Bana göre kaplumbağalar, bize uzun ve yavaş yaşamayı öğretebilecek, sempatik hatta biraz da hüzünlü bakışları ile dünyayı anlamaya çalışan, biraz kırılganlığı da anımsatan, her şeye rağmen sırtlarındaki yükle baş edebilen, nesilleri yıllarca sürsün istediğim, düşünceli ve dost hayvanlardır.
Bu özellikleriyle sanırım her zaman herkes tarafından sempatik bulunurlar. Kabuklarının kalınlığı ve sağlamlığı ile kafalarının minikliği tezat teşkil eder. Yükü ağır olduğundan mıdır bilmem, çok yavaş hareket edebilen ve çok uzun yıllar yaşayabilen kaplumbağa bana daima naif duygular yaşatmıştır. Benzer biçimde, kaplumbağanın, namı diğer “tosbağa”nın, yavaşlığı deyimlere geçmiş olsa da doğada ona rastladığımızda çekince duymayız, tam aksine zarar vermemek için çaba gösteririz. Öte yandan, tosbağaların koruyucu kalın kabukları sadece sırtlarında taşıdıkları evlerini oluşturmaz, aynı zamanda yaş takvimlerini de belirtir. (Bu arada, Volkswagen marka arabaların ünlü ikonik modeli vosvos’a “kaplumbağa” denmesi, sanırım kaportasının bu güzelim hayvanın kabuğuna benzerliği ve sağlamlığı ile ilgilidir.)
Son yıllarda çok sık olan orman yangınlarından tüm hayvanlar kadar kaplumbağalar da zarar gördü ne yazık ki… Medyada karşımıza çıkan, kabuğu/evi parçalanmış ya da yanmış kaplumbağalar gerçekten çok iç acıtıcıydı. Oysa benim için kaplumbağalar, hiç değişmeyen, hep sabit ve stabil kalan ve bu yüzden de insana güven veren şeylerin simgesi gibidirler. Örneğin, Kuzey Ege’de, yazları gittiğimiz evin bahçesinde dolaşan kaplumbağayı her yıl gördüğümde çok duygulanırım. Adeta bize “Hoş geldiniz” demek için evin önüne bir uğrar ve boru çiçeklerinin gölgesinde oyalanır. Böylece, o da kendince bizi görmekten memnun olduğunu belli eder sanki.
Yıllar önce seyahate giden bir arkadaşımızın cam fanus içinde yaşayan iki Singapur kaplumbağasına bakmıştık. Onların sırtlarındaki kabukları çok daha inceydi ve yaş dilimlerini gösteren desenlerinin örgüsü çok daha güzeldi. Yıllar önce İz Tuzu sahilindeki su kaplumbağaları carretta carretta’lar ise hem sahile gelip yumurtalarını özenle saklayışları hem de kara kaplumbağalarına göre daha hızlı, paytak yürüyüşleri ve de suda muhteşem yüzüşleri ile anılarımda özel bir yere sahiptirler.
Edebiyat ve sanat dünyasından pek çok kişi de kaplumbağaları en az benim kadar sevip onlara eserlerinde yer vermiştir. Örneğin, Fakir Baykurt “Kaplumbağa” isimli 1967’de yazdığı romanında imgesel bir yaklaşım kurgulayarak Ankara yakınlarındaki Tozak köyündeki bağların gelişmesi için orada yaşayanların gösterdiği çabaları ve yaşadıkları hayal kırıklıklarını anlatır.
La Fontaine’in fabllarından “Tavşan ile Kaplumbağa”yı ise herhalde bilmeyen yoktur: Kaplumbağa ile yarışmaya kalkan tavşan onu yavaşlığı nedeniyle küçümseyip yolda uyumaya kalkınca, zamanında uyanamaz ve azimle ilerlemekten vazgeçmeyen kaplumbağaya karşı yarışı kaybeder. La Fontaine bu fablda hem azim ile kibir arasındaki tezatlığı hem de zamanın ilerleyişini çok iyi anlatır.
Kaplumbağalar ressamların da ilgisini çekmiştir. Örneğin, “Kaplumbağa Terbiyecisi” ünlü Türk ressamı Osman Hamdi’nin en tanınan eseridir. Osman Hamdi, Osmanlı’nın son dönemlerinde Paris’te resim eğitimleri almış bir sadrazam çocuğudur. Post empresyonist olarak tanınan Paul Cézanne’nın ölümü üzerine tuvalin başına geçip bu resmi yapmaya başlamıştır. İki kopyası olan bu resmin 1906 versiyonunda beş olan kaplumbağa sayısı, 1907 versiyonunda altıya çıkmıştır. Tablo günümüzde Beyoğlu’ndaki Pera Müzesi’nde sergilenmektedir. Resmin en önemli özelliği kaplumbağaları terbiye eden Osmanlının merakını ve düşünceli halini başarıyla yansıtmasıdır. Osman Hamdi, resimdeki bu Osmanlı karakteri için kendisini model olarak kullanmıştır. Resimdeki Osmanlı, sırtında görsel olarak kaplumbağanın evine gönderme yapan bir sepet, çanta veya çanak biçiminde nakkare (bir çeşit davul) diyebileceğimiz bir objeyle ve elindeki neyi çalarak kaplumbağaları terbiye etmeyi ummaktadır. Yağlı boya tablodaki renkler pasteldir, pencerenin ışığı bu pastel renkleri güçlendirmektedir. Bence resmin bir resimden çok bir fotoğrafı andırması da önemlidir. Bu tablo için Osman Hamdi Bey’e, özellikle Lale Devri’ndeki eğlencelerde hava karardıktan sonra sırtlarına mum konularak serbest gezdirilen kaplumbağalar ilham kaynağı olmuştur düşüncesindeyim.
Çizgi roman ve sinema evreninde ise kaplumbağalar, Ninjalarla hayat bulmuştur. Ninja Kaplumbağaların, 80’li yıllardan başlayarak, önce Kevin Eastmen ve Peter Laird tarafından çocuklar için siyah-beyaz çizgi romanları yapılmıştır. Bu romanlar, dört kaplumbağanın mutasyona uğramalarını ve yine mutasyona uğramış bir fare ustası olan Splinter tarafından eğitilmelerini konu ederler. Donetello, Michelangelo, Rafael ve Leonardo isimli bu Ninja kaplumbağalar düzene kafa tutarlar ve kötülere karşı mücadele ederler. Özellikle Donatello, Ninjitsu doğu dövüş sanatını çok iyi bilmektedir. Ninja’lar daha sonra, 2000’li yıllarda çizgi filmlere ve bilgisayar oyunlarına konu olan popüler kahramanlar haline gelmişlerdir.
Felsefe ve matematik dünyasını yakından ilgilendiren ve ismini mitolojiden alan bir kavram da içerisinde bir kaplumbağa öyküsü barındırır. “Aşil Paradoksu” adı verilen bu kavrama göre Zenon, Aşil’in kaplumbağayı hiç yakalayamayacağını savunur. Aşil yarı insan yarı tanrıdır, hızlı ve güçlüdür. Kaplumbağadan on kat daha hızlı koşabilmektedir ve bu yüzden yarışın başlangıcında kaplumbağaya yüz metre avans verir. Aşil yüz metre koştuğunda kaplumbağa onun on metre önündedir. Aşil on metre daha koştuğunda ise kaplumbağa yine bir metre öndedir, Aşil bir metre koştuğunda kaplumbağa 1/10 metre öndedir… Bu sonsuza kadar sürer ve Aşil kaplumbağayı asla yakalayamaz.
Dünya hızla değişiyor ve eski güvenli hali giderek azalıyor; yaş ortalaması kırkın üzerinde olanlar bu hıza karşı şaşkın ve bıkkınlar… Öte yandan, son iki yıl, kötü bir şekilde de olsa bize daha yavaş yaşamayı biraz öğretti. Kaplumbağalar gibi yavaş, evimizde, izole yaşamlara doğru gidiyoruz. Ancak kabuklarımızı güçlendirip yaşama uğraşımızla ilgili çabalarımızı çoğaltırsak, belki onlar kadar huzurlu ve uzun yaşayabiliriz.
Füsun Aygölü
Her zaman ki gibi sürükleyici akıcı bir dille yazdıklarınızı keyifle okuyorum.Kaplumbağların sırtlarında ki yükle verdikleri yaşam mücadelesinden alacağımız çok ders var.
Kaleminize yüreğinize sağlık olsun