Künye
Yapım Yılı/Ülkesi: 1979/(Almanya, Fransa, Polonya, Yugoslavya)
Yönetmen: Volker Schlöndorff
Senaryo: Volker Schlöndorff – Jean Claude Carrière
Görüntü Yönetmeni: Igor Luther
Müzik (Besteci): Maurice Jarre
Oyuncular: David Bennent (Oscar Matzerratti), Mario Adorf (Alfred Matzerratti), Angela Winkler (Agnes Matzerratti), Daniel Olbrychski (Jan Bronski), Katharina Thalbach (Maria Matzerratti), Charles Aznavour (Sigismund Marcus), Mariella Oliveri (Roswitha)
ImDb Notu: 8.1/10
Özellikler: Günter Grass’ın 1959 tarihli romanından çok az değişiklikle uyarlanmış. Film Altın Palmiye Ödülünü F.F.Coppola’nın Apocalypse Now (Kıyamet) filmiyle paylaşmıştır. Filmin çocuk kahramanı Oscar’ı canlandıran David Bennent, F.Truffaut’nun Le Dernier Métro (Son Metro) filminde Catherine Deneuve’ün eşi rolündeki Heinz Bennent’in oğludur. Heinz Bennent’in (Greff) de filmde kısa bir rolü vardır. Ayrıca senarist Jean-Claude Carrière de Rasputin rolündedir.
Ödülleri: Cannes Festivali Altın Palmiye Ödülü (1979), Yabancı dilde İyi Film Oscarı (1980), En İyi Film Dalında Alman Film ödülü (1979), Yabancı Dilde En İyi Film Dalında Japon Akademi Ödülü (1982).
Filmin Süresi: 2 saat 20 dakika
Konu:
İkinci dünya savaşı öncesinde, 1920’lerde Danzig’te (şimdiki adı Gdansk) üç yaşında bir çocuğun merdivenlerden düşmesi ile artık fiziksel olarak büyüyememesi ve bunun çocuğun bir dileği olması. Aynı yaş gününde babalarından birinin ona teneke bir trampet hediye etmesi ile isteklerini ve duygularını önce trampetle dile getirmesi daha sonrasında ise mutsuzluklarını ve kızgınlıklarını tiz çığlıkları ile ifade ederek tahripkâr bir biçimde camları kırması. 1920-1939 yılları arası Milletler Cemiyeti’nin yönetiminde açık şehir statüsünde olan Danzig’te gelişen sosyal ve politik olaylar ve bunların aileye yansımaları, ikinci dünya savaşına başlamasına neden olan gelişmelerin ve yaşanan duyguların çocuğun gözünden anlatılması.
Yorum:
Filmin ilk sahnesinde köyde, bir patates tarlasında ateşin üzerinde patates közleyen bir kadın ve polislerden kaçan bir adam görürüz. Adam uçsuz bucaksız tarlada kadının yanına gelir ve saklanmak ister. Kadın bol eteklerini açıp adamı eteklerinin altına saklar (Filmin ilk sahnesi bana Gustave Courbet’nin “Origine du Monde” tablosunu çağrıştırmıştı). Polisler gelir ve kaçak adamı bulamaz ancak kadın ile adam ilişkiye girerler. Eteğin altında dünyanın kaynağını keşfeden Kolljaiczek isimli adam daha sonra onu terk edecektir. Oscar’ın anlatımı ile büyük babası olan bu adam polislerden kurtulup Amerika’ya göç eder ve Chicago’da yangın sigortacılığı yaparak milyoner olduğu rivayet edilir. Büyükanne ise yıllarını pazarlarda hayvan satarak geçirir. Birinci dünya savaşında kaz bulamayınca şalgam satar. Bu arada, bu ilişkiden doğan Oscar’ın annesi Agnes büyür ve askere alınmayan kuzeni Jan’a olan erotik bağımlılığı büyükanneyi endişelendirmeye başlar. Yıl 1898 dir ve Jan ile Agnes birbirlerinin kollarında mutlu yaşamını sürdürmektedirler. Yıllar geçer, birinci dünya savaşı sırasında hemşire olan Agnes, ahçı Alfred Matzerratti ile yakınlaşıp evlenir. Kuzen Jan Bronski ise postanede çalışmaya başlar. Üçlü bir ilişki vardır ve bu ilişkiden Oscar dünyaya gelir. Oscar gözlemleyen, meraklı bir bebektir. Oscar dünyaya gelirken zemin kırmızı olmuştur, dünya beklediği gibi değildir ve o ilk hayal kırıklığını yaşar. Yazar ve yönetmen, Otto Rank’ın doğum travmasına gönderme yapmaktadır. Annesi üç yaşına geldiğinde teneke trampeti olacağını söyler ve Alfred ona söz verir. Bu arada büyümek istemeyen Oscar “ebe kordonu kestiği için” ana rahmine geri dönemez ve üç yaşına kadar zor bekler.
Oscar üç yaşına geldiğinde büyükannesi, annesi ve babaları ona bir doğum günü partisi hazırlarlar. Aile dostları olan, görünümü ile faşist olduğunu anladığımız bir adam filmin kilit cümlesini kurar: “Bir daha bu kadar genç olmayacağız.” Oscar bu cümleden çok etkilenir. Aynı adam onun kapıda boyunu ölçer ve 12 Eylül 1937 tarihini yani Oscar’ın doğum tarihini not düşer ve ikinci önemli sözcüğü söyler: “Büyüyeceksin.” Bunun üzerine Oscar tıpkı dedesi gibi ninesinin eteklerinin altına girer. Çünkü tehlikededir, büyümek çok zordur ve çocukluğunu yitirmesi demektir. O da dünyanın kaynağı olan geldiği yere dönmek ister. Daha sonra masada yetişkinler iskambil oynarken masa altında olan Oscar oradaki sırları, gizli ilişkileri görür ve kendisine büyümeyeceğine dair söz verir. Daima üç yaşında cüceler gibi kalacaktır. Bunun için teneke trampeti ile mahzene iner ve trampetini bırakır, tüm şişeleri devirir ve merdivenlerden aşağı kendisini atar. Atlarken çığlık atar, annesi “Oscar” diye seslenir ve onun düşmesinden Alfred’i sorumlu tutar. Oysa Oscar ödipal dönemdedir ve her iki baba ile de anlaşamıyordur, rekabet içindedir. Oscar durumu özetler: “Üç yaşında düştüm ve bir daha büyümedim.” Sanki yaş günü için bu dileği tutmuştur. Trampetinin kırılması onu üzer ve Alfred baba ona hemen çikolata verir, yani oraliteden doyum sağlayarak şefkate yönlendirir. “Yeni trampet alalım” der. Alfred babası trampeti elinden çeker. Oscar vermek istemez ve öyle bir çığlık atar ki evdeki saatin camı kırılır. Oscar’ın yeni yaşında üç önemli şey olmuştur. Artık büyümeyecektir, çünkü büyümek istemiyordur, gerçek yetişkin dünyasında gördükleri hoşuna gitmemiştir, artık doğduğundan beri annesinin yönlendirmesi ile onun da bir trampeti vardır ve çığlık atarak istemediği şeyleri ve olumsuz duygularını hem ifade edebilmekte hem de kırılgan nesne olan camları da kırabilmektedir. Kendi kalbinin kırgınlıklarının ve hayal kırıklıklarının ancak bu şekilde üstesinden gelebilecektir. Dönemin özellikleri yönünden baktığımızda trampet çok önemlidir çünkü faşist izci kolları olan çocuk ve gençler sokaklarda üniformaları ve trampetleri ile gösteri yapıp ilgi merkezi olmaktadırlar. Ancak Oscar ve mahalledeki birkaç çocuk onların aksi yönünde yürürler yani direnişçi anti-faşist bir görüşü temsil ediyorlardır.
Oscar okul yaşına gelmiştir, yine büyük kutlamalar ve pastalar eşliğinde boynundaki trampeti ile okula başlar, ancak öğretmenin söylediklerinden ritim oluşturup trampet çalar. İlgi merkezi olup kurallara uymayacağını anlayan öğretmen sertleşince Oscar çığlığını atar ve okulun tüm camlarını kırarak okul yaşamına veda eder. Annesi onu doktora götürür, doktorun istediklerini yapmaz ve trampeti boynundan çıkarmaz, almaya zorladıklarında yine çığlık atıp muayenehanedeki laboratuvar araştırma hayvanlarının durduğu tüm kavanozları kırar, hepsi yerlere dökülür, yerde bir fetüs görürüz. Bu sahnede Oscar adeta büyümemesini sağlayan, kendi için bir iktidar nesnesi olan, vücudunun bir uzantısı olmuş trampeti kendi isteği dışında ellenince koruma ve korunma tepkisi olarak attığı çığlığı yani diğer güçlü seçeneği kullanır. Oscar kendisine zarar verdiğini düşündüğü kişilere ait kırılgan nesneleri, kendi kırgınlığını düzeltmek üzere tahrip etmektedir. Yani kendine ait olarak belirlediği nesnelerin kontrolü çığlıklarındadır. Kontrolün bu deneyimsiz küçük insanda olması ise etrafındakileri de, ailesini de dehşete düşürmektedir. Ancak ünlü Nazi doktoru Mengele’yi çağrıştıran doktor bu durumdan bilimsel bir makale çıkartarak kendine yarar sağlar. Tıp dergisinde çıktığında ise annesi adeta gururlanarak ona okur. Sanki annesi de bu durumun çözümünün olmayacağını ama oğlunun da tıp tarafından incelenebilecek kadar sıra dışı olmasını kabullenmiştir.
Mahalledeki çocuklarla ilişkileri ise çok parlak değildir. Adeta arkadaş zorbalığına maruz kalmaktadır ve özellikle de kızlar bu büyümeyen minik çocuğa karşı adeta faşizan-şiddet içeren davranışlarda bulunmaktadır. Örneğin kurbağayı haşlayıp suyunu burnunu kapayarak ona zorla içirmeleri, Oscar’ın o sırada bu zorbalıkla baş edebilmek için üst kattaki faşist görüşlü komşunun saksafon çalışını dinleyerek korunmaya çalışması o yaş için oldukça ilginçtir. Oscar maruz kaldığı eylemi inkar ederek savunma mekanizması kullanmakta, pasif direniş göstermektedir.
Perşembe günleri zorba arkadaşlarından kaçıp annesi ile baş başa şehrin merkezine giderler. Her defasında Oscar’ı oyuncakçı Marcus’a bırakan annesi Jan Amca ile buluşur. Marcus, yani gerçek yaşamda şarkılarını çok sevdiğimiz Charles Aznavour Yahudi bir oyuncakçı rolündedir. Faşizmin ayak sesleri yükselip yakınlaşınca Marcus Hristiyan olmuştur ve annesi Agnes’e âşıktır. Onunla Oscar’ın önünde flört eder, ipek çoraplar teklif eder. Oscar’ın trampetleri o dükkandadır ama Oscar’ın aklı annesinin ritüel yapıp, her Perşembe günü onu oyuncakçıya bırakıp nereye gittiğindedir. Artık yaşı ve aklı ermektedir, annesini izler, onun bir otelde Jan ile buluştuğunu anlar ve oteli görecek bir konumda oturup annesi için, daha doğrusu bu durumu anladığı için kırıldığı annesini iki adamla paylaşmak istemediği için trampetini çalıp çığlıkları ile çevredeki kilisenin, binaların camlarını kırar. Sokak trafiğe kapanır, annesi onu otelin camından görür ve böylece Oscar’ın durumu öğrendiğini anlar. Eve dönerlerken radyolarda Hitler’in gür sesi duyulur. O da küçük bir adamdır ama sesi çok güçlüdür. Oscar da çığlıkları ile güçlü olmayı öğrenmiştir. Eve döndüklerinde Agnes suçluluk duygularını örtbas etmek için kocasına evde radyo olmadığından şikayet eder.
Bir gün anne babası onu bir sirke götürür, sirkte Oscar kendisi gibi cüceleri görür ve çok ilgisini çeker. Bebra isimli cüce ve arkadaşları cam bardaklardan sesler çıkartarak müzik yapmaktadırlar. Oscar ise çığlıkları ile camları kırmaktadır, oysa onlar saldırgan duygularını yücelterek sanat icra etmektedirler. Oscar oniki buçuk yaşındadır, Bebra ise elliüç yaşındadır ve on yaşından beri büyümüyordur. Bebra, Hitler’in neden olduğu sanatçı mağduriyetlerinden söz eder.
Alfred babası artık Hitler’in saflarındadır ve eve bir radyo alır. Oscar radyodan Danzig’in Almanya’nın eline geçtiğini öğrenir, gizlice Hitler’in mitingine gidip oturulacak bankların altından, tahta bir delikten etrafta olan biteni gözler. Strauss’un müziği ile kadın kadına dans edenleri izler. Çocuk orkestrası trampet çalarken kendi trampetiyle onların ritmini bozar. Düzene, daha doğrusu kendi dışındaki düzene karşıdır.
Deniz kıyısında iki babası ve annesi ile eğlenirken artık Jan’ın da babası olduğundan emin olur. Annesinin çorabını Jan’ın çıkartması hem erotik bir sahnedir hem de aralarındaki bağı gösterir. Annesi dürtüseldir ve bunu kıpkırmızılar giyerek göstermektedir. Kuzeni olması nedeni ile de bu bir insest ilişkidir. Bir balıkçının kesik at kafasının içinde çok sayıda yılan balığını satmaya çalışması ve Alfred’in bunları alıp pişirmesi, Agnes’in istemsiz kusmaları hem düzenin baskısını hem de annesinin dürtüsel yaşamının sonuçlarını vurgulamaktadır. Kadın kocasının pişirdiği balığı yemeyi reddeder, aynı tepkiyi Oscar da gösterince Alfred çocuğa karşı sert tepki gösterir. Anne durumu protesto etmek için piyano çalar. Oscar yatak odasında dolabına saklanır ve sonrasında annesinin Jan tarafından rahatlatılıp doyuma ulaştırılmasına tanık olur. Agnes masaya gelir ve tabaktaki balıkların hepsini yer. Cinsel doyum sonrası durdurulamayan erotize oral doyum tepkisi adeta bir isyan gibidir.
Oyuncakçı Marcus, Jan Bronski ile Agnes’in beraberliğine engel olmaya hatta kadını kocası Alfred’e geri döndürmeye çalışır. Hitler gelmeden onlarla birlikte Londra’ya kaçma konusunda ısrarcıdır. Oscar bu teklifi duyunca müzikli oyuncaklarla annesinin ilgisini çekmeye çalışır. Annesi ile kiliseye giderler. Annesi günah çıkarırken Oscar, Meryem’in kucağındaki İsa’ya en değerli şeyini verir, ona trampetini çaldırır. Aslında burada Çocuk İsa ile bir oyun ilişkisi kurmak ve onun kudretli temsilini paylaşmak istiyordur. Ancak papaz bunu anlayamadığı gibi onu cezalandırır ve tokatlar. Oscar ağlamaya başlar ve çığlığı ile kilisenin camlarını kırar. Oscar ruhsal olarak ergendir. 14 yaşındadır artık ama fiziksel olarak üç yaşındadır bu zıtlığın avantajlarını kulllanması çok doğaldır.
Papazın iki yüzlülüğü ve annesinin çaresizliğinin ardından eve döndüklerinde annesinin obsesif bir biçimde balıkları bazen konserve bazen çiğ yemesi yine dürtüselliğini yansıtmaktadır. Önce yiyordur sonrasında ise kusuyordur, annesi hamiledir. Anneanne gelir ve duruma el koyar. Balığı kızının elinden alır sokağa atar. Balık faşist bir subayın ayaklarına düşer. Yılan balığı tıpkı Hitler faşizmi gibi sıra dışıdır. Agnus çocuğun doğmasını istemiyordur, çünkü Oscar örneğinde olduğu gibi üçlü ilişkiden olan çocuğun özürlülüğü bir cezadır. Alfred ise “çocuğun kimden olduğunun önemi yok” der. Olayları bir camın kenarından izleyen Oscar annesi kusmak için tuvalete kapandığında onu çıkarmak için seslenir, kapıya vurur. Annesi ölür, iki babası ile cenaze törenine katılır, trampetini çalar, anneannesi Jan’a sarılır. O anda en çok şefkate gereksinim duyan Oscar’dır. Oyuncakçı Marcus da oradadır, Yahudi olduğu için tehdit edilir. Oscar’la konuşur ve yeni bir trampet için onu davet eder. Galiba Marcus trampetin Oscar için ne kadar değerli olduğunu anlayabilen tek kişidir. Annesinin ölümü sonrası verilen yemekte anneannesinin etekleri altında iki babasının iskambil oynamasını seyreder. Büyümemek ve acı görmemek için tek çaresi şimdilik geçmişe dönme arzusudur.
Bu sırada Danzig’te savaş tüm acımasızlığı başlamaktadır. Trampet almak için Marcus’a uğradığında, dükkânının yağmalandığını, Yahudi olduğu için kapısına yıldız işareti konulduğunu ve Marcus’un intihar ettiğini görür. Jan babasına uğrar, direnişçilerin işgal ettiği postaneye girmeye çalışır ve ilk suçu annesini trampetle mezara uğurlamak ise ikinci suçu direnişe katılarak esas babası olarak hissettiği Jan’ın ölümüne neden olmaktır. Bombalar arasında babası ona iskambil kâğıtlarından ev yapar, askerler Jan’ı yakalar ve öldürür. Bu esnada Hitler’in sinemacıları belgesel olarak bu sahneleri çeker ve Oscar “bizi filme aldılar” der. İkinci dünya savaşının ilk çatışmasıdır. Eve döndüğünde ise diğer babası Alfred, Hitler’in gelişini kutlar. Bir çocuk için gerçeğin ne olduğunun ya da iyinin hangisi olduğunun bilinemediği bir süreçtir.
Oscar’ın anneannesi evlerine onlara yardım edecek bir kız getirir. Oscar ile aynı yaşta olan Maria onu çok etkiler, ancak Oscar üç yaş görünümünde ama 16 yaşındadır ve Maria ile avuç içine şeker koyup yalamaları, oral bir erotizasyonla tatmin oluşu, ergen yaşamına yeni renkler getirmiştir. Maria ile birlikte iyi vakit geçiriyorlardır ama Alfred de Maria ile ilgilenmeye başlar. Ancak bu birlikteliğe şahit olan Oscar’ın kucağında yırtık trampeti ile babasının erken boşalma sorununu öğrenmesi ve Maria’nın kızgınlığına şahit oluşu, bu kızgınlığı gidermek için de kendisinin Maria ile beraberliği adeta Freud’un primer sahne fantazilerini çağrıştırmaktadır. Bu deneyim sonrası Maria’nın hamileliği ve annesinin kırmızı elbisesini giyip Alfred ile evlenmesi Oscar’ın yeniden hayal kırıklığına uğramasına neden olur. Komşudaki deneyimli bir kadında teselli bulmaya çalışır, adeta şefkat arayışı içindedir. Bebeğin doğumu ve kutlamalar Oscar’ı mutsuz eder. Bebeği kucağına alır “sen benim oğlumsun” der. Artık buradan gitmelidir.
Sirkten tanıdığı Bebra’yı arar, onları ziyarete gider. Onlar kendisi gibi cücedir, artık propaganda bakanlığında çalışmaktadırlar. Orada gördüğü minik güzel kadın Roswitha’ya aşık olur ve şarap kadehine çığlığı ile kalp çizer, hep beraber Paris’e giderler, grubun içinde çalışmaya başlar, artık sesini kızgınlığının ifade aracı olarak değil, iş için kullanmaktadır, trampetini de çalmaktadır ve en önemlisi Roswitha ile beraberdir. Savaş döneminde çok lüks koşullarda yaşamakta, havyarlı piknikler yapmaktadırlar. Amerikalıların gelmesi ile Paris’i terk ederlerken Roswitha bombaların altında kalıp ölür. Roswitha’nın tarçın ve hindistancevizi kokularıyla baş başa kalan Oscar memleketine acılar içinde döner. Alfred babası yaşlanmıştır, oğlu Kurt ise üç yaşındadır. Alfred, Hitler’e ait rozet, fotoğraf gibi nesneleri yakmakla meşgulken Rus askerleri gelir, Alfred rozeti yutar ve hareket edince asker onu öldürür. Oscar’ın diğer babası da ölmüştür, törende mezarına çocukluğunun simgesi trampeti de atar, oğlu ona taş atar ve kafasından yaralanır, artık büyümek ister. Büyüyecektir ama Maria onu bebek arabasında taşıyarak bulundukları yeri terk ederler. İkilem oldukça çarpıcıdır. Oscar yanında hem çocuğunun annesi hem de üvey annesi olan Maria ve oğluyla birlikte trene biner, ülkesini terk eder, anneannesi ise köyünde kalır ve patatesleri toplarken tren geçer, zaman değişiyor ve anılar geride kalıyordur, Oscar ise artık büyümelidir. Neredeyse yirmili yaşlarının ortasına kadar süren çocukluğu kendi isteği ve yaşadığı ayrılık acıları ile sonlanmıştır. Çocuk olmak ve çocuk kalmak ölümler ve ayrılıklardan bizi koruyan bir kalkandır. Doğduğumuz andan itibaren yaşamımız boyunca kendimize meşguliyetler bularak ölüm korkusu ile mücadele ederiz, yani yaşam bir nevi meşguliyetle terapidir.
Füsun Aygölü