İlk Ders

25 Haziran 2021

Artık kaloriferli evde oturuyorduk. Bakırköy’de bahçeli güzelim tek katlı veya iki katlı evlerin sanki bir gecede yerle yeksan olduğu; yerine mavi, yanına turuncu, öbür yanına yeşil boyalı apartmanların dikildiği yıllardı. Babam da kardeşimle benim okul çağına gelmemizle birlikte çok odalı, kaloriferli, eski eve göre nispeten daha lüks bir ev almıştı. Artık kardeşimle benim ayrı odalarımız olacaktı.  Ayrı özel oda fikri artık benim taşınma öncesi uykularıma girer olmuştu.

O özel ve yalnızca benim olan odanın hayatımdaki anlamını başka bir hikayede yazacağım.

Bakırköy’ de daha merkezi, sıra sıra apartmanların hızla inşaatının yapıldığı, ama arada evlerini müteahhide vermemek için inatla direnen birkaç bahçeli mütevazi evin de olduğu bir mahalleye taşınmıştık. İyice yerleşince evlerinden vazgeçmeyi reddeden bu muhalif ve inatçı ailelerin hikayeleri de biz apartman sakinlerince küçümsenen ve onaylanmayan bir halde dilden dile anlatılır olmuştu. Ben nedense imrenirdim bu tek tük bahçeli evlerde oturanlara. Kapılarının önünden geçerken, açık demir kapı görürsem merakla içeri bakardım. Pek gözükmezlerdi, kapı pencere kapalı otururlardı, sanki hepimize küs gibiydiler.

Birkaç yıl sonra anneannem vefat ettiğinde yanımızdaki pembe evin sahibesi başsağlığına gelmişti. İşte o zaman Zuhal Hanım’ı ilk kez görmüştüm. Meğerse annemle ahbaplığı varmış.  Sonra anneme Zuhal Hanım’ı, kocası Yalçın Bey’i ve Zuhal Hanım’ın onlarla yaşayan hiç evlenmemiş (annemin tanımı) ağabeyi İrfan Bey’i uzun uzun anlattırmıştım.

Bizim taşındığımız mahallenin adı bile bu apartmanların artmasıyla değişmişti. Bahçeli evlerin olduğu Şeker Evler mahallesinin adı olmuştu “Yeni Evler”!

Yıllar sonra yüksek lisans için yurtdışında olduğum zamanlarda, bizimkilere yazdığım mektup zarflarına adres olarak inadımdan Şeker Evler Mahallesi yazardım; sanki geçmişi böyle koruyacaktım. O mektuplar da bizimkilere ulaşırdı. Postacı da benim gibi inattı belli ki…

Apartman hayatı demek kapıcılı ev demekti. Akşamları çöplerin alındığı, sabahları servise çıkılan kapıcılı hayat.

Eski evde böyle bir alışkanlık yoktu elbette. Annem sürekli babama kömürlükten odun getirmesi için dırdırlanır, pencereden bakkal Yaşar Amca’ya sepet uzatılıp acil ne varsa alınırdı. Biraz büyüyünce pencerede, “Yaşar Amca, Yaşar Amca!” diye bağırma görevini ben üstlenmiştim. Ya kendi ya da çırağı Nuri çıkar, pencereden aşağıya/aşağıdan yukarıya alışveriş yapılırdı. Bazen sepet öyle bir dolardı ki çekemezdim, elim o sicim ipten kesilir, annemi çağırırdım. Annem yetişemediği zamanlar ip elimden kopar, sepet onca ağırlığıyla yere çakılırdı.

Yeni evimizin apartman kapıcısı Sıtkı Amca bodrum katında karısı Bacı Teyze, iki oğlu ve bir kızıyla oturuyordu. Sivaslı bir aileydi. Sıtkı Amca apartmanın inşaatında çalışmış, ev bitince bizim müteahhit ona kapıcı olmasını söylemiş, o da ailesini Sivas’tan getirip apartmanın kapıcı dairesine yerleştirmişti. Müteahhidin apartmanda iki dairesi vardı, herkesten çok söz sahibi hala oydu.

Kapıcı dairesi, girişten iki kat merdivenle inilen, yoldan yarım gözüken pencereli, yanında kocaman kalorifer dairesi olan, bir salon bir oda bir yerdi.

Annem bana uzun uzun kapıcı dairesine inmememi tembih etmişti.  Sıtkı Amca’ya bir şey söylemem gerekiyorsa da merdiven boşluğundan “Sıtkı Amca!” diye bağırmamın yeterli olduğunu anlatmıştı.

Anneannem kışın bizle yaşıyor, bahar gelince de evlat edindiği kızıyla birlikte Niğde’deki bağ evine gidiyordu. Sıtkı Amca’nın karısı Bacı Teyze sıklıkla bize gelir, anneannemle muhabbet eder olmuştu. Hatta ufak ufak ev işlerine de yardım ediyor, annem de ona gizli gizli para veriyordu. Kocasından daha uzun, iri kemikli, zayıf ama yapılı bir kadındı. Bir gün Sıtkı Amca’nın Bacı Teyze’nin ikinci kocası hatta aslında kayını olduğunu öğrendim. Kocası erken yaşta ölünce, kayınıyla evlendirmişlerdi, çocuklar da Sıtkı Amca’dandı. Bu olayın pek bilinmediğini, bizim ailede de mahremiyeti korunan bir sır olduğunu bir gün annem bana ayrıntısıyla anlatmış, böylece annemin sayısız tembih seanslarından birinde bir gizem de çözülmüştü.

Bacı Teyze sevgi dolu bir kadın değildi; az konuşur, kelimeler ağzından kerpetenle çıkardı. Hatta çoğu zaman ne dediğini anlamazdım. Çoğunlukla gözüyle ilişki kuran biriydi. Bence soğuk nevale bir kadındı.

Sıtkı Amca ise çok hareketli, konuşkan biriydi. Merdivenleri üçer beşer çıkar, okulumuzu ve derslerimizi sormadan geçmezdi. Mahrem sırrı öğrendikten sonra, Bacı Teyze’ye hep başka baktım; hatta ağzındaki altın dişler üzerine uzun uzun sohbet ettiğimi hatırlıyorum.

Bir gün bizim salonda ikimizdik. Sessiz diye salon yemek masasına kurulmuş, ders çalışıyordum; o da yerleri siliyordu. Okulu, arkadaşlarımı sordu. “Oğlanlar nasıl?” dedi.  Kız okulu olduğumuzu, erkek kız ayrı okuduğumuzu anlattım. Hatta ilk yıl karma okuduğumuzu, sonra erkeklerin Beyoğlu binasına gidip kızların da Ortaköy’de kaldığını ve hiç erkeklerle görüşmediğimizi anlattım.

Büyüyeceğimi, erkeklerle de görüşeceğimi, şimdi daha küçük olduğumu söyledi. Sonra birdenbire, “Büyüdüğünde oğlanlarla ne yaparsan yap, sakın donunu çıkarma!” dedi. O an ne hissettiğimi hiç hatırlamıyorum, şimdi uydurmayayım! Fakat bu laf hep kafamda döndü durdu. “Ne yaparsan yap, sakın donunu çıkarma!” Yıllar sonra bir gün, bu lafı yine hatırladığımda, aldığım ilk ve son cinsel dersin Bacı Teyze’den olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Bugün bile, bu cümle aklıma geldiğinde Bacı Teyze’nin kendi meşrebince verdiği öğütün beni kollama isteğinden kaynaklandığını düşünüp kendi kendime gülerim.

Özden Karakışla

4 Yorum

Yukarı