Görüntülenme Sayısı: 2
Bildik bir kente yeniden gitmenin, özellikle de o kent beni geri çağırmış bir kentse, çok özel bir psikolojisi var…
Tanıyıp bildiğim bir kente geri döndüğümde, özellikle de hayalimde en canlı kalan noktasına gidip kaldığım yerden tekrar hayata karıştığımda, hep aynı şey oluyor: Sanki her şey beynimin bana oynadığı bir oyun. Ben zaten hiç gitmemiştim ki; hep buradaydım… Sadece belki, kısa bir süre için başka bir kentte olmanın hayalini kurdum. Ama işte hayal bitti;
yeniden hep olduğum yerdeyim… Bir tür “deja vu” hissi… Kim bilir, bu sefer kaç günlük bir hikaye ve bu sefer de bitince, bir daha kim bilir ne zaman geri gelirim ama şu anda çok eminim, şimdiye kadar hiçbir zaman buradan gitmedim!.. Hiçbir bulunduğum yerde, burada
şu an olduğum kadar “yerleşik” olmadım!.. Ömrüm boyunca, buradan başka bir yere hiç
gitmemiş bile olabilirim…
Sonra başlıyor, eski tanıdıkları aramalar; şu sokaktaki kitapçı, limandaki martılar, bu meydandaki falcı, otelin yanındaki lokanta, kilisenin avlusundaki kuşlar, dış mahallelerden birinde bir bitpazarı, caminin köşesindeki yaşlı dilenci… Aslında bu aradıklarımı bulmak mı beni daha çok sevindirir, yoksa bulamayıp yerlerini dolduracak yeni heyecanlar aramak mı, bilmiyorum… Çünkü nasıl her yeni gittiğim kentte, beni etkileyecek, ruhuma değecek, anılar biriktirmemi ve bu kente bağlanmamı sağlayacak bir şeyler arıyorsam, eskiden beri tanıdığım kentlerde de aynı şekilde, bilindiklerin sınırını zorlayan yeni lezzetler arıyorum. Bir yanda, “her şey olduğu gibi kalsın; hiçbir şey değişmesin ki, ben burada olmadığım sürede olan bitenlerin, oluşan yaşamların dışında kalmış olmayayım” isteği; bir yanda da, “artık tüm detaylarını ezbere bildiğim yaşlı bir dost gibi bu kent; farklı bir şeyler yapıp beni şaşırtsa, ne hoş olurdu!” düşüncesi…
Hem bildik eski bir yün battaniyeye sarınıp eski usul bir sıcacık içecekle, tanıdığım sularda ısınma özlemi; hem de son model bir ısıtıcının insanı nasıl ısıttığını, nasıl şaşırttığını, biraz da korkarak deneme ve beraberinde sunulan yepyeni ve baş döndüren içkinin beni taşıdığı yerlere biran evvel gitme isteği… İnsanoğlu tuhaf… Ama sanırım yenilikleri memnuniyetle karşılamanın tadını çıkarmak için, önce değişmemiş olanlarla hasret gidermekte fayda var; özellikle de çoktandır uğramadığınız bir kentse söz konusu olan… Şöyle bir hatırlamak, bazı şeyleri yeniden yaşamak, getirdiğiniz armağanları verip kentin sizin için saklamış olduklarını almak, kısacası, kendini yeniden şöyle bir “ait” ve de “sahip” hissetmek… Sonra gelsin birkaç yıl önce kapanan barın yerinde yeni açılmış olan restoran, tamiri yeni bitip üzerindeki iskelelerden kurtulmuş olan katedral, yıllardır boş duran şu köşeyi mekan edinmiş olan sokak satıcısı, bulvarın üst kısmına dikilmiş yeni ağaçlar, belediyenin o yıl başında ithal ettiği son model otobüsler… İstedikleri kadar gelsinler ve de gelip yeni keyifler getirsinler lütfen çünkü siz o kente hem sahip hem aitsiniz yeniden…
Güzin Yalın
Bu yazı, Güzin Yalın’ın yayına hazırlanmakta olan ‘Geri Çağıran Kentler’ adlı kitabından alıntıdır.