Künye
Yapım Yılı/Ülkesi– İngiltere, A.B.D ve Fransa Ortak Yapımı
Yönetmen– Martin Scorsese
Görüntü Yönetmeni– Robert Richardson
Senaryo– John Logan
Müzik– Jean Michel Bernard, Vetese Guerino, Emile Vacher
Oyuncular– Asa Butterfield (Hugo Cabrel), Ben Kingsley (Georges Méliès), Chloé Grace Moretz (Isabelle), Jude Law (Hugo’nun babası), Christopher Lee (Labisse), Sacha Baron Cohen (Gustave)
ImDb Notu– 7.6
Ödülleri: 11 dalda Akademi Ödülü adaylığına layık görüldü (En İyi Film dahil), o yılki adaylardan daha fazla adaylık aldı ve beş ödül kazandı: En İyi Sinematografi, En İyi Yapım Tasarımı, En İyi Ses Miksajı, En İyi Ses Kurgusu ve En İyi Görsel Efekt. Sekiz dalda BAFTA ödülüne aday gösterildi ve bunlardan ikisini kazandı, ayrıca üç dalda Altın Küre Ödülü‘ne aday gösterildi ve Scorsese üçüncü kez En İyi Yönetmen ödülünü kazanmış oldu.
Konu
1930’lu yıllarda Paris’in Montparnasse garında yaşayan öksüz çocuk Hugo’nun bir müze yangınında ölen babasından kalan bir robotu çalışır hale getirme mücadelesi.
Yorum
Hugo Cabrel, Paris, Montparnasse garının saatlerinin düzgün çalışmasından sorumlu olan amcasının garın dehlizlerine bıraktığı kimsesiz bir çocuktur. Bir müze yangınında saat ustası babasını kaybeden Hugo, ondan yadigâr kalan bir robotu, “otomaton” u gizlice tamir etmeye çalışır. Bu amaçla, oyuncakçı yaşlı Bay Georges’dan çaktırmadan mekanik parçalar aşırır. Günün birinde Georges’un manevi kızı Isabelle ile tanışması Hugo’ya yeni bir dünyanın kapılarını açacaktır.
Filmin ilk sahnesinde Eiffel kulesini görürüz, kar yağmaktadır ve Montparnasse garında trenler ve yolcular hareket halindedirler. Tren garları hem hareketli, hem de hüzünlüdür, mekânlardan ayrılmak hüzün verir. Trenlerden çıkan dumanlar gizemli bir hava yaratmaktadır. Garın devasa saati yediyi göstermektedir ve kadrandaki rakamlarından dört sayısının içinden bir çift mavi göz korku içinde bakmaktadır. Mavi gözleriyle merak ve endişe içinde aşağıda, trenlerin yanında çizmeli ve sakat olduğu için bir bacağı takma, saldırgan görünümlü köpeği ile dolaşan garın polis şefini izlemektedir. Karnını etraftaki büfelerden yürüttükleriyle doyurduğu için polis şefinden sürekli saklanmak zorundadır. Gardaki dükkânlar ışıl ışıldır, hareket halindeki yolcular ve müzik eşliğinde dans edenler sahnede coşku ve yaşama sevinci yaratarak ayrılık hüznünü bertaraf etmeye çalışmaktadırlar.
Çocuk koşarak saatin başka bölümünden geçip oyuncakçıyı izlemeye koyulur. Oyuncakçı Georges’un yanına bereli bir kız gelir ve onunla konuşmaya başlar. Oyuncakçının tezgâhının üzerinde kurmalı oyuncak bir fare durmaktadır. Hugo fareyi tam araklayacağı sırada oyuncakçı onu yakalar ve polisi çağırmakla tehdit eder. O anda Hugo’nun cebinden çıkarttırttığı ufak mekanik şeyler oyuncakçı Georges’u şaşırtır, diğer cebinden çıkardığı çizim defteri ise oyuncakçıyı dehşete düşürür, Georges deftere el koyar. Polisin köpeği Hugo’yu kovalar, Hugo sığınağına kaçar. Polis şefi de köpekle birlikte kovalamaya katılır, sakat demir ayağı bir çelloya çarpar, çello demirden ayağının içine girer ve Hugo’yu yakalayamaz. Hugo yakalanma korkusu içinde sığınağına çekilir ve çalıştırmak istediği robotun eksiklerini belirlemeye çalışır. Saati kurar, saatin dişlileri hareket eder, zaman geçmektedir ve bu yalnız çocuğun istasyon gibi kalabalıkların olduğu bir mekânda saatin dolayısıyla zamanın doğruluğundan sorumlu olması ilginçtir. Sisli ve soğuk bir akşam Georges’u izler, yol boyunca pek çok büyük heykelin arasından geçerler, sanki zaman durmuştur ve Georges eve girdikten sonra evin önünde gördüğü Isabelle’e defteri geri istediğini, Georges’un onu yakacağını söylediğini anlatır. Otomaton ile ilgili babasıyla konuştuklarını hatırlar, bu yazı yazan bir robottur, ama onun tamir edilmesi gerekmektedir.
Hugo’nun babası yeni ölmüştür ve çocuk bir arayış içindedir, babası robotu bir müzeden almıştır, saatçi olduğu için bu tür mekanik işlerde başarılıdır, Hugo ise babasının her yaptığını gözlemlemektedir. Annesi hayatta olmadığı için o zamanlar her şeylerini paylaşan baba oğuldurlar. Babası alevler içinde bir kilisede yanmıştır. Amcası Claude ona babasının öldüğünü söylemiş ve onu yalnız başına gara bırakmıştır. Gar saatinden aslında amcası sorumludur, onu çocuk işçi olarak çalıştırır ve kötü davranır. “Ben olmasaydım sen yetimhaneye düşmüştün” diyerek onu tehdit eder ve bir süre sonra da ortadan kaybolur. Hugo, pastane sahibi kadını, küçük köpeğini, garda çalışanların yaşamlarını saatin bulunduğu yerden izlemektedir. Babasının ölümünden sonra aslında her şeyini kaybetmiştir, kendine güvenli bir alan yaratma çabası içinde yaşam mücadelesi vermektedir.
Polis şefi çiçekçi kızdan hoşlanmaktadır, çiçekçi kız elinde lavantalarla sahnede görünür. Lavanta çiçeği kokusu ve zarif buketi ikili arasında ilk romantik-erotik iletişimin simgesidir. Hugo oyuncakçıdan defteri ister, Isabelle ve Hugo kitapçıya giderler. Isabelle ona Georges’un defteri yakmadığını söyler. Bu defterle Hugo’nun üzgün olması arasındaki bağlantı önemlidir. Kitapçı Labisse, Isabelle’in aracılığıyla Hugo ile tanışır ve kendisinden istediği zaman kitap alabileceğini söyler. Hugo Isabelle’e babası yaşarken onunla Jules Verne okuduklarını anlatır ve o günleri özlemle anar. Isabelle’e güvenmeye başlamıştır.
Hugo yeniden Georges’a gidip defteri ister, oyuncakçı ise önüne tamir etmesi için kurgulu fareyi koyar. Hugo fareyi tamir eder. Bir anlaşma yaparlar, her hırsızlığına karşı oyuncakçı dükkânında çalışacaktır. Oyuncaklarla oynayacağı bir yaşta o oyuncakları tamir etme zorunluluğundaki Hugo için eğlenceli bir ortam oluşur. Dükkânın arkasında çalışmaktadır, kimse onu görmemektedir ama o herkesi görüyordur. Oldukça meraklı bir çocuktur ve olayları çok iyi gözlemleyip sonuca gidebilecek yetiye sahiptir. Bu arada Georges’un iskambil kâğıtları ile yaptığı numaraları uzaktan izleyerek öğrenir. Bazı şeyleri öğrenmek ve bilmek onu gururlandırmaktadır. Saat kulesine döndüğünde zamanını otomatonu tamirle geçirir. Sonrasında Isabelle’in dans edişini yukarıdan hayranlıkla izler. Tam bu esnada başka bir dilenci çocuk polis şefi tarafından köpeğin de yardımı ile yakalanır, Hugo onun yetimhaneye götürülüşünü korku ve endişe dolu gözlerle izler.
Isabelle ile arkadaşlıkları ilerler ve ona hiç film izleyip izlemediğini sorar. Genç kız, vaftiz anne ve babası olan Jeanne ile Georges’un izin vermediğini söyler. Birlikte sessiz sinema festivaline giderler, Hugo’nun sayesinde salona biletsiz, kaçak olarak girerler. Kız için çok heyecan vericidir, gizli ve izin verilmeyen bir şey yapmışlardır ve bu konuda yakın yaşıtı çok şey bilmektedir. Sinemanın girişinde Charlie Chaplin, Laurel Hardy ve Harrold Lloyd filmlerinin afişlerini görürler. Onlar ise “Safety Last” filmini seyretmektedirler. Filmin en heyecanlı yerinde, kaçmakta olan Harrold Lloyd gökdelenin cephesindeki dev saatin yelkovanının ucunda sallanırken, yakalanıp sinemadan atılırlar. Hugo babası ile birlikte sinemaya nasıl gittiklerini hatırlar ve Isabelle ile paylaşır. Babasının seyrettiği ilk filmi anlatır: Karanlık bir odada bir roket uçarak doğruca aydaki adamın gözüne girmiştir. “Uyanık halde rüya görmek gibi bir şey” der. Bu sahne babasının anlatımımdan hayal ettiği bir sahnedir. Baba oğulun kültürel yakınlığı, babanın kendine ait anılarını nakletmiş olması, Hugo’yu bunca yalnızlık içinde ayakta tutmaktadır. Isabelle’e “Annemi özlemeye fırsatımız olmazdı” diyerek baba oğul arasındaki özel ve yoğun iletişimi aktarır. Aslında Hugo bunca acıya, ebeveynlerini, olanaklarını ve okul-sosyal çevresini kaybetmesine rağmen yaşamak için güçlü olmaya devam etmektedir ve otomatonu çalıştırmak gibi önemli bir amacı ve sorumluluğu vardır.
Isabelle Hugo’ya nerede kaldığını sorar, Hugo garı gösterir. Gara girdiklerinde polis şefi onları görür ve kimliklerini görmek ister. Isabelle kendini tanıtır, Hugo’yu ise köyden gelmiş yavaş algılayan kuzeni olarak tanıtır ve polis şefinin elinden kurtarır. Hugo da Isabelle’i ezilmekten kurtarır. Arkadaşlar arasındaki güven ilişkisi artık çok gelişmiştir ve Hugo Isabelle’in boynunda vaftiz annesi Jeanne’ın verdiği kalp şekilli anahtarı görür ve onu saat kulesinde yaşadığı yere götürür. Kız Hugo’yu Jean Valjean’a benzetir, onu gizemli ve erişilmez buluyordur. Otomatonu gösterir, Isabelle robotu üzgün olarak betimler, oysa Hugo “O sadece bekliyor” şeklinde yorumlar. Isabelle’in anahtarını alır ve robotu kurar, otomaton çalışır ve yazı yazmaya başlar, aslında şekil çizer: Hugo’nun babasının ilk gördüğü filmdeki gibi bir roketin uçarak doğruca aydaki adamın gözüne girmiş halini çizer. Çocuklar çok heyecanlanır ve meraklanırlar. Hugo “Bunu tamir edince bu kadar yalnız kalmam” diye düşünmektedir. Onun için robot babasından yadigâr kalmış bir arkadaştır.
Isabelle ve Hugo, Georges’un evine giderler, çizim kâğıdını gören Jeanne onlara kızar ve Georges’un bu çizimi görmesini istemez. O esnada Georges eve gelince onları yandaki odaya yollar. Odadaki gardırobun üstünde bulunan gizli bölmedeki kutuyu bulurlar ve Isabelle sandalyeden kutuyla birlikte düşer, pek çok fotoğraf yerlere saçılır. Bu fotoğraflar çizim defterindekilere benziyordur ve Georges’a aittir. Gürültüye gelen Georges Hugo’ya bakar ve “Zalimsin sen” der. Hugo gara geri döner, kitapçı ile karşılaşır, çarpışırlar, kitaplar yere düşer, kitapçı “Robin Hood” kitabını Hugo’ya verir.
Polis şefi çiçekçi kıza olan aşkını itiraf etmek için pastacı kadın tarafından cesaretlendirilir ve nihayet çiçekçi kıza açılacağı sırada kız ona kardeşini savaşta kaybettiğini anlatır. Polis şefi de ayağının savaşta, Verdun’de sakatlandığını ve düzelmeyeceğini söyler. Çiçekçi kız çiçeklerinden lavantaya benzer olanı ona koklatır ve ceketine takar. Polis şefi aşk, şefkat ve romantizm karşısında yumuşak kalpli olmayı öğrenecektir.
İki çocuk film akademisi kütüphanesinde Georges ile ilgili bilgi toplamaya giderler. Bir kitap bulurlar, bu kitapla ilgili orada bulunan birisinden bilgiler alırlar: Georges Méliès’in artık olmadığını, öldüğünü söyler, kitapta da öyle denmektedir. Kitapta sinema tarihinin ilk filmi istasyona giren tren anlatılmaktadır ve bu film sinemayı icat eden Lumière Kardeşlere aittir. Buster Keaton’ın General, Charlie Chaplin’in The Kid gibi Aya Yolculuk filmi de hayalleri yakalama gücüne sahip olanlarla ilgilidir. Kütüphanede rastladıkları kişi buldukları kitabın yazarı René Tabard’dır, ona heyecanla Georges Méliès’in yaşadığını söylerler. Tabard onları bir odaya götürür. Georges’a ait bulduğu eşyaları müze haline getiren Tabard onunla ilk tanışmasını anlatır. Aslında ağabeyi, Georges’un film stüdyosunun marangozudur ve Georges’un eşi Jeanne da oyuncudur. Georges’un stüdyosunu, yani film platosunu “Rüyaların yapıldığı yer” olarak yorumlar kitabın yazarı René Tabard. Georges’un beş yüzden fazla filmi olduğunu ve sadece bir tanesinin kaldığını söyler.
“Her şeyin bir amacı vardır, makinaların bile… Saatler zamanı gösterir, trenler insanları bir yerlere götürür. Herkes kendine düşeni yapar, Mösyö Labisse gibi” der Isabelle. Onun olaylar ve kişiler için yorumları etkileyicidir, çok okumaktadır ve nihayet hem duygu hem de düşünce anlamında bunları paylaşabilecek yaşıtı bir arkadaşı olmuştur. “Belki bu yüzden bozuk makinalar beni bu kadar üzüyor, çünkü üstlerine düşen görevi yapamıyorlar. Belki insanlar için de bir oyundur. Amacını kaybedersen bozuk bir makinadan farkın kalmaz” der Hugo. Babasından etkilendiği bir dünya görüşünü ve yeni yapılanmaya başlayan kendi yaşam felsefesini dillendirmektedir. Isabelle bu cümleleri Georges babaya atfeder ve bu tanım ona çok uyuyordur. Hugo “Belki onu da onarabiliriz” der. Isabelle ise Hugo’ya amacının bir şeyleri onarmak mı olduğunu sorar. Hugo’nun yanıtı oldukça etkileyicidir: “Bilmiyorum, en azından babamınki buydu”. Hugo arkadaşına babasının dünyaya bakışını önemsediğini hatta benimsediğini anlatmaktadır. Isabelle “Acaba benim amacım ne? Bilmiyorum. Anne ve babamı tanımış olsaydım, bilebilirdim” cümlesi ile nesiller arası aktarımın önemini arkadaşı ile paylaşmaktadır. Hugo onu yaşadığı yere götürür ve “Tüm dünyayı büyük bir makine olarak hayal ederdim, makinalar asla dünyaya yedek parçaları ile gelmezler ve çalışmaları için ne gerekiyorsa o kadarı olur. Hep, dünya kocaman bir makine ise, ben yedek parça olamam diye düşünürüm. Burada olmamın bir nedeni var” diyerek Isabelle’in elini tutar. Arka planda Paris ve Eiffel kulesinin görüntüsü bu sahnede gençlerin duygusallığını güçlendirmektedir.
Oyuncakçı Georges dükkânını kapatırken onu gizlice izlerler. Hugo “Saat 7.00’de Tabard’ı getireceğim” der. Isabelle’in yanıtı tüm filmin en önemli cümlesidir: “Onu onarmak için mi?”. Hugo’yu yanağından öper. Bu arada Hugo gara geri dönerken Georges’dan defterini almak için onu izlerken daha önce gördüğü, yol kenarındaki büyük-devasa heykeller soğuk ve karlı bir havada sanki gelecekte olabilecek korkutucu olayların habercisi otoritelerdir. Gardaki barınağına geldiğinde uykuya dalar. Rüyasında tren raylarının üzerinde kalp şeklindeki anahtarı bulur, anahtarın üzerinde “Cabret ve Oğulları” yazmaktadır. Tam trenin altında kalmak üzereyken kurtulur. Tren ise onu ezmemek için raydan çıkar ve garın cam duvarlarından dışarı uçar. Sürrealist bir tablo ortaya çıkar, rüyası sanki gelecekte olabileceklerin bir habercisidir. Ter içinde uyanır, sonrasında otomatonun göğüs kısmını açar ve göğüs kendi göğsüdür, göğsü otomaton gibidir, sırayla ayakları, kolları ve yüzü otomatonunkiler olur, tamamen robot olmuştur. Bu aleti düzeltirken adeta onunla özdeşleşmiştir. Kendinin robot olması ve saat düzenekleri ve saatin dişlileri arasında zamana karşı ve zaman için çalışmaktadır, çaresizdir ve direnci azalmıştır. Bu da başka bir rüya-kâbustur. Tam o sırada amcası Claude Cabret nehirde boğulmuş olarak bulunur, amcanın ölümü garın polis şefine bildirilir.
Tabard, Georges’un evine Hugo ile birlikte gelir, ev sahibesi Jeanne şaşkınlıkla onları karşılar ve görüşmeyi reddeder, ancak Tabard filmlerde onun baş kadın oyuncu olduğunu ve elindeki tek filmde de onun oynadığını söyleyince Jeanne seyretmeye razı olur. Birden Georges Méliès’in sesini duyarlar. O da yan odada uyurken uyanmış ve filmi izlemiştir. Jeanne kocasına “ Çok uzun zamandır unutmayı deniyorsun, sana yalnızca mutsuzluk getirdi, hatırlamanın vakti gelmişti” yorumunda bulunarak, artık bu reddedilen olayların üstüne gidilmesi gerektiğini söyler. Georges Méliès Hugo’ya “Ben de tıpkı senin gibi tamir ederek ve sihirbazlıkla başladım, sürekli yeni şeyler, otomaton, sinematograf yaptım. Lumière kardeşler sinematograflarından birini bana satmayınca kendim yaptım, otomatona ise kalbimi ve ruhumu vermiştim. İlham kaynağım, güzeller güzeli karım Jeanne ile çok mutluyduk. Otomatonu da bir müzeye verdim, müze yandı. Yüzlerce film yazıp yönettim, film stüdyosu kurdum. Savaş olunca dünya sihirbazlığa ve fantastik filmlere veda etti, her şeyi yaktım. Şirketim Star Film yok oldu. Filmlerim yanıp kimyasala dönüştü ve o yılların kadın ayakkabılarında topuk olarak kullanıldı. Hayat bana ders verdi, mutlu sonlar sadece filmlerde olur” diye anlatır.
Hugo otomatonu alıp Méliès’e göstermek için gara geri döner, elinde robotla yorgunluktan uyuya kalır ve yanlışlıkla saati kurduğu ingiliz anahtarı elinden yere düşer, hem de polis şefinin ayaklarının dibine, artık yakalanmak üzeredir. Polis şefi Gustave onu yakalayıp karakoldaki kafese kapatır ancak cebindeki aletler yardımıyla kaçsa da yeniden yakalanır. Hugo çok mutsuzdur ve artık yolun sonuna gelmiştir. Yetimhaneye tam teslim edileceği sırada kaçar, kaldığı yere gelir. Polis şefinin kurt köpeği onu takip eder, ama Hugo yakalanmamak için gar saatinin 4 rakamındaki kırık camdan dışarı çıkar, saatin yelkovanına tutunur, tıpkı Isabelle ile gittiği filmdeki Harrold Lloyd gibi. Gustave ve köpek gidince, otomatonu bir beze sarar, adeta bir bebek gibi taşır, garda Gustave onu yakalamak üzereyken otomaton elinden havaya uçar, tren raylarının üzerine düşer, Hugo onu kurtarmak için raylara atlar, tam otomatonu aldığında tren gelmektedir. Gustave onu ensesinden yakalar, her ikisi de kurtulmuştur. Gustave onu götürmeye çalışırken Hugo “Gelemem, ben babamın ölüm nedenini anlamaya çalışıyorum, neden yalnız kaldığımı” der. Yas sürecine bir anlam katamazsak yaşantımızdaki bu yoksunluğa ilişkin süreçler çok uzayabilir. Méliès ve Isabelle olaya karışır, Méliès “Ben anlıyorum seni” der ve Gustave’a dönerek “Bu çocuk benim” der. Çiçekçi kız Gustave’a çok duygusal bir bakış atar.
Filmin son sahnesi masal gibi biter, Tabard pek çok filmini bularak Méliès için bir anma gecesi düzenlemiştir. Tüm gar sakinleri oradadır, Hugo smokini ve papyonuyla Isabelle ile yan yanadır. Méliès ona bakarak çabaları için teşekkür eder: “Bu geceyi bozuk bir robotu tamir edip, karşılaştığı tüm zorluklara rağmen direnen, cesur genç adama borçluyuz” der. Hugo’nun gözleri dolar, artık babasının ölümü üzerine yaptığı araştırma tamamlanmıştır ve yas sürecinde bu ayrılığa bir anlam katmıştır, ayrıca yeni bir ailesi vardır. Gala sonrası verilen davette evde ve gardakilerin tamamı vardır. Gustave ve çiçekçi kız dans ederler, Hugo Méliès’ten öğrendiği kâğıt oyunlarını gösterir, Jeanne ve Georges da sohbet edip dans etmektedir, Isabelle ise elinde defterle Hugo’nun yaşamını yazmaya başlar. İlk cümlede Hugo’nun babasının ona bıraktığı gizli mesajı ve o mesajın onca engeli aşarak şimdiye nasıl ulaştığını anlatarak bu öykünün nesilden nesle geçişini sağlayacaktır.
Öksüz ve yaslı bir ön ergen olan Hugo’nun çaresizlik içinde çıkışlar araması, sinema tarihinin ilk yönetmenlerinden olan kişiyi robot aracılığıyla bulması, yeni arkadaşlıklar kurması ve bir aile edinmesi masalsı bir dille, oldukça etkileyici biçimde anlatılmaktadır. Yitirdiğimiz yakınlarımızın yasını tutarken onların yaşamına dair sırları çözümlemeye çalışmamız da bazen yasımızla baş etmemizde önemli bir etken olabilmektedir.
Füsun Aygölü