Ama ne olursa olsun sevişmek, sevişmektir, öyle değil mi? Önemli olan ardında bıraktığı hazdır, o tanımlanamaz yoğunluktaki tatmindir. Belki de bir anlamda yeniden doğum. Okumak da sevişmekten farksız bir yerde. Bir kitaba bakarsın. Kapağına biraz. Sonra evirirsin, çevirsin. İlk dokunuşlar. Derken, arka kapağına bakarsın. Sonra alelade bir sayfa açarsın. Tıpkı birini ilk defa görünce incelemek gibi. Dışından içeri doğru bir yolculuk arzusu olacak mı, yoksa olmayacak mı acaba? Bir arzu varsa o kitap senin olur, birlikte biz olursunuz. Ve bu defa aranızdaki tutku dozu okunma sırasındaki fırtınaya, gelgitlere ve sürecin bir ilişki vaat edip etmediğinin anlaşılmasına bağlıdır.
Derin ilişkiler salt kalın ve hacimli kitaplarla, romanlarla kurulmaz. Laf sanki, di mi? Bunu zaten herkes bilir. Yok ama, bilmiyor öyle herkes. Novellaların (kelime sayısı maksimum 40 bin olan edebi tür), kısa öykülerin, parça metinlerin hakkettikleri kırmızı kadife koltuklarda arz-ı endam ettiklerini söyleyebilir misiniz?
Capote’nin Tiffany’de Kahvaltı’sını sadece sinema filmi olarak bilen çok kişi tanıyorum ben. Tamam, bir Soğukkanlılıkla kadar gözbebeğim değildir, ama buralardan gidivermeden önce gönül borçlarımızdan biri olmalıdır o tatlı küçük romanı okumak.
Aynı yanılgı Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar’ı için de geçerli. Bir de ek olarak insanımızın bu eserler için “Yüreğim kaldırmıyor,” gibi yorumlarını da konforlu bir kaçış olarak gördüğümü şuracığa not düşeyim.
Orwell’in en az 1984 kadar çarpıcı eseri Hayvan Çiftliği, elbette Kafka’nın Dönüşüm’ü, Camus’nun Yabancı’sı, Burgess’in Otomatik Portakal’ı. Tamam, duruyorum. Çünkü öykücülere geçmek istiyorum. Özellikle birinden bahsetmem için bu yazı bana kendini yazdırıyor: Raymond Carver’dan.
Henüz 5 yıl oldu RC ile tanışalı. Neler mi yazmış? Son derece basit, yalın ve sıradan öyküler. Ben de tam bu nedenle vuruldum ilk okuduğuna. Süssüzlüğü de çok çarpıcı gelmişti. İlk okuduğum kitabı Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen? idi. Diğer kitaplarını edinmeye karar vermiştim. Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz?, Bilmezsiniz Aşk Nedir, Katedral ve Fil ile devam etti birlikteliğimiz. Yazma çabası olan biri olarak kelimeleri ötekileştirdiğimi ben Carver ile fark ettim. Cılız ve basit gördüklerimizi kenara atma eğilimimiz olabiliyor. Oysa Carver, en atıl ve unutulmuş sözcüğe öyle bir can verebilmiş ki, merhaba kıskanmak. Hakkında pek çok yazı, kendisiyle yapılmış röportaj bulabilirsiniz. Amerika’nın Kirli Gerçekçilik akımında kabul edilmiş. Ama kendisi hiçbir zaman akımlarla anılmayı sevmemiş. Bu da onu sahi kılıyor işte. Ben de kısa öykü deneyimi henüz edinmediyseniz sade ve sadece Carver ile başlayın bence demek isterim burada. Tabii kendisi son yıllarca biraz daha ünlü oldu. Özellikle Birdman filminde kahramanın bir RC öyküsünü tiyatroya uyarlama arzusu edebiyat severlerin dikkatinden kaçmamıştı. Ama RC’yi ifade etmek için yeterli miydi? Bence hayır. Birkaç dizesi yeterli gelemez aç bünyelere. Kısa kesmenin ustası bu kalemle daha yakın olmak lazım.
Yazıya şıkça bir bitişti aslında ama yazının canı sonlanmak istemedi.
Gidiverenlere not: Özellikle Fil’i…
Gidiverenlere özürle bir not daha: Parça metinler ve şiirden bahsetmeyi başka yazılara saklıyorum. Bu yazıda kahraman belli.
Ayça Güçlüten