
Görüntülenme Sayısı: 100

Künye
Yapım Yılı/Ülkesi– 1991/ Türkiye
Yönetmen– Tunç Başaran
Senaryo– Tunç Başaran, Ümit Ünal (Kemal Demirel’in romanından uyarlama)
Müzik- Can Kozlu
Oyuncular– Emin Sivas (Kemal), Rutkay Aziz (Kerim), Serap Aksoy (Kamile), Ayşegül Ünsal (Feriha), Yaman Okay (Hızır), Yalçın Güzelce (Hasan), Taner Barlas (Senai)
Süre- 80 dk.
ImDb Notu– 7.7/10
Özellikler:
Filmin isminin “Piano Piano Bacaksız” olmasının nedeni filmin küçük kahramanı olan Kemal heyecanla koşturduğunda ortayaşlı dostu Kerim Dayı’nın ona İtalyanca “Piano Piano (yavaş yavaş) bacaksız” diye seslenmesidir. Küçük Kemal filmin dayandığı romanı yazan Kemal Demirel ile aynı isimdedir. Bu film Küçük Kemal’in gözünden İkinci Dünya Savaşı yıllarının yoksulluğunu ve pek çok ailenin de yaşadığı, evdeki yokluğunun yanında yaşama sevincini anlatır. 65. Akademi Ödüllerinde yabancı dilde en iyi film dalında Türkiye’nin Oscar aday adayı olmuştur.
Yorum:
Filmin ilk sahnesinde Haliç’te adeta virane olmuş, köhne bir köşkün penceresinden kırklı yılların İstanbul’unu görürüz. Pencerenin içerisinde ise eski püskü bir dolap, iki yatak, bir bavul, adeta boş bir oda bulunmaktadır. Küçük bir çocuk olan Kemal uyanınca odanın bir köşesindeki toprak küpten maşrapa ile su içer, üstü başı perişandır, pantolonu beline bir urganla bağlıdır, yalınayak koşarak bakımsız ama oldukça yeşillikli bir bahçede eskiden kalma bir çeşmeden yüzünü yıkar. Eski köşkün bir başka odasının duvarında ise bir İtalya haritası, büyükçe bir masa ve üstünde üzerinde çalışılan kitap, kalem ve kağıtlar bulunmaktadır. Orta yaşlı hoş bir adam olan, Kemal’in “Kerim Dayı”sı gaz lambası ile haritaya bakmaktadır. Duvarda ise içi dolu bez bir torba asılıdır. Kemal onun odasına koşarak girer, Kerim ona “piano piano bacaksız” der.
Sokakta çocuklar bağırıp çağırarak neşe içinde ve heyecanla patlak, eski bir topla oynamaktadırlar. Kemal in babası hapisten çıkmıştır, köşkte yaşayanlara ve annesine Kemal heyecanla haber verir, adam kaba sabadır, hırsızlıktan, kumarbazlıktan içeri girmiştir. Annesi babasına sarılır, adam odadaki iki yataktan birine bağdaş kurup oturur ve içer. Karısı ile tartışır ve çocuğun yatağını yırtar, tüm kuştüyleri havaya uçuşur. Kemal bu oyundan çok hoşlanır. Ancak diğer çocuklar babasının “Kumarcı Hasan” lakabı ile tanındığını söyleyerek acımasızca Kemal’i hayal dünyasından çıkarırlar. Köşkte diğer kalanlardan biraz farklı bir çift vardır. Kemal sarışın kadına hayrandır, kadın ona çok şefkatli davranmaktadır. Kocasını Haliç’te kaptan olarak bilmektedirler.
Kemal yazlık sinemada çalışmaktadır, harçlığını annesine getirir, oysa hayalinde çıplak ayaklarına siyah lastik çizme almak vardır. Köşkte en çok ilgisini çeken Kerim Dayı dediği eski para kopyalayan kişidir. Onun İtalya hayallerini dinler, bir gün oralara gideceğini söylemesi Kemal’i endişelendirir. Kerim onu bırakıp uzaklara gidecektir, bu duygusunu Kemal’le paylaştığında ondan net bir yanıt alamaz.
Annesi kocasıyla kavga edince Kemal’i alıp teyzesine götürür. Çocuk pazarda gezinirken lastik çizmelere uzun uzun bakar. O esnada kaptan ve güzel karısının üzümleri çaldıklarını görür. Kemal pazarda ayaklı reklam olur yazlık sinemanın gece oynayacak film afişini çıplak ayakları ve urganla bağlı pantolonu ile dolaştırır. Kaptanın üzüm çalma olayını Kerim’e söylediğinde Kerim çalmadıklarını, onların hırsız olmadığını söyler. Bu esnada evdeki diğer komşu kadınlar naylon çorap çalıp satmaya kalkışırlar ancak çorap yerine dükkandan basit eldivenler almışlardır. Sokaktan geçen cenazeden çocuklar harçlık toplarlar. Köşke yeni kiracılar gelr, yeni gelenlerin kızlarına Kemal hikayeler anlatır, kız onun çıplak ayakla gezmesine üzülmüştür, ayaklarına bir şey batıp batmadığını merak eder.
Evde bir başka odada serum alan yaşlı bir adam vardır. Adamın canı çorba ister, ancak yokluktan suya ekmek banıp yiyorlardır. Kemal yandaki komşunun horozunu besleyerek kendi bahçelerine getirir ve tüm evdekilere ziyafet olur. Ancak komşu kadın onlara kızar ve çok bağırır. Yoksulluktan zor zamanlar geçiren köşk kadınları kadına bir gün horozun parasını ödeyeceklerini söylerler, evde tek hırsızlık yapmayan kişi de Kemal’in annesidir, oğlunu çok güzel korur, yoksuldurlar ama gururludurlar. Bahçede at arabasının başındaki Tevfik atı sakatlanıp vurulduğu için çok üzgündür, annesi ona altın dişini verip at almasını ister ancak Tevfik kabul etmez ve arabayı artık tek ata koşacağını söyler.
Köşkte her şey bir arada yaşanmaktadır. Herkesin derdi de neşesi de birdir. Yeni gelen ailenin kızları Elif terliklerini kapının önüne koyar. Kemal onları giyip işe gider, aslında küçük kız bilerek koymuştur, sıcak ve şefkatli bir arkadaşlık oluşmuştur. Kemal gizlice terlikleri giyip sonra yerine koymaktadır, kız ise bunu izleyip ona hiç belli etmemekte, onu kırmamaktadır. Bu köhne köşkte adeta kollektif bir yaşam vardır, kâh tartışmalarla kâh birbirlerini destekleyerek sürüp gitmektedir. Çok parasız kaldıklarında Kerim etraftan eski gazeteler bulur, kadınlar ve çocuklar hep birlikte kesekâğıdı yaparlar. Kemal Kerim in odasına her girdiğinde onun kağıtlara paralar çizdiğini görür. Duvardaki torbayı merak eder ama ne olduğunu sorsa da yanıt alamaz. Uzun uzun birlikte duvardaki İtalya haritasına bakarlar. Kemal İtalya ile ilgili sorular sorar, sonra da “Çok paramız olsa da oraya gitme, hep burada oturalım” der. Yani bu kargaşa ve harala gürele yaşam ona iyi gelmektedir. Bu düzende “biraz paraları da olsa herkes daha mutlu olabilir” inancı bir hayal alemi yaratmaktadır. Bir kartpostal gelmiştir, meraklı Kemal Kerim’e “Karından mı?” diye sorar Kerim kartın geldiği yeri söyler, “Napoli” der (Napoli İtalya’nın fakir bir bölgesindedir).
Kadınlar bir odada toplanıp ağda yaparlar, kombinezonladırlar ve meraklı Kemal ile arkadaşı anahtar deliğinden heyecanla kadınları seyrederler. Bu arada merak ettiği sarışın kadını ve kocasının hikayelerini öğrenir. Feriha’nın kocası Senai Berlin’de felsefe okumuştur ama ailesi tarafından red edilmiştir ve çift birbirlerini çok sevmektedir. Kemal evin içinde çok canlı bir çocuktur, köşkün merdivenlerden inerken elektrik düğmelerini çevirir ama elektrikler parasızlıktan ödeyemedikleri için kesiktir. Düğmelerle oynamaması için annesi Kamile onu uyarır.
Kemal’in yaz tatili bitince yazlık sinemadaki işi de bitmiştir. Babası bu duruma çok sinirlenir, bence filmdeki en acıtıcı sahnelerden biridir. Baba hapisten çıkmış iş aramazken küçük çocuk eve ekmek parası getirmekte ve de azar işitmektedir. Fakirliğin getirdiği çaresizlik mi, yoksa babanın acımasızlığı mı belli değildir ama çocuk açısından çok acıtıcıdır. Kemal hayalkırıklığı yaşar, “Babamın beni bir kez öptüğünü hatırlamıyorum” der. Herkes bir arada yemek yer ve Kemal bu duygularla Kerim dayısına sığınır, şevkatli bir çocuktur, ona yemek götürür. “Piano piano ne demek?” diye sorar, Kerim “Yavaş yavaş” der. Sakin ve mesafeli bir insan olan Kerim sadece Kemal’e karşı duyarlıdır.
Senai Bey gündelik haberleri radyodan takip etmektedir, Alman ordusunun Fransa’yı işgal ettiğini söyler, Hitler’e kızar. Kadınlar da bir yandan iş yaparlarken bir yandan da memleket ahvali ve politika üzerine konuşurlar. Senai’nin karısı Feriha ud çalar. Senai diğerlerine Feriha’ya olan aşkından bahseder. Kemal ise Hitler’in kötü olup olmadığını merak etmektedir. Köşkün en ilginç kişilerinden biri ise iri yarı, güçlü “Hızır Amca”dır. Hızır bir yerden soba çalar, ancak boruların çoğu dirsektir ve sobayı ortaya kurarlar. Kemal ile sessiz bir dialoğu vardır onun. Bir olay olduğunda Kemal’e bakar ve omuzlarını yukarı kaldırır. Sanki “Ne yapsaydık” der gibidir.
Kerim eski para yapma işine yoğunlaşmıştır, yaptığı paraları hamurlara sarıp toprağa gömer. Paraların eski görünmesi için teknik geliştirirken tüm ev ahalisi onunla bir çalışır. Hedef için işbirliği onlara her zaman iyi gelmektedir.
Savaş nedeniyle fakirlik ve açlık çok yaygındır. Ordu karavana ile halka yemek dağıtmakta, fazla isteyene verilmemektedir. Eve gelen karavana herkese paylaştırılır. Senai’yi askere çağırırlar, giderken bundan sonra yemeğini karısına vermelerini ister. Kemal çeşmeden su içerken bir ışık görür ve bunun uğurlu bir şey olduğunu düşünür. Senai denizci kıyafetlerini giyer ve Kemal onunla iskeleye kadar yürür. Bir yanda şık giyinmiş denizci subayı diğer yanda çıplak ayaklı, pantalonu beline urganla bağlı “piano piano bacaksız” Kemal birlikte yürürler. Etraftaki askerler Senai’ye selam verdikçe Kemal çok hoşlanır, heyecanlanır. Onun gibi bir adamın savaşta insan öldürebileceğine de pek ihtimal vermemektedir.
Kerim’in işini yürütebilmesi için Tevfik’in annesinin altın dişine ihtiyacı vardır, Tevfik annesine söyler, annesi önce razı gelmese de ikna edilir. Köşkte doktorluktan anladığı belli olan bir kişi hasta yatağından kalkıp dişi çeker. Altın dişi Kerim alıp eritir ve paraları topraktan çıkarıp bazılarını altınla kaplar. Kemal tüm bu aşamaların en önemli tanığıdır. Kerim eski görünümlü paraları satmaya gider, döndüğünde Kemal elektriklerin yandığını görür, şaşkındır. Kerim’in odasının ışığını da o yakar ve o anda siyah lastik botları görür. Antika görünümlü paralar işe yaramıştır ve bir kuyumcuya antika paraları veren Kerim oldukça yüklü para kazanmıştır. Köşkdeki her aileye ihtiyaçlarına göre para verir ve özellikle Kemal’in bundan sonraki okul masrafları için ayrı bir parayı da annesine teslim eder. Evdekiler kısa bir süre daha orada kalırlar, ama sonra dağılırlar, aldıkları yüklü paralarla yeni hayatlara, yeni umutlara yelken açarlar.
Kerim Dayı bir gün duvardaki torbanın içinden eşyalarını çıkarır, giyinir, silindir şapkasını, beyaz eldivenlerini takar ve sihirbaz kıyafeti ile İtalya haritasını alır ve gider. Oldukça masalsı bir vedadır, Kerim ile Kemal arasındaki bu ayrılış sahnesi. Kerim puslu bir günde ağaçlar arasından selam verir ve sihirbaz gibi kaybolur. Belki de Kemal’in çocukluk hatırası böyle bir sahne yaratmıştır. “Sevgisiz hiçbir şeyin yaşanmayacağı bir dünya içinde varolmak ne büyük bir mutluluktu” cümlesi ile film sonlanır.
Tunç Başaran Türk sinemasında en insancıl filmleri yapmış yönetmenlerdendir. Bu filmde zorluklar nedeni ile de olsa bir arada yaşayabilmek, yoksulluğa, fakirliğe ve savaşa rağmen yaşama sevincini kaybetmemek küçük bir çocuğun gözünden anlatılmaktadır. Çocuklukta yaşadığımız olumsuzlukları hüzünle hatırlasak da insani yanlarının da hafızalarımızda yer etmesi bizi çoğaltmaktadır.
Füsun Aygölü
Nasıl kaliteli bir eser idi, ve Füsun hanım’ın değerli yorumu ile tekrar izlemişcesine o kareler gözümün önünden aktı geçti.
Emeğinize sağlık, çok teşekkür ederiz…