Şey

17 Nisan 2021

Ben bir yazarım, kitaplar yazdım, deneme yazıları yazdım, kitap eleştirileri yazdım, hatta bir tiyatro oyunu bile yazdım. Başka türler yazmayı da deniyorum. Ben bir yazarım. Hayatımın hangi noktasında yazmaya karar verdim bilmiyorum. Bir kırılma, bir farkındalık olmuş da yazmaya başlamış değilim. Söyleyebileceğim büyük bir söz, derin bir açıklama yok bu konuda. Velhasıl, “Yazmasaydım çıldırırdım,” ya da “Yazmasaydım ölürdüm,” gibi cümleler kuramayacağım. Yazmasaydım da yapacak bir şey bulurdum kendime, keza yazmadığım uzunca bir dönem de var. O zamanlarda da mutluydum ve mutsuzdum, huzurluydum ve huzursuzdum, düşünceliydim ve gamsızdım. Yazmak hayatımda hiçbir şeyi değiştirmedi demek istemem; değiştirdi çünkü. Daha da ince yerlerinden bakmaya başladım hayata, insanlar bazen birer hikâye kahramanı gibi geliyor bana, bir sonraki adımda ne yapacaklarını ya da geçmişlerini tasavvur etmeye çalışırken buluyorum kendimi, her anlatılanda bir sürü boşluk dolduruyorum, kelimelere daha fazla anlam yüklüyorum –gerektiğinden fazla belki-  bazen bu yoruyor beni, sonra yine aynı döngüde buluyorum kendimi. En rahatsız eden ise insanların yazar olduğumu öğrendiklerinde her şeyi sormaya başlamaları; sanırsınız ki bir yazar hayatın anlamını çözmüştür. Aslında yazar hayatın anlamını ararken yolunu kaybetmiş bir insandır. O kadar kaybolmuştur ki yazarak kendisine bir dönüş yolu inşa etmektedir.

Bunları epeydir düşünüyorum. Kafamda evirip çeviriyorum. Söyleşilerde, röportajlarda “Neden yazıyorsunuz?” diye sorduklarında bu cümleleri kurmaktan vazgeçeli ise çok oldu. Deli olduğumu ya da onları küçümsediğimi düşündüklerini fark ediyorum çünkü. Bu sebepten genel cümleler kuruyorum: “Hikâyeler vardı aklımda, çok gözlemlerim, anlatmak bana iyi geldi, öyle biriktirdim ki bir yerde yazmak istedim.” Kısmen doğrudur elbette bu söylediklerim, toptan yalan söyleyecek halim yok. Planlamış da değilim bunları diyeyim diye. O soru sorulduğunda, en akla yakın ama bana da yakın ne gelirse aklıma onu söylüyorum. Ama asla “Yazmasaydım delirirdim,” demiyorum. Hiçbir iş bu kadar ulvi değil gözümde. Hepsi günün sonunda bir iş. Zadie Smith’in son kitabı “Yapacak Bir Şey”de dediği gibi: Oyalanıyoruz, zaman dolduruyoruz… Geniş boş zamanınızdan, âdeta küçük bir alan yontarsınız ki kimse sizden bunu yapmanızı istememiştir ve böylece ‘bir şeyler’ yaparsınız. Kitapta beni en çok etkileyen satırlar bunlar oldu. Çünkü her kitabı bitirip editöre teslim ettiğimde aynı soru dolanıyor aklımda: “Bunu benden kimse istemiyor, ben bunu niye yapıyorum?” Bir süre bu soruyla oyalanıp sonra, “Boşver,” diyorum, “Bu dünyada buna da, sana da yer var. Demek ki yapman gerekiyor. Sadece kendin için.”

Dedim ya, yazmasaydım delirmezdim de ölmezdim de. Hatta hadi itiraf edeyim belki şu fani dünyada bir parça daha huzur bulabilirdim. Zira yazarların en başat özelliklerinden biridir huzursuzluk. Ben çok rahat, gevşek, olduğu kadar diyen bir yazar görmedim. Yazan insan gördüm, yazar görmedim. Yazarlar huzursuz insanlardır. Dertsiz başlarına dert arayan, akan sakin suya bent kuran, masmavi gökyüzüne bulutlar salan, örgüdeki kaçan ilmeği gören, çoraptaki söküğü fark eden insanlardır. O yüzden zaten huzursuz ve huysuz olan ruhumu yazarak daha da huzursuz etmiş olmam pek mümkün. Ama yazmasaydım da bu noktaya gelmem olası.

Ama bir şey var ki o olmasaydı delirebilirdim, ölmezdim belki ama yaşamazdım da. Kendimi bulamazdım büyük ihtimalle, kendim olamazdım, kendim dediğim neyse ondan bir iz bile bulunamazdı. Ha bunun da iyi olacağını söyleyenler olabilir, ben “ben” olarak, kendim olarak, bugünkü aklımla diyorum ki yok daha iyi olamazdı. Geçemezdim bir sınırı, göremezdim dünyayı, tadına varamazdım insan olmanın, geldiğim yeri bir zerre anlamadan gelir geçerdim. Üstelik bu dünyadan bir Şeniz gelip geçti değil, birisi geldi geçti olurdu. Paralel evrenler varsa, oralarda bir yerde bu eylemi yapmayan bir Şeniz sabah kalktığında kendine tutunacak bir dal bulamıyordur eminim.

Nedir bu “şey” peki? Anlatayım: Zadie Smith bu dünyada yaşamak için yapacak bir şeye ihtiyacım vardı o yüzden yazıyorum diyor ya ben yazmanın önüne okumayı koyuyorum. Bu dünyada yapacak bir şeye ihtiyacım vardı ve okuyorum. Okumanın kendisini ulvi bir yere koymuyorum, aynı yazmak gibi bu konuda da düşüncem. Ama kendi hayatımda tam da oraya koyuyorum. Ulvi, uhrevi, kutsal, su gibi, ekmek gibi, kutsal şarabı imek, ağlama duvarına yüz sürmek ihram giymek gibi… Beni sarıp sarmalayan, ruhumu kurtaran, aklımı diri tutan, dilime söz veren, kalbime merhamet indiren, bir insan olduğumu, aciz olduğumu, bir insan olduğumu, kudretli olduğumu, milyarlarca insandan biri olduğumu, milyarda bir insanlardan olduğumu, ben olsam da olmasam da bu evrenin olduğunu, olacağını, olagideceğini, ağaçları, kuşları, çağları ve zamanı, zamanların ötesini ve öncesini, hiç olmamış olanları, olmayacakları, olabilecekken olmamış olanları, olmamışken olmuş gibi olanları, işte bütün bunları ve tüm olasılıkları ve tüm hayatı ve evrendeki tüm olasılıkları eleyerek bu dünyaya gelen bir beni, bir seni, bir onu bana gösteren yazın, edebiyat ve kitap ve insana bahşedilen en güzel eylemlerden biri okumak. Okumak benim için eşittir anlamak. Bir insanın tek gayesinin anlaşılmak olduğunu düşünüyorum, ben gelmiş geçmiş tüm türdeşlerime okuyarak bir selam gönderiyorum. Anladım diyorum. Anladım, vardınız. Anladım, yaşadınız. Anladım, yazdınız. Anladım, oldu bunlar. Anladım, ben buradayım. Yazıya başlarken düşünmediğim ama yazmanın beni getirdiği noktayı da sizden saklamayayım. Belki ben de anlaşılmak için yazıyorumdur. Belki ben de benden öncekilerin bana elden verdikleri bir mektubu elden ele iletiyorumdur. Belki ileride bir gün birisi de bu satırları benim için yazar diye umut ediyorumdur: “Anladım, ben buradayım.”

Şeniz Baş

*Yapacak Bir Şey. Zadie Smith. Çev. Sibel Erduman. Everest Yayınları. İstanbul, 2021.

Yukarı