Kenti Sevmek

31 Ağustos 2015

Olası pek çok yaşam biçimi arasında beni en fazla mutlu eden, bir kentin karmaşasıyla iç içe yaşananı oldu her zaman. Herhangi bir kentin bana sunabileceği renkli seçenekler ve benim haberim bile olmadan onun kendi kendine yaşadığı zenginlikler, bende hep sonsuz bir merak ve araya karışarak o kentin bir parçası haline gelme isteği uyandırdı… Sözü geçen kentin benim zaten içinde yaşadığım kent mi, yoksa ilk kez veya kısa bir süre için uğradığım bir yer mi olduğu, hissettiğim bu çekimin gücünü ve duyduğum merakın dozunu hiç değiştirmedi… Bu yüzden, kent dışında yaşamalarım hep olabildiğince kısa ve ancak gerektiği kadar kaldı; her ayrılığın sonunda, özlem ve mutlulukla geri dönüp kent yaşantısına yeniden katılışım hep bir sevinç kaynağı oldu… Bir kentin insanlarından birisi olmayı, oraya dair anılar biriktirmeyi, o kentten kaynaklanan mutluluklara sahip olma umudunu yitirmemeyi hep çok sevdim… Yeni dostluklar bulacağımı bilmenin rahatlığını, macera dolu yeni aşklara gittiğimi düşünmenin iç kıpırtısını, her kentte hiç tanımadığım farklı bir geçmişe doğru kayabileceğimi hissetmenin heyecanını da… Bu sayede, yaşantımı kent keyifleriyle (hadi peki, tamam kabul edeyim, tabii ki aynı zamanda da eziyetleriyle) kucak kucağa yaşadım bugüne dek. Karmaşık bir kentin arka sokaklarında kaybolmadan yolunu bulabilmek, Akdenizli bir kentin sokak çalgıcılarını severek dinlemek, bezirgan bir kentin hangi pazarında neyin iyisinin ucuza satıldığını keşfetmek her zaman hem önemli, hem de keyifli geldi bana. Bu küçük zaferleri, kent yaşamından gelen bu detay mutlulukları, sonsuz kırların özgürlüğüne, yüksek ormanların oksijenine, açık denizlerin sınırsızlığına tercih ettim hep… Üstelik de, bir kentin binaları veya kültür yaşantısı kadar, hastalıkları veya otobüslerinin de ilgi çekici ve özel ve önemli olabileceğini yaşadım kaç kez; zamanımı vermek için aralarında tercih yapmakta zorlandım… Sonunda, şöyle olduğuna inandım: Her kentin, hiç kimse farkına varmadan kendiliğinden oluşan bir müziği vardır ve bu müzik notalardan olduğu kadar, karmaşadan, çocuk ağlamalarından, rüzgarın sesinden, kahkahalardan, ocak başında anlatılan masallardan, limanlardaki gemilerin düdüklerinden, unutulmuş mahallelerin yalnız ve sessiz iç çekişlerinden de oluşur… Herkese farklı bir şeyler ifade eden bu müzik, kentin kavgalarıyla, efsaneleriyle, aşklarıyla da birleşip onun ritmini oluşturur ve sonra kendisini usulca benim gibi kent tutkunlarına duyurup onların damarlarında atmaya başlar deli deli… Ondan sonrası, bedenini bu güzelim müziğin çağrısına bırakıp geniş bulvarlardan, ulu ağaçların gölgelendirdiği parklardan, tarihi çeşmelerin süslediği meydanlardan, çarpık ve dar ara sokaklardan, uğursuz arka mahallelerden o kentin denizlere ve nehirlere değen kıyılarına doğru akmaktır; yokuşlarından tırmanırken, başını dağlarına çevirip senin yolun oraya düşmeden binlerce yıl önce aynı noktada durmuş olanları hayal etmektir veya… Yol boyunca, meyhaneleri, çarşıları ve tapınakları da doya doya içine çekmek ve kentin tüm evlerinde, tren ve metro istasyonlarında, bahçelerinde ve çöplüklerinde; tüm kaldırımlarında, tiyatrolarında ve lokantalarında kendinden sonsuz bir iz bırakmaktır…

Ben işte, böyle derin bir tutkuyla severim kendimi bildim bileli kent yaşantısını… Asıl sevdiğim, kent kavramının ta kendisi olduğu için de kimi zaman kent demeye bile dilinizin varmayacağı minicik bir yer, kimi zaman da kent demenin bile az kalacağı dev bir alan, ama her zaman ve kep “kentler” vardır aklımda… Bir kentin insanları, mekanları ve olayları hep renkli, her zaman işveli ve cilvelidir bana göre… Tarih, kültür ve folklor her zaman yaşayan ve sürekli değişip gelişen canlı birer kavram olarak, bir kentin fizik yapısını ve üzerine yaslandığı planı, gündelik hayatın çok doğal bir parçası halinde, o kentin insanlarıyla; ev kadınlarıyla, doktorlarıyla, taksi şoförleriyle, bekçileri, çiçekçileriyle, dilencileriyle, bahçıvanları, öğrencileriyle buluştururlar. Ortaya çıkan uyum veya kim bilir, belki de aslında uyumsuzluk; beni büyüler… Bu yüzden, kentlerin kütüphanelerini de, batakhanelerini de merak ederim; şenlikleriyle de savaşlarıyla da ilgilenirim; ziyafetlerini de tatmak isterim sokak yemeklerini de… İçimi açar; bana aynı oranda macera dolu mutluluklar vaat eder bir kentin müzeleri, çay bahçeleri, tarihi eserleri, okulları, resim sergileri, kahvehaneleri, kendine özgü yiyecekleri, aşıklarının sevgi sözcükleri ve ille de tapınaklarının yakınında kümelenen kuşları…

İç ritmi bir kentin ve kendini o ritme bırakıp şakakların zonklayarak, damarlarında bu devinime katılma isteği akarak sokaklara karışmak… Belki biraz başına gelebileceklerden korkmak; belki de gizlice, başına korkulacak bir şeyler gelmesini ummak… Akşam alacasında sokak lambaları yanarken, belki de hiçbir adresi tam bilmediğin ara sokaklara kararlı adımlarla hızlı hızlı sapmak… Aslında nereye gittiğini pek çıkartamamak, hatta zaten gidecek belirli bir yerin bile olmamak… Çok fazla insan tanımadığın kentlerde, o kente kimliğini veren mekanların müdavimleri arasına karışmak; belki kimi zaman yanında olmayan birilerini özleyerek, paylaşmanın eksikliğine hayıflanarak; kimi zaman, birlikte olduklarının varlığı sayesinde, serüvenin tadına daha iyi vararak… Veya kimi zaman, yalnız, yapayalnız olmaktan ürkütücü, acıtan bir keyif alarak… Bunların hepsi bana alabildiğine heyecan verir; içimi olabildiğince hafifletir; ağzımı hemen her zaman tam da istediğim gibi tatlandırır…

Yaşadığım bu keyfi katmerlendiren ise, dediğim gibi, birlikte olduğum ve kentin farklı boyutlardaki lezzetlerini paylaştığım insanlardır… “Birlikte olduklarım” eskiden beri bildiğim, tüm yaşamım boyunca tanıdığım, oraya birlikte geldiğim insanlar da olabilir, o kentte ilk kez karşılaştığım yepyeni kişiler de; kentin insanları da, benim gibi “kent gezginleri” de… Önemli olan ışıltılı bir yabancı kent gecesini benimkine eş bir coşkuyla yaşamaları, bu kentin gizlerini benim kadar merak edip benim gibi sevebilmeleridir. Bunun için mutlaka yeni veya yabancı bir kentte olmak da gerekmez. Sık yolunun düştüğü, çok sevdiği bilindik kentlerde de aynı sevinci, aynı ürpertiyi, aynı tutkulu merakı yaşayabilir insan. Hatta belki de, en fazla kendi yaşadığı kentte gezerken söz konusu olur bu yepyeni maceralara rastlamalar… En güzel müzik işte bu barda, en neşeli akşam saati sahildeki eski bulvarda, en gerçek yemek şu salaş lokantada, en özgün takılar köşedeki tezgahlarda, en ünlü kahvehaneler şuradaki meydanda…

Burası en korkulu mahalle, en kirli sokak işte oradaki, şu limanda anlatılan öyküler en sahici olanlar… Bana gelince; yaşlı eskicinin yerini tam da çıkartamıyorum ama eminim buralarda  bir yerlerde çünkü köşedeki şu tabelayı çok iyi hatırlıyorum; yüzlerce yıl önce bu kentte acı çekmiş o hüzünlü genç kızın serin bir esinti gibi içimden geçen anısını en fazla bu köşede hissediyorum; çınar ağaçlarının altında henüz bu pazar yeri yokken kurulan salıncakların yükselen hayali her seferinde benim içimden de kuşların havalanmasına neden oluyor…

İyi de, böyle kentler insanın yakasını bırakmaz ki… O kenti bir tek kez sadece gezmiş görmüş olmak zaten hiç yetmez ama galiba bazen dolu dolu yaşamış olmak bile bir kereyle kalamaz; mutlaka yeniden gelmek gerekir. Tam olarak nereden geldiğini kavrayamadığın, nedenine isim koyup sonuçlarını tanımlayamadığın bir biçimde seni geri çağırır bu kentler çünkü… Tüm cazibelerini sana sunup tatlarını damağında bırakırlar; ya da kendilerini sana tam açmayıp aklının onlarda kalmasını sağlarlar… Böylece, dönmek için söz vermeden o kentten ayrılamazsın; arada o kente dönmeden başka kentlerin tadına varamazsın…
Bu kentler, insanı hiç vazgeçmeden sürekli “geri çağıran” kentlerdir…

Güzin Yalın

Bu yazı, Güzin Yalın’ın  yayına hazırlanmakta olan ‘Geri Çağıran Kentler’ adlı kitabından alıntıdır.

Özet
Kenti Sevmek
Başlık
Kenti Sevmek
Açıklama
Olası pek çok yaşam biçimi arasında beni en fazla mutlu eden, bir kentin karmaşasıyla iç içe yaşananı oldu her zaman. Herhangi bir kentin bana sunabileceği renkli seçenekler ve benim haberim bile olmadan onun kendi kendine yaşadığı zenginlikler, bende hep sonsuz bir merak ve araya karışarak o kentin bir parçası haline gelme isteği uyandırdı…
Yazar
Yayıncı
gidivermek
Yayıncı Logo
Yukarı