Bu satırları İstanbul’u bu yaz esir alan tropik yağmur saldırılarından birinin ardından yazıyorum. Salgının verdiği rehavet mi desem, giderek kapalı sistem yaşamayı kanıksamak mı bilemiyorum ama bu yıl ilk defa çatı terasımdaki bahçemin bakımı gecikti. Dünden beri bahçemde saksılara yapışmış küçüklü büyüklü salyangozları, kullanmadığım ot bürümüş bir saksıya yerleştirmekle meşgulüm. Özellikle arka teras bahçemde çok fazlalar. Az önce ne âlemdeler diye meraklanıp çıktım, pek çoğu yerlerde geziniyordu; “Yağmur yağınca susamışlar” diye düşündüm. Yeni doğmuş olanları çok naif, sanki ellesem üstündeki evi yani kabuğu kırılacakmış duygusuna kapılıyorum; tıpkı bebekler gibi savunmasızlar.
Geçen hafta çok yakın bir arkadaşımın iki yaşındaki torunu Tanem parkta salyangoz bulmuş ve bir süre kendince inceledikten sonra minicik parmağına takıp eve getirmiş yeni arkadaşını. Salyangozun ev hayvanı olarak onunla masanın üstünde salatalık yerken fotoğrafını gördüğümde çok hoşuma gitti. Bu yaşta ürkmeden ve iğrenmeden salyangozla kurduğu sıcacık, sevecen ilişki içimi ısıttı. Salyangozları çocuk dünyasında görmek çok hoştur. Ünlü çocuk masalları yazarı Andersen’in “Gül ağacı ve Salyangoz” adlı kitabını bu yüzden çok sevimli bulurum. “Petit Escargot” (Küçük Salyangoz) şarkısı ise özellikle Fransız çocuklarının çok sevdiği bir şarkıdır. Türk çocuk edebiyatında da salyangoz ile ilgili öyküler çoktur. Örneğin, “Bilge Salyangoz” adlı öykü kitap serisinde, doğa ile ilgili soruları yanıtlayan salyangoz pek ilginçtir.
Avrupa’da ve özellikle Fransa’da salyangozlar yiyecek olarak tüketilirler, “escargot” yenen özel lokantalar vardır. Yıllar önce Seine nehrinin Manş denizine kavuştuğu yerde bir sanat ve sanatçı kasabası olan Honfleur’e gittiğimde, orada bir lokantada yediğim şarapla işlem görmüş “escargot” oldukça lezzetliydi. Fransa’da salyangoz genellikle bol sarımsakla pişer. Oysa ilginç bir ironi olarak garibim salyangozun hayattayken sarımsaktan hoşlanmadığı (bu arada naneden de kokusu nedeniyle olsa gerek, bucak bucak kaçtığı) söylenir.
Salyangozlar da tıpkı kaplumbağalar gibi evlerini beraberlerinde taşırlar, ev onların ayrılmaz parçasıdır. Çoğunlukla ot obur olarak bilinmekle birlikte de et obur olanları da vardır. Bahçeler ve bağlar için zararlı görülseler de şirindirler ve dolaştıkları yerlerde iz bırakmaları nedeniyle, aidiyetlerine dair bir belge bırakıyor olmaları bence anlamlıdır. Salyangoz iz bırakması dışında çok da yavaştır ve bu yüzden içinde hayatın yavaş geçtiği iddia edilen “yavaş kentlerin” (cittaslow) de simgesi haline gelmiştir.
Bazen düşünürüm de “Yavaş yaşa, iz bırak ve hayatın tadını çıkar” bizim de sloganımız olabilir günümüzde ne kadar hızlı yaşamaya, hızlı tüketmeye ve hırslanmaya zorlandığımız, bu yolda kendimizi tükettiğimiz düşünülürse… Kısacası, belki de biz insanların fazla da önem vermediğimiz salyangozdan bile alınacak bir dersimiz vardır!
Füsun Aygölü