zorluklarla da sanırım iyice tükendik. Yarın güvencesi olmayan, “bunu da yapsam ne olacak ki?” duygusu ile çalışma yaşamında  pek çok deformasyon ortaya çıkmaktadır. Mesleğimizi ve yaşamımızı sürdürme arzumuzda ve çabalarımızda azalma başladı. Olumlu olanları hiç görmeyip olumsuza saplanmak bizi oldukça yordu.

Eğer  bu duygularla baş etme gücümüzü arttırabilirsek belki bezginliğimizi de azaltabiliriz. Genelde yeni nesil tedavicilerin önerilerinin başında seyahat etmek,  hobileri geliştirmek ve çevremizi genişletmek gibi postmodernitenin empoze ettiği, bireyci, geçici motivasyon arttırıcı yollar gelmekte. Belki yaşama direncimizi arttırmalıyız. Eğer  giderek bulunduğumuz ortamlardan daha az zevk alıyorsak o zaman bizi rahatlatacak ve zevk verecek olaylarla, düşüncelerle veya insanlarla ilgilenerek genç kalmaya çalışabiliriz. Yoksa ruhumuzun üşümesine izin verip fiziksel olarak yaşlanmadan ruhen tükenerek yaşlanırız. Ya da zevk aldığımız zamanları çoğaltıp bıkkınlığı ve tükenmişliği üzerimizden atmanın yollarını, çarelerini mi aramalıyız? Zaman çok hızla geçiyor, belki de anlara odaklanmalıyız. Anların bizde yarattığı güzel duyguları hissetmenin yollarına kafa yormalıyız.

Belki de ilgi alanlarımızı değiştirme yollarına gitmeliyiz. Sade ve basit yaşamaya özen göstermeliyiz, alıcı olmaktan çok verici olmanın ruhumuzda yarattığı haz duygularını arttırmalıyız. Şüpheci ve olumsuz düşünmek, ayrıntılarda kaybolmak yerine var olmakla ve ilişkilerimizde şefkatli olmakla ilgilenmeliyiz. Satır aralarında başkalarını incitmek yerine, karşımızdakileri mutlu edecek söylemlerle kimseyi acıtmadan sosyalleşmeye çalışmalıyız. Böylelikle toplumda sık sık maruz kalınan hedonist, sadist ve makyevelist tavırlar da giderek azalabilir.

Füsun Aygölü

Yukarı