KALEYDOSKOP

23 Ağustos 2021

Kaleydoskop veya “renkli çiçek dürbünü” çocukluğumun en düşsel oyuncağıdır. Canım sıkıldığında elime o dürbünü alır, renkler ve şekiller ülkesine yolculuklara çıkardım. Dürbünün öbür ucunda bambaşka, renkli bir dünya ve hayallerimi sınırsızlaştıran bir düşler ülkesi beklerdi hep beni…

Her şeyin göreceli olduğunu, değişebileceğini, bambaşka şekillerle de karşılaşabileceğimizi gösterir bize kaleydoskoplar çünkü içlerinde ortaya çıkan tasarımlar her dokunuşla yepyeni şekillere dönüşebilirler. İşte sihirli olan kısmı budur; her desen bambaşkadır, kendine özgüdür yani kişiye özeldir.

Aslında kaleydoskobun sihrinin ardında yatan neden çok basittir: Dürbünü kullanan elimizin dengeli olması sayesinde ve ışığın parlaması sonucu, içindeki farklı boyut ve biçimdeki renkli, şeffaf kâğıt parçaları veya cam kırıkları yer değiştirir. İlginç biçimde, bir çocuğun kişiliği de böyle ortaya çıkar. Gelişimine yardım eden oyun terapisinde çocuk, içinde rengârenk cam parçalarını saklar ve parçaları düzenleyerek yapılandırır. Ama kaleydoskop bir çocuk oyuncağı gibi görünse de aslında yetişkin dünyasında da yeri olan, yaratıcılığı destekleyen ve insana hayaller aleminde bambaşka bir düşünsel dünyayı gezdirdiği için sofistike/felsefi bir yanı da olan minik bir sihir objesidir.

Nedense kaleydoskopları düşündüğümde aklıma bir de Paris’te iki yıl önce yangın geçiren Notre Dame Kilisesi’nin ve Beyoğlu’ndaki Saint Antoine Kilisesi’nin irili ufaklı vitrayları/renkli camları gelir. Yıllar önce Notre Dame Kilisesi’nde rengârenk giysileriyle çocuklardan oluşan koroyu dinlerken ve yakın geçmişte Saint Antoine Kilisesi’ndeki Bach Günleri’nde izlediğim bir org konserinde müziğin tınısı ve vitrayların ışıkla değişen büyülü görüntüsüyle, tıpkı kaleydoskop seyreder gibi kendimi düşsel bir yolculuk içerisinde hissetmiştim. Benzer bir yolculuğa da ünlü çizer Selçuk Demirel’in “Kaleydoskop” adlı kitabıyla çıkarım; kitap çizgi ve renk dünyasında güzel bir yolculuk yaptırmaktadır, sözcüklere hiç gerek yoktur.

Duygularımız her ne kadar duyumsadıklarımızla ilgili olsa da herhangi bir andaki ambiyans/ortam bizi çağrışımlar sayesinde bambaşka anılarda yolculuğa da çıkartabilir. İşte bu şahane sihirli dürbünün bende  bazen sanki bir tren istasyonunda tavana yakın asılmış bir saatin içinden etrafa bakıyormuşum gibi bir his uyandırdığı da olmuştur. Bu istasyon Haydarpaşa Garı da olabilir, Martin Scorsese’nin yönettiği “Hugo” filminde, Paris’teki “Gare Montparnasse” da…

Anılarımızın bize çağrıştırdığı yerlere geri dönmek içimizde hüzünlü bir mutluluk yaratabildiğine göre bu duyguları yaşamak için geçmişin, birikimlerimizin süzülüp önümüze gelmesine olanak tanımalıyız galiba. Bu yüzden, sihirli cam dürbünün bende yarattığı bu duygulara ve zamanın hızla ilerlemesine minik molalar verdirmesine   teşekkür borçluyum.

Füsun Aygölü

Yukarı