Görüntülenme Sayısı: 123
Künye
Yapım Yılı/Ülkesi– 1947, İtalya
Yönetmen– Roberto Rossellini
Senaryo– Roberto Rossellini, Sergio Anidei, Carlo Lizzari, Max Colpet
Müzik- Renzo Rosselini
Oyuncular– Edmund Moeschk- Ernest Pittschou- Ingetraud Hinze- Eric Gülne- Jo Herbst- Franz Von Treuberg
ImDb Notu– 8.2
Ödülleri: Berlin Film Festivali 1990 – Locarno Film Festivali 1948 (2 ödül) Yeni gerçekçilik akımını bu üçlemeyle başlatmıştır.
Özellikleri:
Rosselini’nin savaş üçlemesinin (War Triology) son filmi (1- Roma Açık Şehir,1945, 2- Paisan (Hemşeri) 1946, 3- Almanya Yıl Sıfır)
Konu:
İkinci dünya savaşı sonrasında Berlin’de yaşayan Edmund, ağabeyi, ablası ve yatalak hasta babası arasındaki ilişkiler, savaş sonrası yaşanan ekonomik çöküş, açlık ve sefalet karşısında oniki yaşında ergenliğe girmekte olan çocuğun omuzlarındaki sorumluluk ve aileyi bir arada tutma isteği ile yaşadığı sıra dışı travmatik durumlar ve trajik son. Savaşın çocuk dünyasında da yarattığı acımasızlıklar, o günün Berlin’inde yıkık dökük evlerdeki yaşam koşulları çarpıcı biçimde, yarı belgesel nitelikte sunuluyor.
Yorum:
Film, mezarlıkta ölüleri gömen bir grup insanın aralarındaki konuşmalar ve mezarlık ölçüsü almaları ile başlıyor. Sarışın on iki yaşlarındaki bir çocuğa görevli yaşını soruyor, çocuk çaresiz bir durumda on beş yaşında olduğunu söylüyor, ancak görevli ona inanmıyor. Orada bulunan bir hanım onun kendi çocuğunun sınıfından olduğunu ve on iki yaşında olduğunu söyleyince Edmund oradan uzaklaşıyor. Yolda giderken parçalanmış atın etrafındaki kalabalığı görüyor, kendisi de kalabalıkta olma isteğinde, belki biraz et alabilirim umuduyla, ancak oradan da uzaklaştırılıyor. O sırada geçmekte olan kamyondan düşen kömürleri topluyor. Yıkık kentin sokaklarında bir şeyler bulma telaşında devamlı yürüyen bir genç çocuk yıkık dökük harabe olmuş evlerin arasından kendi evine giriyor. Apartman dairesinde beş aile yaşamakta ve yönetici konumundaki adam gelen elektrik faturası ile ilgili olarak bazı komutlar veriyor ve Edmund’un ailesini suçlayıcı biçimde konuşuyor. Bir odada yatan baba ile Edmund’a göre oldukça büyük bir ağabeyin tartışmalarından ağabey Karl’ın bir nazi askeri olduğunu ve saklandığını, babasının ise ona teslim olması için ısrar ettiğini anlıyoruz. Ağabey Karl korktuğu için evden çıkmamakta, abla Eva ise geceleri yabancı subaylarla dansa giderek geçimlerine katkıda bulunmaktadır. Evin geçimi için esas sorumluluk hisseden ise Edmund’dur ve sokaklarda ailesi için yiyecek veya para arayışındadır. Küçük yaşta kendisi ve ailesi için var olma savaşındadır. Bu nedenle de baba ve Eva, Karl’a kızgındır, çalışması ve varlığını belirtmesi için resmi olarak teslim olmasını istemektedirler. Oysa Edmund büyümüştür ve ağabeyini koruyup kollayabilir düşüncesindedir, teslim olmasını istemez. Ergenliğe girişte aslında beceremeyeceğimiz pek çok işi yapmak isteriz, çünkü artık vücudumuz gelişmektedir. Ama henüz olmayan yaşam deneyimimizi hep göz ardı ederiz.
Apartmanı yöneten Rademacher, Edmund’a tartı aletini verir ve üç yüz marka satmasını ister. Konuşmalar sırasında yöneticinin eşi ise Eva’nın yaşantısıyla ilgili olumsuz yorumlarda bulunur. Edmund odalarına gelir ve Eva’dan dışarı çıkmamasını, dansa gitmemesini ister, ablası onu ciddiye almayınca küçük genç erkek Eva’nın gitmemesini emreder ama ablası yine de gider. Eve ekmek getiren, evin erkeği konumunu benimseyen Edmund, ablası ile ilgili komşuların dedikodularını önlemek istiyordur, ailenin koruyucusu görevini yüklenmiştir.
Edmund karaborsadan yiyecek bulma çabasındadır. Tartı aletini para karşılığı değil de et ve konserve karşılığı karaborsacıya kaptırır. Yolda eski okulundaki öğretmenini görür, öğretmeni ona aşırı şefkatli ve fazla dokunsal yaklaşır ve evine götürür. Odasında Edmund’u kucaklar ve okşar, ondan yardım ister. Hitler’in konuşmasının kayıtlı olduğu plağı bir yere götürüp satacaktır, yani aracılık yapacaktır. Jo adlı bir delikanlı ile ergenliğinin başlarında bir kızın, Christie’nin ona eşlik etmesini ister. Başbakanlık binasının olduğu yerde Amerikalı subaylara plağı dinletirler ve iki yüz marka satarlar, dönüşte öğretmeni ona on mark öder. Edmund o delikanlının peşine düşer ve kızla birlikte onu izlerler. Jo sabun satmak bahanesi ile bir kadının elindeki tüm parasını alır, sabunu da vermez, aslında bir hırsızdır ve çete üyesidir. Edmund akşam patates dağıtılacağı haberini alır ve gece oraya giderler. Jo aynı sabun paketini Edmund’a satma bahanesi ile elindeki on markı da alır. Aslında sabun paketinin içinde sabun yerine kâğıt parçaları vardır, yani aldatılmıştır. Küçük yaşının tecrübesizliği ve acımasız hayat okulunda çok sert olaylarla karşılaşmıştır ve ailenin geçimi dışındaki olaylar ve tutumlar onu ilgilendirmemekte hatta adeta güçlendirmektedir.
Kız ile yakınlaşır, Christie de onunla ilgilenir. Eve gittiğinde babası uzun süre eve gelmediği için endişelenmiştir, ona tokat atar. Apartman yöneticisi Rademacher ondan tartının parasını ister, o ise karşılığında aldığı et ve konserveyi verince adam ona kızar ve babasının ölmesini diler. Kimse memnun değildir. Bu arada apartman yöneticisi kaçak elektrik hattı çektirmiştir. Edmund umutla ağabeyine gider ve ona sigara verir, ağabeyi ret eder ve almaz. Edmund savunma ihtiyacı hisseder ve sigarayı kız arkadaşından aldığını söyler. Tam bu sırada babası kriz geçirir, Doktor beslenme eksikliği olduğunu söyler ve babalarını hastaneye yatırtır. Kızı Eva hastaneye gider, babaları mutludur, çok iyi beslenmektedir.
Evde ise kaçak olduğunu saptayıp elektriği kesmişlerdir. Yönetici onları haksız yere suçlamaktadır. Eva ve Karl, iki kardeş kavga ederler. Edmund çaresizdir, öğretmenine gidip durumu anlatır ve yardım ister ama öğretmen bu kez şefkatli değildir hatta acımasızdır. Edmund’un istediği yardımı reddeder ve babası için “Ölürse ölür zayıflar yok olmalıdır. Cesur ol önemli olan kendimizi kurtarmamız” der. Eski düzende öğretmen olup artık mesleğini yapamayan bu adamın acımasızlığı onu etkiler ve çaresiz bırakır. Babasını görmeye hastaneye gider. Babası dört gün çok iyi beslendiğinden ama eve gelince yük olacağından söz eder. “Keşke ölseydim” der. Tam o sırada hemşire sağlık arabası ile hastalara bakmaktadır, Edmund ilaçlar arasında zehir görür ve aniden çalar. Babası onlara yük olduğunu, keşke anneleri yaşasaydı ve Karl teslim olsaydı tarzında dileklerini paylaşır. Edmund henüz bu yükleri kaldırabilecek kadar büyümemiştir ve sanki babası ondan kendi yaşamına dair isteklerde bulunmaktadır. Eve gittiğinde Edmund zehri saklar. Daha sonra babası evde yemek olmadığını görür. Edmund azıcık çay yapma önerisi ile babasının çayına zehirden katar. Ağabeyi de içmek isteyince ona engel olur. Babası o sırada Karl’dan teslim olması için söz almaktadır, “Çocuklarımla gurur duyuyorum” der. Polisler eve gelmiştir Karl artık saklanamayacağını anlar, polisler Karl’ı götürür. Baba kötüleşir ve ölür, cenazeyi taşıyabilecekleri hiç bir şeyleri yoktur, kâğıttan bir çuvalla götürürler.
Edmund içine kapanmıştır, yaptığı şeyin doğru olup olmadığı ikilemi içerisindedir, belki de onu destekleyecek, güçlendirecek veya yüreklendirecek bir onaya ihtiyacı vardır. Ertesi sabah Karl geri gelir ve babasının ölümüne çok üzülür, bu arada komşular ölünün arkasından eşyalarını karıştırırlar. Film faşizm ve savaş sonrası insan ilişkilerindeki acımasızlığı çok güzel yansıtmaktadır. Ağabey ve abla başka bir yerde kalmaya, arkadaşlarına giderken Edmund gitmeyi reddeder. Ağabeyi ısrar edince de artık çok büyüdüğünü, kendi karar verebileceğini suçlayıcı bir dille vurgular: “Ben sokaklardayken bunu düşünecektiniz” der, bana karışamazsınız anlamında bir söylemdir bu.
Yıkık, harabeye dönmüş eski Berlin sokaklarında çete ve hırsızlık yapanların yanına gider. Christie’yi orada görür ve kendisi ile gelmesini ister. Ama kız reddeder, diğer çete üyeleri onu aşağılar. Artık genç bir erkek gibi davranıyordur. Bazen çocuk bazen yetişkin gibi olması savaşa dair bir şey değildir, yaşı gereği girdiği dönemin özelliklerindendir.
Edmund çaresizce eve döner, yapayalnızdır, bu duygularla baş edemez. Öğretmeninin evine gider, Bay Henning’e babasını öldürdüğünü söyler, öğretmeni çok kızar. Edmund “Ama siz söylemiştiniz” der. Adam korkarak onu kovar, başının belaya girmesini istemiyordur, eski bir nazi yanlısı olarak yeni düzene ayak uydurmalıdır. Kendini iyice çaresiz ve güçsüz hisseden, hiç kimseden onay alamayan Edmund kaçarak uzaklaşır. Yolda çocuklar top oynuyordur, onlara katılmak ister ama çocuklar onu istemez. Yıkık virane binalar arasında kaldırıma oturur ve kiliseden gelen org sesini dinler kâh koşar, kâh yavaşlar, duyguları gelgit haldedir. Sokakta lekelerle sek sek oynar, halâ çocuktur ama yetişkin birinin bile zor göreceği şeyler görmüş ve yapmıştır. En önemlisi de babası artık yoktur ve buna o neden olmuştur. Vicdan azabıyla oyun oynama davranışını birbirine karıştıran Edmund yaptığının ağırlığını kaldırmakta zorlanmaktadır.
İlk intihar provasını yolda bulduğu demir parçasını silah gibi alnına dayayarak yapar. Evinin karşısındaki yıkık eve girer, orada demir çubuktan yaptığı silahı ile oynar, sonra fırlatır, atar. En üst kattan bir aşağı kata doğru kaydırak gibi duran raydan kayar, ardından en üst kata çıkıp kendi evini gözler. Babasının cenazesini, ağabeyini, ablasını ve onların arkadaşlarını izler. Onlar hâlâ Edmund’u aramaktadır, seslenirler ama bulamazlar, onların gidişlerini izler ve demir raylı kaydıraktan kayar. Evine bakar, gözlerini kapatır ve aşağı atlar, intihar eder. Düştüğü yere genç bir kadın gelir ve onu ölmüş olarak bulur. Belki de annesidir ve onu karşılamıştır. Burada şefkatin simgesi midir kadın? Yönetmen, nazizmin oluşturduğu sahte ahlak anlayışının egemen olduğu bu acımasız ortamı çocuk-genç üzerinden başarıyla anlatmaktadır. Nazizmin yarattığı kahramanlık kültü için terk edilen alçak gönüllülüğü, zayıflığın yerine gücün ve basitlik yerine de gururun yüceltilmesini çarpıcı bir biçimde yansıtmaktadır. Bu mesajları bir genç-çocuk üzerinden vermesi de filmin başarısını artırmaktadır.
Genç-çocuk, öğretmeni tarafından kışkırtılarak, kahraman olabilme isteği ile babasını/iktidar nesnesini zehirleyerek cinayet işlemekte, bu güç durumdan intihar ederek kurtulmaktadır. Edmund babasının iyi beslenememesine, şikâyetlerine ve mutsuzluğuna tahammül edememektedir. Aile için hiçbir şey yapmayan abla ve ağabeyi tarafından da gizil olarak kışkırtılarak bu sona gelmiştir. Edmund adeta köksüzdür ve ne yaparsa yapsın kendini onaylanmamış ve suçlu hissetmektedir. Geleceğe dair hiçbir umudu kalmamıştır. Ağabeyinin korkaklığı ve babasının zayıflığı da umutsuz olmasındaki nedenler arasındadır. Sanki savaşın getirdiği tüm zorlukları o üstlenmiştir. Bu nedenle babasından kurtulmalıdır, ancak bu kurtuluş onu kendi ölümüne götürecektir. Sanki babası ona “Ailenin babası olabilmen için beni öldürmen gerekli ve bu cinayetin bedelini de ancak intihar ederek ödeyebilirsin” demektedir. Tıpkı Nazizmin mesajındaki gibi. Savaş öncesinde bir çocuk olan Edmund savaş sonrasında acımasız bir katil olarak büyümüştür.
Füsun Aygölü