Çocukluğumun çok da kolay elde edilemeyen moda mecmualarında gördüğüm modaevi, tasarımcı, giysi markası reklamlarında, her seferinde ilanın kendisinden çok ilgimi çeken bir şey olurdu: Sayfanın önemsiz gibi görünen ama mutlaka göze çarpan bir köşesinde, bu markanın üretildiği ve satışa sunulduğu kentlerin isimleri… Bu kentler, doğal olarak moda merkezi sayılan büyük, ışıklı, zengin dünya kentleri olurdu ve isimlerinden öyle bir ilanın içerisinde söz edilmesi ve o markanın satıldığı yerler arasında olmaları bile hem o ilana, hem reklamı yapılan özel nesneye, hem de markanın bütününe önemli bir saygınlık, özel bir anlam katardı… “O kentlerde” bulunuyorsa, kalitesi tartışılmazdı o ürünün, “o kentlerdeki” ünlü, güzel, zengin, tasasız, mutlu, ışıltılı, cazibeli kadınlar giyiyorsa sözü geçen giysileri, gereklilikleri üzerine bir sorgulama akıllara gelmezdi… Çok büyük, çok ünlü, çok uzak ve asla ulaşılmaz dünya kentleriydi “o kentler”… New York, Londra, Paris, Milano… Sonraki yıllarda bu listeye Tokyo da katıldı… Ben o zaman ne moda dünyasında ekonomik sistemin nasıl çalıştığını, ne de cazibesi olan/olmayan pazar kavramının anlamını bilmediğim için Japonya’nın endüstriyel gelişmesi ve zenginliği ve dünyadaki politik gücü ile moda dünyasının şeref listesine girmesi arasındaki bağlantıyı kuramamıştım. Beni ilgilendiren, o kentlerin yarattığı merak, tanımadan duyulan hayranlık, fazla da bir ümidi olmadan o kentlere ulaşabilme hayaliydi… Sanki o kentlere ulaşabilenlerin, oralarda yaşayabilenlerin, o kentleri görüp sevebilenlerin arasına bir gün karışırsam, o gün işte, reklamdaki parfümü kullanan olağanüstü zarif, seksi, gizemli ve güzel kadına benzeyeceğim gün olacaktı… Ben tanıtılan parfümü kullanmayı veya sözü geçen giysiyi giymeyi hayal etmezdim yani… Bunları satan mağazaların, tasarlayan tasarım evlerinin ve alıp kullanan insanların olduğu kentlere gitmeyi, o kentlerin yaşantısını tatmayı düşlerdim…
Sonra zamanla, ben büyüyüp yaşantım geliştikçe, o listelerde geçen kentlerin nispeten kolay ulaşılır kentler olduğunu öğrendim. Sonra o kentlere gittim ve her gittiğim için, gördüğüm benzer ilanlardaki listelere, aklımdan bir çentik attım… Sonra yaşamın boyutları, ilgi alanlarım, dünyaya bakışım ve ekonomik gücüm değiştikçe, yapılabilecek muhtemel listelerin kimliği de değişti. Ama hayali listelere çentik atma ve gördüğüm somut listelerde sayılan kentlerin ne kadarını keşfetmiş, yaşamış, fethetmiş ve dağarcığıma almış olduğumu aklımdan kontrol etme alışkanlığım değişmedi. Bir de, bu listedeki kentlerin durup durup insanı geri çağıran kentler olduğu gerçeği… Her işaretin ardından, ulaşılmış bir arzunun, tamamlanmış bir tasarının keyfini ve yeni bir hedef oluşturmanın dürtüsünü aynı anda tattım. Ve hiç şaşmadan her seferinde, gördüklerim ne kadar çok, gıpta edilesi veya ilginç olursa olsun, henüz görmediklerin için bir esef, bir iç sıkıntısı, bir “liste yarım kaldı; ah, keşke…” duygusu yaşadım…
Böylece, “çentik atılacak kentler listesi” benim için uzayıp kısalan sürekli yenilenen, sık sık değişen ama hep var olan bir gerçeklik haline geldi. Bazen sayfalarca yazılıp başkalarıyla da paylaşılan bir liste oldu, bazen sadece aklımda var olup kimselere gösterilmeyen bir liste… Bazen de doğrusu, kendimden bile gizlediğim bir arsızlık abidesi… Kimi zaman yepyeni kentler içerdi, kimi zaman da yalnızca geri gitmek istediğim kentleri… Listenin tütü ve içeriği ne olursa olsun, hedefe ulaştıktan sonra atılan çentiğin keyfi, yaşattığı zafer duygusu ve bir sonraki için yarattığı beklenti hiç değişmedi…
Güzin Yalın
Bu yazı, Güzin Yalın’ın yayına hazırlanmakta olan ‘Geri Çağıran Kentler’ adlı kitabından alıntıdır.