Yılbaşı Gecesi Nöbeti

5 Ocak 2022

Şimdi sizi davet edeceğim zaman dilimi, aldığımız her eşyanın, kıyafetin hikâyelerinin olduğu yıllar. Bayramlarda alınan ayakkabıların, annemizin diktiği yakası, eteği fırfırlı elbiselerin hikâyelerini hala çocuklarımıza anlatıyoruz. Onlar için bu nostaljik hikayeler belki sıkıcı olabilir ama saatlerce dolaşılan kumaşçıların, elbise yakasına dikilecek dantel fırfırlar için annemin elinde kumaş parçasıyla girilmedik yer bırakılan sayısız mefruşatçıda geçen saatler sonrası anlatılacak bir anıları olmaz mı kıyafetlerin.

Hayatımızı değiştiren ve benim de sonraki yıllarda tutkulu bir sevda gibi çok keyif alarak kullanacağım o büyük eşyayı, bir yılbaşı günü kapıya babam getirdi. Evden içeri giremeyecek olan bu eşya, bir arabaydı. Sokaklarda dolmuşların, tramvayların ve az sayıda yabancı arabanın olduğu zamanlardı; araba sahibi olmak parmakla gösterilecek kadar azdı. Ford, yerli yapım otomobil üretmeye başlamıştı. Babam da hakkında türlü efsanenin yaratıldığı, ineklerin onu yediği rivayet edilen, tek kapılı bembeyaz Anadol’u kapıya çekmişti. Bakırköy’de Arnavut taşlı, dar sokaktaki bir apartmanda oturuyorduk. İki araba karşılaşsa, bir araba ancak diğer araba kenar kaldırıma, tek tekeri aşağıda kalacak şekilde çıkarsa geçebileceği bir darlıktaydı sokak. Babam aşağıdan zili çaldığında hepimiz pencerelere üşüştük. Oturduğumuz daire, apartmanın 5. katında ve üst çatı teras olan bir daireydi. Pencereden eğildiğimizde, beyaz bir arabanın yanında el sallayan babam ve yanındaki birkaç kişinin yukarı doğru baktığı bir fotoğraf hatırlıyorum. Araba ve babamı görünce, epeydir evde konuşulan bu hayalin gerçek olduğunu anlayıp bastığım çığlığıma annem arkamdan koştu. Heyecanla, üçer beşer merdiven basamaklarını atlayıp aşağıya indim. Babam savaş kazanmış bir kumandan edasıyla, bizim beyaz arabanın sağından solundan dolaşıyor, büyük bir araba geçer de çarpar mı diye hesaplar yapıyordu. Annem de koştura koştura ev terlikleriyle arkamdan gelmiş, ön kapıdan arka koltuğa nasıl geçilir diye babama sorular soruyor, iki çocuklu bir aileye tek kapılı arabanın alınmış olma sebebini anlamaya çalışıyordu.

Babam, acemiliğine rağmen arabayı apartmana sıfır bir şekilde kaldırıma çıkarmış, zemin katın yarı aydınlık penceresini kapatmıştı. O katta iki çocuklu Kadir amcalar oturuyordu. Ne yazık ki, otopark ve araba yeri olmadığı için, ne kadar üzülsek de evleri araba manzaralı olacaktı bundan böyle.

Mahalle esnafından bakkal Dursun amca ve çiçekçi Katia teyze de araba etrafında toplaşmış babama hayırlı olsun, kazasız belasız temennileri ediyorlardı. Üst kattaki Erdoğan amca da ahaliye bir süre sonra katılmış, babamın bu ustaca yaptığı parktan dolayı övgüler yağdırıyordu. Yıllar yıllar sonra öğrendik ki, o arabayı babam değil de babamın muayenesinde çalışan İsmet ağabey getirmiş ve park etmişti. Babam da sahibi olarak araba park edemeyen biri olarak utanmış belli ki, herkesin inandığı bu ustalık becerisini sessiz kalıp sahiplenmişti.

Bizim arabanın geliş anı ayrı bir şenlik, geldiği gün ayrı ayrı bir şenlikti. Çünkü bizim araba 31 Aralık günü yani yılbaşı günü geldi. Evde halihazırda bir telaş vardı; akşam misafirliğe gelecek komşular için sofra kuruluyordu. Apartmanda bir bizde bir de giriş katında oturan Nihat amcalarda -oğlunun Almanya’dan getirdiği-televizyon vardı. O nedenle bizim ev tam saat 12:00’de çıkacak olan Nesrin Topkaya’yı ve ardından Zeki Müren’i izlemeye gelecek komşularla dolup taşacaktı. Annemlerin sıkça görüştüğü Aysel teyzeler dışında diğer komşular bize zahmet olmasın diye yemeğe gelmeyip dansöz ve Zeki Müren için saat 12:00 ye doğru geleceklerdi.

Yılbaşı telaşının ortasında arabamızı sokakta bıraktıktan sonra, evimize çıktık. Aysel teyze ve Erdoğan amcalar ellerinde yiyeceklerle bir süre sonra geldiler ve hep birlikte sofraya oturduk. Elbette, yılbaşından çok bizim Anadol sofrada ana gündemdi. Laf nereden geldi hatırlamıyorum, Erdoğan amca son günlerde çokça artan araba hırsızlıklarını anlatmaya başladı. Babama da direksiyonu ve vitesi birbirine kenetleyen demir çubuk kilitleri tavsiye ederek duyduğu hikâyeleri anlatıyordu. Erdoğan amcanın Bakırköy çarşısında oyuncak & kırtasiye dükkânı vardı. Geçenlerde herkesin gözü önünde kalabalık çarşıda gözlükçü Nevzat beyin yeni aldığı arabayı hırsızların düz kontak yaptırarak nasıl çaldıklarını, Nevzat beyin hala bulamadığını uzun uzun anlatıyor, babam da renkten renge giriyordu. Hatta daha da ileriye giderek, yılbaşı gibi herkesin kendi aleminde olduğu zamanlarda daha da dikkatli olunması gerektiğini döne döne söylemeye başlayınca, babam sofradan kalktı ve beni mutfağa çağırdı. Nevzat amcanın sözlerinin haklı olduğunu, banka soygunları, hırsızlığın çok arttığı bir dönemde olduğumuzu bana basitçe bir daha tekrarlayıp, yılbaşı nöbeti görevimi verdi. Yemeğimi hızlıca yememi ve sonrasında salon balkonundan sokaktaki arabayı bu gece gözetlemem gerektiğini bildirdi. Ben daha soru sormaya fırsat bulamadan, her dakika gözcülük yapmam gerekmediğini, ara ara da olsa arabayı yerinde mi değil mi diye kontrol etmemin yeterli olduğunu ekledi.

İşte o an üstüme bir ağırlık bindi. Hem bir yandan Erdoğan amcaya bu hırsızlık muhabbetini nereden çıkardı, bir araba sevinci yaşatmadı diye kızıyordum hem de arkadaşça yaptığı uyarının vardır bir hikmeti diye minnet duyuyordum.

Anlayacağınız, ben boğazımda dizilen lokmalarla görev başına salon balkonuna geçtim, sokağı gözetlemeye başladım. Bizim araba beyaz olduğu için karanlıkta hemen seçiliyordu. Sokaktan tek tük insanlar geçiyor, evlerin ışıkları yanıyor, yarı açık camlardan müzik ve muhabbet sesleri geliyordu. Bazen odama geçiyor, annemin bana özel olarak hazırlayıp bıraktığı yılbaşı tabağıma devam edip, gazozumu içiyordum. Vaktin bayağı geç olduğunu, saat 12:00 dansöz misafirlerinin gelmesinden anladım.

İçeri girip baktığımda, salon düzeninin bayağı değiştiğini, televizyon karşısına dizi dizi dizilen sandalyelerde tüm apartman komsularının gözlerini televizyona dikmiş oturduğunu gördüm. Annem ve babam da ev sahipliği nezaketiyle en arka sırada oturuyorlardı.  Bu telesafirlik (sadece televizyon izlemeye gelen misafirler için o yıllarda üretilen bir terim) birçok televizyon skeçinde mizahi yapılmaya da başlamıştı.

Evet, saat 12:00’ye geliyordu. Benim görevimin en önemli zamanı yaklaşıyordu. Birçok ev, ya bizim evdekiler gibi televizyona hipnotize ya da yılbaşı eğlencesinde kendinden geçmiş olacağı için, zaman hırsızlık için en uygun zamandı.

Gece 12:00’yi bulunca bizim salonda sesler yükselmeye başladı, el çırpma sesleri, kahkahalar, komşu amcaların birbirine laf atmalarıyla Nesrin Topkaya bizim siyah beyaz televizyonda boy gösterdi.  İçeride herkes birbirine sarılıyor, gülüyor, kahkaha sesleri televizyondaki oryantal müziği bastırıyordu.

Sokak bomboştu, sokak lambaları ise sanırım yılbaşı diye daha aydınlıktı. Bizim beyaz Anadol, ışıl ışıl sokakta lambalardan daha çok parlıyor ve yerinde (çocuk gözümle) büyük heybetiyle duruyordu. Yeni bir yıla daha girmiştik. Ben araba nöbetimin başında balkondaydım ve babamın bana verdiği görevi başarıyla getirmiş olmanın  huzurunu yaşıyordum. Bu yılbaşı sonrası bizim Anadol ile unutamayacağım ailecek anılarımızı yaşadık.

Kardeşimin hiçbir koltuğa sığamayıp arka koltuk camında seyahat etmeleri, pıtrak gibi artan yerli otomobil sahipliğinin değişen Türkiye ailesindeki gözlemlerimi bir sonraki yazıda yazacağım. Fakat bu yazıda mutlaka yazmak istediğim bir konu da kısa bir süre sonra Erdoğan amcanın aldığı bal rengi Mercedes’tir. Bir gün babamla karşılaştığında uzun uzun Mercedes’inin ne kadar güvenli ve emniyetli bir araba olduğunu anlatmıştı. Erdoğan amca ballandıra ballandıra anlatırken, soğuk balkonda geçirdiğim yılbaşı gecesi saatlerimi bu arada hatırladığımı yazmasam olmaz.

Bu yazı yayınlandığında yen bir yıla girmiş olacağız. Bu vesileyle, en güzel anılarımızı biriktireceğimiz sağlıklı, keyifli bir yıl diliyorum herkese.

Özden Karakışla

2 Yorum

  1. İdil Güneysu

    Özden Hanım’ı “Kadın Dilinden Masallar” isimli etkinliği kapsamında 2 kere sahnede izleme fırsatım oldu. Masal denince aklımıza çocukların geldiği bir gerçek ancak Özden Hanım işin aslının böyle olmadığı gösteriyor seyirciye. Akıcı, vurgulu ve içten anlatımı sayesinde bir sonraki cümlesinin ne olacağını çok merak ederek büyük bir hevesle izliyorum kendisini. Sahnedeyken ara ara seyirci ile kısa sohbetler kurması daha da heyecanlı kılıyor ortamı. Masallarıyla, yazmanın yanı sıra anlatmanın da ne denli mühim olduğunu gösteriyor.

    Bu yazısını okurken de anlattığı masallarında olduğu gibi her şey bir bir gözümde canlandı. Betimlemesi her zamanki gibi muhteşem. Elinize, yüreğinize sağlık.

Yukarı