Oysa, benim bir kenti çözmeye, onunla tanışıp bir anlamda ona kavuşmaya ne kadar niyetli olduğum tek başına bir anlam ifade etmez… Kentin kimliğinin de bu konuya çok büyük etkisi vardır… Kimi kentler kendisini kolay ele vermez; kimisinin ruhunu ise, daha uçak alana iner inmez, tren gara girer girmez veya kent sınırları dışında kalan mahalleler gözükür gözükmez hemen anlarsınız. İşte bu ilk anlayışla, bir süredir yaşadığınız yürek sıkıştıran coşku ile korku karışımı durularak yerini gerçekçi değerlendirmelere ve anlamlı tavırlara bırakır… Farkına vardığınız kapasite, aynı zamanda kentte sizi bekleyen keyiflerin de göstergesi olduğu için, alıştığınız veya beklediğiniz canlılığı bulamazsanız, işi gücü bırakıp bu zavallı kentin durumuna (veya aslında kendi derdinize) yanarsınız…
Evet, bazı kentler kendini kolay ele vermez; uğraştırır. Bazıları da daha uzaktan su damlası gibi belli ve şeffaf görünür… Hangisiyle uzlaşmak, birlikte “mutlu son”a ulaşmak daha zordur acaba? Bu aslında çok gerçek ve geçerli bir soru olduğu halde, bir kentle barışık olmaya, bir gönül bağı kurmaya benim kadar niyetliyseniz, doğru olan belki de bu soruyu hiç sormamaktır kendinize. Zaten şeffaflıkla gösterse olanca marifetini, bakalım beğenecek misiniz tüm gördüklerinizi? Kentin şeffaf olması, kendini sizden saklamaması yeterli mi “sizin kentlerinizin” arasına katılmasına?
Ben bu yüzden, iyisi mi, yeni bir kentle karşılaştığımda bu boyutu olabildiğince hiç sorgulamamaya çalışırım. Zor da olsa uzlaşmaya kararlı olduğumdan mıdır, yoksa keyif aldığım en büyük tatlardan birisi olan yeni bir kente ilk adımımı atma anını zorluk olasılığıyla zedelemeye korktuğumdan mıdır, bilmem ama hiç “keşke daha şeffaf olsaydı” veya “inşallah göründüğü kadar yalınkat değildir” diye düşünmemeye dikkat ederim… Kimbilir, belki de, yeni tanıştığım bir kent üzerinde yanlış bir izlenim bırakıp onu darıltmaktan korktuğum için, başlangıçta hiçbir kenti, “kolay” veya “zor” diye yargılamamaya özen gösteririm. Böylece, çok içerisine giremediğim, benimseyip sevemediğim, ya da pek çözemediğim kentler karşısında günah benden gitmiş olur…
Bazen de, beni işte sırf bu nedenle “geri çağıran” kentler de vardır yaşamımda… İlk seferde “yazık!” demiş olduğum için; sonradan bilmem şunca yıldır aklıma takılıp kalmış olduğu için… İllaki barışayım; illaki ruhuna ulaşayım ve mutlaka gizlerini çözeyim diye… Mutlu olduğum, sevdiğim, geri çağırıldığım için değil de; illaki mutlu olmayı başarmak, o kenti dağarcığıma katmak istediğim için, yani aslında “geri çağırılmadığım” için geri döndüğüm kentler de vardır açıkçası… Önceden vaat edilenleri bulmak, aramızda oluşan sessiz çekişmeyi, şöyle veya böyle, mutlaka kazanmak için; uğradığım o ilk hayal kırıklığını düzeltmeyi, ne bahasına olursa olsun denemek için…
Beni “geri çağıran” kentlerin arasına, bu bambaşka nedenden giren kentler için, şöyle bir duygu taşırım: “Geri gelmeliyim, sırf bu methini çok duyduğum; yıllardır görmek istediğim; pek çok özelliğini gözümde büyüttüğüm, bir o kadarını da merak ettiğim; farklı uygarlıkların mirasının taşıyan koca kenti sevebilmek, sevmeyi yeniden denemek için… Daha iyi tanımak, dilini çözmek, alfabesini sökmek, keyfini çıkaracak hale gelebilmek için… O bütün bunları yapmadan beni içine almıyorsa, ben onun yaşamına dahil olabilmek için gerekenleri yapmış olarak…”
Bazen de gerçekleştiğini öğrendiğim/ümit ettiğim belirli bir değişikliği görmek üzere geri çağırıp durur beni bir kent. Bu kentler geri çağırır beni çünkü benim onları gidip ilk gördüğümden beri yaşadıkları politik, ekonomik, coğrafi değişimlerle, ilk görüşümde bana üzüntü ve hayal kırıklığı yaratan ve geçici bir süre için katlanıldığına inanmış olduğum özelliklerinden kurtulduklarını düşünürüm… Bu özelliklerin, durumlara bağlı olduğuna ve kentin kalıcı kusurları olmadığına inanmaya çalışırım. (Aslında böyle kentler için bir gözlemim var: ruhlarına sinen bu karanlık, nadiren coğrafyalarından veya mimarilerinden geliyor… Hatta iklim bile, gerçek belirleyicinin yanında masum kalır diyebilirim… Bu belirleyici ise, en az mimari kadar insan eliyle geçekleştirilmiş bir şey: politik sistem ve onun oluşturduğu kültür, sosyal yaşantı, kısacası tarih… Uzun süre emperyalist bir gücün esiri olduysa o kent mesela… Ya da totaliter bir rejim yüzünden bir diktatörün pençesinde kaldıysa veya yanlış bir politik uygulama yüzünden kıtlık dolu yıllar yaşadıysa… Kültür ve sanat, sosyal yaşam ve günlük hayat, özgün ve zengin kalamıyor bu durumlarda doğal olarak ve debu gerçek, kentin tüm katmanlarına yansıyor. İlk bakışta herkese kendini belli etmese de, kent kültürüne gönül vermiş kent tutkunlarının gözünden kaçamıyor.)
Benim böyle bir kentle ilk tanışmam eğer bu türden bir döneme rastladıysa, bu ikimize de haksızlık değil mi? Değmez mi böyle bir durumdan kurtulmuş halini de görmeye, bu baştan pek de yıldızımın barışmadığı kentin?
Kısacası, bazı kentler daha fazla emek gerektirir; hem çözmek, içerisine karışmak için, hem de tadını çıkarabilmek için… Kendini kolay ele vermeyen bu kentler, bir anlamda daha da tehlikelidir aslında çünkü tam çözemediğiniz böyle bir yerde, tanışıp anlaşma çabalarınız boşa gidiyormuş gibi yorucu bir duygu yaşamanız kaçınılmazdır… Oysa bu kentlerin çoğu, belki de, ne denli içinize işlediklerini, yaşamınızda ne kadar sürekli bir yer edindiklerini, dağarcığınızın ne kadar vazgeçilmez bir parçası haline geldiklerini, ancak siz oradan ayrıldıktan sonra belli edeceklerdir… Kentten ayrıldıktan günler sonra, bakarsınız, her vesileyle gözünüzün önünde o kentten bir görüntü, sık sık aklınızda orada tanıştığınız bir insanın bir sözü… Farkında bile olmadan, her sözü dönüp dolaştırıp kentten bir anınıza getirmektesiniz… Hani pek de gözünüz tutmamıştı? Böyledir işte bu “kendini kolay ele vermeyen”, gizlerini hemen belli etmeyen kentler…
Acılardan zevk alırmışım gibi bir anlam çıkabilir bu söylediklerimden, farkındayım… Hani neredeyse, zor kentleri tüm tatları açıkça bana sunulan şeffaf kentlere tercih edermişim gibi… Aslında bu tam olarak doğru değil çünkü bana göre kentleri keşfetmenin en keyifli boyutu, kendini saklamayan ve de asla hayal kırıklığı yaratmayan kentlerin sunduklarından, görünenler arasında olmayanları bulup çıkarmak… Hepsi birbirinden keyifli ve değerli tüm özellikleri ve güzellikleri ayan beyan ortada olan bu kentlerin, herkese çoktan belli ettikleri ve benim de zaten sakınmasız ulaştığım bilindik keyiflerinin dışında var olan ve o kentin gerçek marifetlerini barındıran gizlerini keşfedebilmek yani… Böyle bir katmerli doyum, tabii ki, bu konuda yaşanabilecek tüm mutluluklar arasında, ilk sıradaki tercihimdir. Yine de elimde değil, zor kentler hakkındaki duygum onlardan hemen vazgeçmemek yönünde…
Güzin Yalın