Evde içim daralıyor. Kapanma haberi yüreğime çörekleniyor. Haberlerde, sosyal medyada kapanma öncesi ve sonrasına dair vesveselerle gerçekler, olabilecek her bir sorunla var olan her bir sorun yekûn halinde önüme dökülüyor. İçim daralıyor, yere göğe sığmıyorum. Dünyanın dört bir tarafından farklı bilgiler, görüntüler ekranlardan evin dört bir köşesine yayılıyor. Kimi maskelerden kurtulmayı sokaklarda kutluyor kimi ölülerini yakacak odun kalmadığından ormanları kesmeye başlıyor kiminden ise ne bir ses var ne seda, görünmezler onlar her zaman. Nefesim sıkışıyor, boğulacak gibiyim. Alelacele spor ayakkabıları ayağıma geçirip, kulaklıkla telefonu aldığım gibi kendimi dışarı atıyorum.
Ne podcast dinleyecek ne kitap dinleyecek hâl var, açıyorum müziği. Bir yaz gecesini andıran ılıman havaya o duyguyu perçinleyecek bir şarkı doluyor kulaklarıma. Yüreğimdeki kayadan bir parça kopup gidiyor, hafifliyorum. Ne çalıyor diye bakıyorum: Billie Elish söylüyormuş, Your Power’mış şarkının adı. Bir mısrası takılıyor kulağıma: “If you could take it all back, would you?”[*] Hepsini geri alabilseydim? Alamam ki!
Akşamın her şeyi saran mavisi başımın üstüne inerken esen rüzgârla hafifçe ürperiyorum. Rüzgâr düşüncelerin karanlık yanlarını alıp uzaklaştırıyor, hafifliyorum. Adımlarımı hızlandırıyorum, şöyle bir dolaşırım diye çıktığım yürüyüşe ritim kazandırıyorum. Şimdi günde on bin adım emrini yerine getirecek bir hıza kavuştum. Bu bilgi nereden geldi bana diye düşünüyorum, kim söyledi ve niye uyguluyoruz? Ezber ettiğimiz bir -belki- bilgiyi senelerdir uygulamaya çalıştığımı düşünerek gülümsüyorum. Gülümsememden aşağı bir hüzün düşüyor, hafifliyorum. O sırada Billie gidiyor, yerine tanıdık bir tını geliyor. Ben bu şarkıyı nerede biliyorum? Hatırlamıyorum bir an. Sonra birden bir görüntü düşüyor zihnime, bir filmden bir kare. Drunk tabii, Mads Mikkelsen’ın oynadığı film, bu da oradaki şarkı. Ekrana bir kere daha bakıyorum. Scarlet Pleasure söylüyormuş, What A Life’mış şarkının adı. “Don’t wanna worry ’bout a thing” [†] diyor tazecik, umut dolu bir ses. Ben de diyorum, ben de hiçbir şey için endişe etmek istemiyorum. Şarkının ritmine uyuyorum, hafif koşar gibiyim şimdi. On bin adım sen benden kork diyorum.
Şarkı ikinci defa dönerken ben de yürüyüş parkuruna ikinci turu bindiriyorum. Şimdi iyiden iyiye indi gece. Gecenin rahatlatıcı bir etkisi var, bugünlük bitti diyor, şimdi her türlü kötülükten ve azgın dünya hâlinden uzaksın, sakinleş, güvendesin, evindesin, dünyadasın. Sol ayağımla sağdaki ayakkabımın bağcığına basıp çözülmesine yol açıyorum. Bir an tökezler gibi olsam da geceye inanıyorum, güvendeyim; eğilip bağlamaya çalışırken önce köşeden dönen ne yaptığını bilen, atletik bacaklar gözüme çarpıyor, sonra bir koku burnumun direklerinden çok gönlümün direklerini sızlatıyor. Yaz kokusu bu, sahil kokusu, şezlong kokusu, şortlar, parmak arası terlikler, tişörtler ve serin oluyor gece bir hırka alalım kokusu bu. Gözlerim doluyor. Geçmişte kalan bir hayatın hatırasını canlandırıyor. Koku içimdeki kaygının katran kokusunu bastırırken bir özlem olarak burnumda tütüyor artık.
Özlüyorum. Ne varsa dünyada her şeyi özlüyorum. Dünyaya ait her şeyi özlüyorum. Aklıma Oruç Aruoba düşüyor. “Özlemin doruk noktası, özleyenin özleneni artık göremediği noktadır — özlem, görüşün artık olmadığı noktada, doruğundadır.” diyordu. Özleyen: ben. Özlenen: hayat. Göremediğim nokta: bugün. Doruk: içimdeki daralma. Daralma sözüyle hemen silkiniyorum, kendime bir avuntu buluveriyorum zihnimin kendini kandırmacalar için kullan bölümünden. Doruktaysan ineceksin demek bu diyorum; yani ya kavuşacağız ya birbirimizi unutacağız. Ben inanıyorum kavuşacağız. Çünkü yine Aruoba diyor ki: “Özlem, ne yalnızca sen, ne yalnızca bendir. Özlem, bizdir. Özlem biziz.” Bir aradayız diyorum, birlikteyiz, biriz, biziz, birbirimizi geride bırakmayız, elbet göreceğiz arkaya düşenleri, onlar olmadan daha fazla gidemeyeceğimizi, gitsek de bir ahın ve bir vicdan muhasebesinin peşimizi bırakmayacağını. Oruç’a güveniyorum, geceye güvendiğim gibi. Özlemime sarılıyorum sıkıca, bağrıma basıyorum. Özlem biziz çünkü ve ben hepimizi bu küçücük bedene sığdırabilirim.
On bin adımdan bu gecelik vazgeçiyorum. Adımlarımı geniş ama sakin tutarak evin yoluna koyuluyorum. Eve gidip o kitabı bulmam lazım, Oruç Aruoba bana biraz daha anlatsın “özlem”i. Merak edenler Metis yayınlarından çıkan Uzak’ın ikinci bölümü Özlem Çekene Kılavuz’u okuyabilir ve özlemlerine sarılabilirler. 17 Mayıs’ta bir nefes almak üzere esen kalın.
Şeniz Baş
[*] Hepsini geri alabilseydin, alır mıydın?
[†] Hiçbir şey için endişelenmek istemiyorum.