Sabahın erken saatleri… her zamanki köşeme oturmuş, bakıyorum. Deniz, son zamanlarda alışkın olmadığımız kadar sakin. Tek bir kıpırtı yok! Biri, biraz yakınımda, diğeri biraz açıkta, Hersek’e doğru, iki balıkçıl, sakin sakin avlanıyorlar. Ne zamandır balık çıkmıyordu; baktım, komşumun sandalı da açıkta, anladım, av bereketli… O halde balıkçılların keyfi yerinde, şansları açık! Tabii duruma onların penceresinden bakarsan… Elbette av durumunda olan balıklar için, onların yönünden işler hiç de öyle değildir! İki tufeyli martı da balıkçılların tepesinde, onlara imrenip duruyorlar. Bilmiyorum, bademcikleri var mı, eğer varsa, yutkunup durmaktan şişmiştir! Şu anda balıkçılların yerinde zavallı mekeler olsaydı, martılar çoktan iki kanat çırpışta tepelerine binmiş ve garibanların ağızlarındaki balıkları kapıp gövdeye indirmişlerdi. Ama balıkçıllara güçlere yetmiyor, onlardan korkuyorlar. Ee dünyanın değişmeyen kuralı; “güçlüler, güçsüzlerin elindekini alırlar.”
Sonra bu güzel manzaradan böyle karamsar bir sonuca varabildiğim için kendime kızdım, “Aferin sana, son zamanlarda, iflah olmaz bir -gamlı baykuş- olmayı başardın,” dedim.
Geçenlerde açıklanmıştı, son yıllarda Türkiye’ de nüfus artış hızı çok yavaşlamış. Gerçi az da olsa, herkesin ailesinde yine de yeni katılımlar oluyor, tıpkı ailemde olduğu gibi…
Böylece kendime güncel kaygılar buluyorum. Söz gelişi, aileme veya başka ailelere yeni katılanların, ileride nasıl gençler, nasıl bireyler olacaklarını düşünüyorum. Birisi, bunları düşünmek sana mı kaldı dese, tepeden tırnağa haklıdır da serde eğitimcilik olunca, bir de hiç engelleyemediğim anaçlığım da ona katılınca, kendimi tutamıyorum. Tabii en büyük baskı da doğal olarak, ülkemizin her yönden donanımlı gençlere olan ihtiyacından kaynaklanıyor. Bunu çok sık düşünüyorum ve sebebi de sanırım, günün belli saatlerinde az ilerideki okula gruplar halinde gidip gelen gençler, okullar tatil olduğuna göre yaz kurslarına gidenler olmalı… okulların açılmasına pek fazla zaman kalmadı ya, o da neyse…
Belli yaşlardaki çocuklar, gençler, beşer, onar kişilik gruplar halinde toplu oluyorlar, çoğu da bisikletliler. Geçişlerine bakarak, ileride sıradan bir hayatı mı, yoksa sıradışı olmayı mı seçeceklerini, sıradışılık deyince bundan ne anlayacaklarını tahmin etmeye çalışıyorum, hiç mümkün mü, tabii değil ama sanırım, oyalanıyorum.
Elbette hepsi çok başarılı olmayı arzuluyorlardır. Acaba onlar için başarılı olmak ne demektir?
İyi, dürüst, çalışkan olmak mı, hangi yolla olursa olsun çok para kazanmak mı, medyatik olmak mı, kendini insanlara adamak mı, bilemiyorum tabii… ama kuşku duymadığım bir şey var, hangisine sorsam, her biri büyümeyi, bir an önce büyümeyi çok isterler. Bazıları büyümeyi, özgür olmayı, sigara içmek sanıyor, okuldan biraz uzaklaşınca hemen bir sigara yakıyor. Bazıları bisikletlerinin ön tekerleklerini at gibi şaha kaldırarak şov yapıyorlar. Daha gösterişli olmayı seçenler, belki de aralarında sakin sakin konuşarak gidenleri sıradan bile buluyorlardır. Elbette bireyler olarak daha dünyaya gelişimizden başlayarak farklıyız, bu farklılık yaşadığımız ortamlarla daha belirginleşiyor, şekilleniyor.
Sanıyorum, fırsatların en eşit olduğu söylenen ülkelerde bile tam anlamıyla bir eşitlik yoktur, olamaz da…
Öte yandan bir ülkede herkesin yüksek eğitim görmesi gerekmez ama her ne yapıyorsa, bunun en iyisini yapmaya gayret etmesi gerekir. En iyi bilim adamına ihtiyaç olduğu kadar, en iyi çiftçiye de, anneye de babaya da ihtiyaç vardır. Her sanat dalında, toplumun ruhunu şekillendirecek sanatçılar olmadan olur mu? Oysa ki, çocuklar, gençler, çevrelerinde sürüyle çalışmadan zengin olmuş, çaba sarfetmeden, hak etmeden saygınlık gerektiren yerlere gelmiş insanları da görüyorlar. Tam şaşıracakları çağda oldukları için, bu durum onları ister istemez şaşırtıyor, bocalatıyor.
Sanırım yine kendimi kaptırdım, düşüncelerim, kuruntularım da peşlerine takılmış gidiyor. Sıradan olmak, sıradışı olmak, iyi anlamda sıradışı olmak, gördüklerinin kötü olduğunu görebilmek için sevgi, sağduyu, sezgi ne kadar gerekli; çevresini, doğayı farkedebilmek, çok yönlü olabilmek derken büyümenin nasıl zor olduğunu da insan bir kez daha hatırlıyor.
İçim endişe dolu, arkalarından bakarken, yürüyecekleri o upuzun hayat yolunda, çocuklara, her birinin en doğru olanı bulmalarını ve o buldukları doğruya sımsıkı sarılıp, onu yaşamalarını diliyorum.
Ayla Özberk