Görüntülenme Sayısı: 93
Kışın ve yeni yılın ilk habercileri kokinaları yıllardır mahallemde çiçekçi tezgâhlarında gördüğümde, içimde ikilemli duygular oluşur.. Bir yanım, “Ne güzel! Yeni bir yıl pek çok sürprizleri ile geliyor” der; diğer yanım ise, “Eyvah bir yıl daha geçti! Zaman çok hızlı geçiyor” diyerek coşkularıma fren yapar. Aklıma hemen önce evde ve sonraları iş yerimizde yaptığımız süslemelere katkısı olan bu çiçeğin üzerine, çam ağacı süsler gibi, minik ve anlamlı objeler astığım, pamuklarla kar taneleri kondurduğum çocukluk ve gençlik günlerim gelir.
O yıllarda yılbaşının, on beş gün öncesinden heyecanı başlar ve kokinalarımın vazolarda yerini alması, çam süslemelerinden önce gelirdi. Yeni bir yılı karşılamanın, hediyeler almanın ilk adımı evimi minik kırmızı meyveleri olan yeşil dikenlerle süslemekti. Bu dikenlerin aralarına yılbaşı sembolleri, ikonları yerleştirir hatta bazılarına minik top pamuklar koyardım.
Kokina, eskiden Rumların yeni yıla girerken evlerini süsledikleri, bir yıl bozulmadan bakarlarsa ev sahibi olma şansını yakalayacaklarına inandıkları bir çiçektir. Güney Avrupa, İran ve Akdeniz’de yetişir. Halk arasında “tavşan memesi” de denir ve ismi Yunancada “kırmızı” anlamına gelir. Aslında gözüktüğü gibi kırmızı çiçekli bir bitki değildir. Yeşil dikenlerin üzerine, önceden toplanan, başka bir bitkinin “silcan” adlı kırmızı, minik toplardan oluşan meyveleri iliştirilir. Bu meyveler, kokinanın yeşil dikenlerine topluca iplerle bağlanır. Bu işi özellikle Aralık ayı öncesi, Çingene çiçekçiler yapar.
Bu minik kırmızı topların toplanan dikenli çalıya teker teker elde iliştirilmesi, görünümü bizim için hoşluk yaratsa da aslında çok eziyetli bir iştir. Sonra, Aralık ayı başından itibaren Taksim, Kadıköy, Harbiye, Kurtuluş, Şişli ve Nişantaşı gibi eski mahallelerde, özellikle Çingenelere ait çiçekçi tezgâhlarında görücüye çıkar bu bin bir zahmetle hazırlanmış güzelim çiçekler. Kokinalar belki de bu yüzden, bana yılın hem hoş ve güzel hem de acı yanlarına gönderme yapıyormuş gibi gelirler. Bir yandan da ben hep kokinanın yeşili doğayı, kırmızısı ise eğlenceyi ve dürtüleri temsil ediyor diye düşünürüm.
Çocukluğumun yılbaşı kutlamaları hep sözünü ettiğim bu mahallelerde geçti ve ben bu coşkulu kutlamaları ancak bu mahallelerde görebildim. Yılbaşına yakın, sokak aralarında gezginci çiçekçilerde ve caddelerin belli köşelerindeki çiçekçi tezgâhlarında yeşil-kırmızı kokinalar satılırdı. Şimdilerde marketlerde bile satılıyor olsa da o çiçekçi tezgâhlarının havası ve bu tezgahlarda alışageldiğimiz çiçeklerin renk cümbüşü arasından kendini gösteren kokinalar yine de bir başkadır. Kokinalar bu dönemde sanki eve bir Yeni Yıl renkliliği ve coşkusu getirirler.
31 Aralık gecesi, masalar süslenerek kurulur; mezeler hazırlanır, yemekler pişirilir, incecik sigara börekleri sarılır. Bazı mezeler bir gün önceden Kurtuluş, Beyoğlu veya Nişantaşı’ndan satın alınmıştır. Sofrada, tabiri caizse, yok yoktur. Kadehler tokuşturulur ve herkes Yeni Yıl için güzel dileklerde bulunur. Gece ilerledikçe, çayla beraber tatlı saati gelmiştir; meyve tabakları, enfes ayva veya kabak tatlıları ve yanında anneciğimin her yıl büyük bir meşakkat ve sabırla yaptığı kestaneli pastası gelir. Saat tam 12:00 olduğunda herkes birbirine sarılır ve iyi yıllar dilerken, sokaktan sirtaki eşliğinde kırılan porselen tabakların sesi gelir. İşte tüm bunların en güzel izleyicisi vazo içindeki, gelin gibi süslenmiş ve günün heyecanını neredeyse bir ay öncesinden beri bize hissettirmiş kokinalardır. Birazdan da sanki hediyeleri ile Noel Baba gelecektir. Gecenin en güzel yanı herkesin birbirine dağıttığı bu hediyelerdir. Önemli olan, değer vermek ve hatırlamaktır; yeni bir yıla girerken iyi dileklerle verilen bu hediyeler size uygun olmasa da hatırlanmış ve önemsenmiş olmak büyük mutluluktur. İşte tüm bu duyguların tanığı da yine kokinalardır. Dikenleri batacak diye çekindiğimiz için fazla yaklaşmasak da onlar kendi köşelerinde uzun süre kalıcılıklarını koruyarak salonumuzu süslerler ve Yeni Yılın tüm iyi niyetli, umut dolu dileklerini taşırlar.
Güler Tunalı Eren “Kokina” adlı şiirinde “Kırılınca acımaz mı? / bir dal kokinanın boynu / Neden kırmızıydı? / Aşk şarkıları gibi kokina başları / demiştim / beyhudeydi karla karışık masallar / geyikli geceler / noel babalar / ve / beyaz sicimle bir sap dala bağlanan / kırmızı başlı kokinalar” der. Emin Nur Acar ise “Aylardan kasım / Kasımpatı, krizantem ikramın / Sırada kokina var” dizeleri ile kokina ile ilgili duygularını yansıtır.
Bence kokinaların en etkileyici görüntülerinden birisi de 1930’ların Beyoğlu’nda çekilmiş, elinde ve sırtındaki küfede kokina çiçekleri taşıyan çiçekçilerin fotoğrafıdır. Selahattin Giz’in çektiği bu fotoğrafta yüzü gözükmeyen bir kadın ve önde kasketli bir adam, iki çiçekçinin ellerinde ve küfelerinde ise kokinalar, “Cadde-i Kebir”de yılbaşı üstü satış yapmaktadırlar.
Geçmişten bugüne İstanbul yaşantımda değişmeyen nadir şeylerden biridir kokinalar. Oysa maalesef çok hızla değişen semtlerimizde, mahallelerimizde yaşadığımız, ritüel haline getirdiğimiz pek çok olay veya nesne hızla ve olumsuz yönde değişiyor. Umarım artık kokinaların marketlerde satılan bodur boylu ve minik buketler yapılmış ve yarısı çürümüş halleri, asıl yerleri olan o canım çiçekçi tezgâhlarındaki halleriyle yer değiştirmezler. Çünkü bana öyle geliyor ki birkaç yıl içinde muhtemelen, tıpkı küçük demet menekşeler gibi bunlar da tarihteki yerlerini alacaklar; belki ben de zaten bu yazıyı yazma ihtiyacını bu nedenle duydum.
Füsun Aygölü
Çok güzel , mutlu yıllar 🎄