Kırtasiye ile ilgili nesneler içinde en cazip olanı kalemlerdir. Kalemlerin benim için okul öncesi dönemde, resim yapmak, boyamak veya ufaktan okumaya başladıklarımı yazmaya çalışmak için bir gereç olduklarını hatırlıyorum. Yani aslında benim yaklaşık üç yaşımdan beri kullanmaktan çok zevk aldığım kalemlerle bağım, önce resim yapmak ve boyamak eylemleri ile olmuştur. Altı yaşında ilkokula başlayana kadar yazma eylemini sol elimle gerçekleştirirken, ilkokul birinci sınıfta fazla kuralcı ve kontrolü çok seven, emekliliği gelmiş, sert öğretmenin solaklığıma dair sınıf içinde yaptığı sert uyarılar yüzünden “sağlak” olmayı becermek için çok çabalamıştım. (Bu noktada söylemeden geçemeyeceğim, ilkokula başladığınızda oluşan ilk anılar ve ilk öğretmeninizle kurduğunuz ilişki yaşamınıza ve seçeceğiniz mesleğe yön verir…) Belki de bu yüzden, çocukluğum boyunca hep kalemlerin bana anlayışla yaklaştıklarını düşündüğüm hayaller kurgulamışımdır. Zaten okula başladıktan sonra kalemler ve kalem kutuları hep hayatımın önemli birer parçası oldular. Akşamdan kalemlerimin uçlarını açmak, onları tahta kutuma yerleştirmek önemli bir işti, adeta bebeklerimi giydirmek gibiydi, yani okul yaşımda yeni oyuncaklarımdan birisi de kalemlerimdi.
Kalemlerim içinde önceleri en çok kurşun kalemlerim değerliydi. “Faber” kalemlerimin dış renkleri çok önemliydi; koyu kırmızı ve yeşil olanlar bana daha cazip gelirdi. Bir de üzerlerinde timsah resmi bulunan ve markaları da İngilizce timsah anlamında “Alligator” olan siyah dış renkli kurşun kalemler çok önemliydi. Ayrıca kokulu kalemlerim vardı ki bunların da lame veya buz mavi olanları çok hoştu; kokuları ise pudra kokusuna benzerdi. Bazen de bu kalemlerin tepelerine yazdıkça sallanan yaylı tüy veya komik oyuncaklar takılırdı. Annem ders çalışırken bunları kullanmamızı veya okula böyle süslü kalemler götürmemizi pek istemezdi. Herhalde çocukların dikkatinin dağılacağını düşünürdü. Uçları siyah olan bu kalemlere ilaveten, hem kurşun ucunun hem de dış boyasının bir tarafı kırmızı, bir tarafı da lacivert olan kalemlerim de kalem kutumun en önemli elemanlarındandı. Renkli boya kalemlerim ise genelde altılık veya on ikilik olurdu ve ben ağabeyimin boya/resim kalemlerine özenirdim çünkü onda ara renkler daha çoktu.
Tabii ki benim ilgimi çeken tek kalem türü kurşun uçlu siyah veya renkli kalemler değildi. O yıllarda okullarda yazı dersi vardı ve hepimizin uç takılan kalemleri ve mürekkep hokkaları olurdu; bunları da büyük bir tutkuyla severdim. Üstelik bu derste güzel yazabilmeyi öğrenmek için kullandığımız üç satırlı defterler de bir harikaydı. (Gerçi laf aramızda, yazı derslerini eğlenceli bulsam da en eğlendiğim ders müzikti çünkü metot defterinden nota okur, uçlu kalemlerimle notaları yazar, ardından da mavi ve pembe janjanlı penalarımla mandolinimi çalardım.) İlkokulu bitirdiğimde ise, babam bana mezuniyet hediyesi olarak şık bir dolma kalem almıştı. Bu dolma kalem, tüm yaz boyu adeta bana büyüdüğümü duyumsatan en önemli nesne olmuştu. O yıllardan bir de kısalmış-küçülmüş kurşun kalemlerin arkasına takılan ve onları yeniden uzun yapan tahta arkalıkları anımsarım.
Liseyi bitirdiğimde ise, belki kalemlerin yerini alsın diye kırmızı bir “Olympia” daktilom olmuştu ama ben kalemlerime hiç ihanet etmedim. Zaman geçtikçe, tahtadan kalem kutum yerini üstü derimsi görünümlü olanlara bıraktı ve içine “Bic” siyah tükenmezler katıldı; nedense mavi olanı değil de siyah olanı hala tercih ederim. İş hayatımda devamlı rapor yazmam ve görüşme sonrası notlar almam, yazı ile çok haşır neşir olmam nedeni ile hâlâ siyah Bic tükenmezler ve Faber 6B kurşun kalemler benim için çok önemlidir. Çocukluğumdan kalma çok minik boya kalemlerimi hala saklıyor olmam ise, başlı başına başka bir yazı konusu olabilir! Yaşım ilerledikçe kalem tutkumun arttığını söyleyebilirim. Şimdilerde daha çok “Caran d’Ache” kalemler hoşuma gidiyor. Babamdan kalma bir “Montblanc” ve bir de “Pelikan” dolma kalem benim için çok değerli; onları kullanmaya kıyamıyorum ama her an çekmecemde oldukları duygusu bana iyi geliyor. Bir yandan da son yıllarda gezdiğim ülkelerdeki müzelerden aldığım kalemler koleksiyonumdaki yerlerini aldılar.
Kalemin aslında “yazma eylemi için gerekli bir araç” olduğu tabii ki tartışılmaz. Ama aynı zamanda da fallusu simgeliyor ve bu yüzden bir iktidar nesnesi de olabiliyor. Örneğin, bir zamanlar hukukta hâkimin kalem kırması, en ağır cezanın verilmesi yani karar verenin suçlunun hayatı hakkında söz sahibi olması anlamına gelmez miydi?
Kalemlerin satıldığı dükkanlar yani “kırtasiyeciler” de benim için hep çok cazip mekanlar olmuştur. Tomris Uyar’ın deyişiyle, “sabahı koluma takıp Beyoğlu’na çıktığım” her sefer mutlaka Galatasaray Lisesi’nin yan sokağına dalar, sevgili arkadaşlarım Tülay ile Handan’ın yıllardır birlikte yürüttükleri kırtasiye dükkanı “Mektup”a uğrarım. Bu loş ve küçük ama çok sevimli mekanda hem onlarla hoşça vakit geçirir hem de çeşit çeşit kalemlerin arasında kaybolurum. Kendine has hiç değişmeyen bir kokusu olan bu dükkan bende her gidişte yepyeni ve hoş anılar bırakır.
“Acaba ünlü yazarlar nasıl kalemler kullanmıştır?” diye merak edip araştırdım. Örneğin, ünlü İngiliz roman yazarı Jane Austen’ın çağında dolma kalem yokmuş; kalemini sık sık mürekkep hokkasına batırarak yazmak zorundaymış. Ernest Hemingway, Paris’teyken eserlerini kurşun kalemle yazarmış. Yanında iki kurşunkalem ve onları açmak için cebinde bir de bıçak taşırmış. Bıçakla açtığından kalemler çok çabuk bitermiş. Daha sonra, Birinci Dünya Savaşı boyunca da cebinde dolma kalem taşımış. Günümüzde hala dolma kalem kullananlardan olan korku romanları yazarı Stephen King ise, yazmak için kalem kullanmanın insanı yavaşlamaya zorladığı ve konsantrasyonu arttırdığı gerekçeleriyle, genç yazarlara günümüzün dijital olanaklarından uzak durmalarını ve bunun yerine kalemle yazmalarını öneriyor. Yazmak eylemi kadar bunun için kullanılan aygıta da önem verenlerin arasında Anne Frank da bulunuyor. Talihsiz genç kız, ninesinin dokuz yaşındayken hediye ettiği, kırmızı deri kaplı bir kutu içindeki dolma kalemini bir yangın sırasında kaybedince nasıl ağladığını günlüklerinde anlatıyor.
Kalemler yaşantımda entelektüel bir imge olsa da benim için nostaljik yanları daha ağır basıyor. Duygularımı ve düşüncelerimi aktarmam kâğıtlar ve kalemler yardımıyla oluyor. Şu anda bu satırları içimden geldiği gibi yazabilmem bile yıllardır benimsediğim kâğıt ve kalem ilişkisine bağlı çünkü ben hala söylemek istediklerimi kalem kullanarak kağıt üzerine yazıyorum ve bu eylemi eğer bilgisayar tuşları ile yapsam bu kadar akıcı olmazdı gibi geliyor. Aslında bu tabii büyük ölçüde benim eskiye olan bağlarımdan ve bağlanmalarımdan kaynaklanan bir tercih gibi görünüyor; ne dersiniz?
Füsun Aygölü