Çok Zorlu Ama Hayat Boyu Unutulmayacak Bir Coğrafya; Bolivya

17 Ekim 2017

Görüntülenme Sayısı: 17

Senelerdir yaptığım tüm turlarda bana sıkça yöneltilen sorulardan biri, bu kadar ülke gezdikten sonra en çok hangisinden etkilendiğim yönündeki soru olmuştur. Ben ülkeleri ve şehirleri kıyaslamayı sevmesem de sanırım Bolivya’nın yeri hep ayrı olacak kalbimde. Özellikle Şili’nin Atacama Çölü (Desierto de Atacama) ile Bolivya’nın Uyuni Tuz Çölü (Salar de Uyuni) arasında yaptığım safariyi, fiziksel olarak dayanabilecek herkese kesinlikle tavsiye ederim.

Ernesto Che Guevera’nın anılarını yazdığı “Motosiklet Günlükleri” kitabı, bu heyecan verici başlamamdaki en büyük etken. Oldukça zor bir etap olduğunu bilmeme rağmen yol boyunca beklediğimden de çok zorlandığımı söyleyebilirim. Ayrıca, uçakta yolculuk ederken aynı kitaptan sinemaya uyarlanan filmi izlemem de bana ayrı bir motivasyon kattı. Bu tura Şili’den başlamayı uygun buldum. Böylelikle yüksek irtifaya kademeli biçimde çıkarak yüksek rakımın olumsuz etkilerine çok daha kolay alışacağımızı düşündüm. Bu rotada yaklaşık 2500 metre rakımdan başlayıp 4870 metreye kadar çıkılıyor. Yol esnasında 4300 metrede uyuduktan sonra La Paz’a (3850 m) ulaştığınızda kendinizi deniz kıyısına inmiş kadar rahat hissediyorsunuz. Ama bu eziyetlerin karşılığında dünyada görebileceğiniz en güzel gökyüzünü ve en etkileyici fotoğrafik manzaralarından birine şahit oluyorsunuz.

Bu turun rezervasyonunu geçmişteki ortaklarım Murat ve Yekta ile birlikte San Pedro de Atacama şehrinde buluşup oradaki sokak acentelerinden yapmıştık. Onlar Santiago tarafından, ben ise Arjantin’in Salta şehrinden geldik ve dünyanın en kurak çölü olarak tabir edilen Atacama Çölü’nün bu şirin kasabasında buluştuk. Kasabanın girişi bana eski Amerikan Western filmlerini anımsattı. Çölün ortasında sonsuzluğun içinde bir köy… Yüksek rakıma alışmak biraz zamanımı alıyor, ancak buna değer. Huzurluyum…

Turumuzun hareket gününde bir önceki akşamın yorgunluğu hala üzerimizde ve zorlu bir etapla karşılaşacağımızı biliyoruz. Kendimize yolda yemek için sandviçler hazırladıktan sonra Colque Tur’un ofis kapısına gidiyoruz. Uyuni Çölü’ne gideceğimiz turumuz üç gün sürecek. Sırt çantalı tarzı seyahat ettiğimiz için konforsuz ortam olacak ancak çok makul bir ücret ödeyeceğiz. Turun fiyatı 3 gün tam pansiyon 90 dolar. Acenteden söylediklerine göre park girişleri ve içecekler de yaklaşık 20’şer dolara mal olacakmış. Gereği kadar Bolivya parası yanımıza aldıktan sonra hareket saatini beklemeye başlıyoruz.

Sınıra kadar minibüsle bizi götürüyorlar. Araçta 16 kişi var ve sınırdan sonra 4×4 jiplerle devam edeceğimiz için üç grup oluşturmak gerekiyor. Arkada 5 kişilik bir İrlandalı grup var onlar zaten beraber olacak. Bizim için kimin olduğu çok önemli değil ama sürekli sorun çıkartan İspanyol hatunla aynı araçta olmak istemiyoruz, şansımıza bize İngiliz çift düşüyor.

Şili sınırını geçtikten sonra Bolivya sınırına kadar bir saat içerisinde 2436 metreden 4000 metre rakıma çıkıyoruz. Gün içinde 4870 metreyi göreceğiz ve gece de 4300 metrede yatacağız. Yolda ilerlemeye başladıktan sonra gitgide göğsümüz sıkışmaya başlıyor. Basınç farkı insanı gerçekten zorluyor. Yolda giderken bir Lama sürüsü görmemiz kafamızı dağıtıyor ve biraz fotoğraf çekiyoruz. Her ne kadar fiziksel olarak zorlansak da manzara insanı kendine hayran bırakıyor. Bugüne kadar gökyüzünün bu kadar güzel göründüğü bir başka yer görmedim.

Yolda kaptanın Toco olduğunu söylediği bir sönmüş yanardağ görüyoruz. 6200 metre yüksekliğindeymiş ve eskiden kükürt madenleri bulunurmuş. Turizmin gelişmesinden önce de San Pedro halkı bu madenlerde çalışırmış. Muhtemelen Motosiklet Günlüğü filminde gördüğüm madenler olsa gerek… Bir saatlik yolun sonunda da Bolivya sınırına varıyoruz. Rakım 4400 metre, burada giriş için 15 Bolivyano [Boliviano]  ödedikten sonra sınırı geçiyoruz. Milli park girişi için biraz sonra 30 Bolivyano [Boliviano] ödeyeceğiz. Araçlarımızı değiştirip 4×4 ciplere biniyoruz ve “Laguna Blanca” yakınında sabah kahvaltısı etmek üzere hareket ediyoruz.

Kaptanımızın ismi Marcos. Yirmi dört yaşında ve bu bölgenin insanı. Babası Şilili annesi Bolivyalıymış. İspanyolca hariç bir dil konuşmuyor ve anlamıyor. Murat ile Yekta da geleli iki ay olmasına karşın sürekli Şilili arkadaşlarıyla takıldıkları ve onlarla İngilizce konuştukları için hala İspanyolca öğrenememişler. Ben arada çevirmenlik yapmak zorunda kalıyorum. Göle vardığımız zaman hepimiz heyecanlanıyoruz. Binlerce flamingo var ve hemen fotoğraf çekmeye koşuyoruz ama sonuç başarısız. Bakıyoruz olmuyor, biraz uzaklaşıp bu sefer çaktırmadan ağır adımlarla yaklaşmayı deniyoruz. Flamingolar sanki bizimle dalga geçiyor, bizim yaklaşma hızımıza göre arkaları bize dönük olmalarına rağmen hepsi birden aynı hızla uzaklaşıyor. Makinenin lensi yeterli değil, o kadar uzaktan istediğim fotoğrafları çekemiyorum. Zaten iki adım attıktan sonra nefes nefese kalıyorsunuz oksijen azlığı insanı yıpratıyor.

İkinci durağımız “Laguna Verde” oluyor. Rüzgar estiği zaman yeşile dönermiş bu gölün rengi. Bunun da nedeninin kükürt ve bakır olduğunu söylüyor Marcos. Fazla soru sormuyoruz belli ki anlattığı her şey ezberden, ehliyetinin bile olduğundan şüpheliyiz. Muhtemelen burada bulunma nedeni bölgeyi avucunun içi gibi bilmesi. Gölden hareket edip termal suların bulunduğu bölgeye ilerlerken ilk olarak Salvador Dali Çölüne uğruyoruz. Çöle Dali isminin verilme nedeni aynen Dali’nin resimlerindeki gibi karışık ve ulaşılmaz yollarının olmasıymış diye anlatıyor Marcos ve fotoğraf molamızı verdikten sonra da termal sulara hareket ediyoruz. Ben ve Murat ulaşır ulaşmaz soyunup küvetten hallice suların içine atlayıveriyoruz, Yekta pek hoş karşılamıyor ancak buraya kadar gelince her şeyi denemek lazım.

Bugün öğlen yemeğini geç yiyeceğiz. Hava riskli ve her an patlayabilir. Bilmeden gelmiş olsam buranın çöl olduğuna hayatta inanmazdım. Şu an yazın tam ortasındayız, okuduğum notların hepsinde herkes kum, toz ve dayanılmaz sıcaktan bahsediyor. Geldiğimizden beri sürekli yağmur yağmakta ve ben hala polar üzeri kazak ve onun da üzerine mont giymiş durumdayım. Termal suların ardından “Sol de Mañana” gayzerlerine gidiyoruz. El Tatio gayzerleri kadar etkileyici değilmiş ama yine de su buharı 2-3 metre yukarı çıkıyor. Bu arada 4870 mt. rakıma ulaşmış durumdayız ve nefes almak gerçekten zor…

Gayzer çıkışı Laguna Colorada’ya gidiyoruz ve arabamız bozuluyor. Marcos marş motoruna sürekli yükleniyor, yakacak marş motorunu kurda kuşa yem edecek bizi diye korkmaya başlıyorum. Arabayı vurdurma konusunda ısrarlarıma sürekli karşı çıkıyor ve galiba arabayı vurdurmayı bilmiyor. Direksiyonu zor bela elinden alıyorum ve 5000 metrede arabayı itiyoruz. Son anda araç çalışıyor ve hareket ederken hava patlıyor; gene bardaktan boşanırcasına yağmur…

Öğlen yemeğini akşam kalacağımız barakalarda alıyoruz. Sürekli bir baş ağrısı ve nefes darlığı var. Yemekten sonra biraz uzanıyoruz ve akşam oluyor. Sürekli olarak uykusu geliyor insanın. Yemekten önce Yekta’nın doğum günü şerefine iki şişe şarap alıp onları içiyoruz, bana iyi geliyor ama Murat kötü durumda. Yekta ise en azından doğum gününü kutladığı için mutlu. Doğum günlerine çok önem vermem ama böyle bir seyahatte doğum günü kutlamak çok büyük bir keyif. Ben de bir ay sonra Titicaca Gölünün kıyısında kutlama yapacağım uzun senelerden sonra. Yemek yedikten sonra saat yaklaşık dokuz buçuk gibi yatıyoruz, dayanılacak gibi değil basınç insanı mahvediyor, bütün gece uyuyamıyorum.

İkinci günün sabahında oldukça rahatsız bir uykunun ertesinde sabah yedide kalkıp kahvaltı ediyor ve saat sekiz gibi hareket ediyoruz. Yaklaşık bir saatlik sürüşten sonra ilk durağımız Taş Ormanı (Bosque de Piedras de Huayllay) oluyor. Yolda içimiz dışımız bir olmuş durumda bir önceki akşam yağan yağmur toprak yolları daha da beter hale getirmiş, biz de doğru düzgün uyuyamadığımız için başımız ağrıyor ve kendimizi çok kötü hissediyoruz. Bu rakımda nefes almak bile zor. Dün akşam biraları içip bir de futbol maçı yapan Brezilyalı gruba halen hayret ediyorum; ben muhtemelen kalp krizi geçirirdim. Aramızda FIFA’nın La Paz da maç yapılmasını yasaklaması üzerine konuşuyoruz, adamlar haklı gerçekten bu rakımda maç falan yapılmaz. Ancak Bolivya Cumhurbaşkanı Morales devreye girince FIFA geri adım atmak zorunda kalmış.

Taş ormanına vardığımızda gene araçtan inip fotoğraf sanatında hünerlerimizi göstermeye çalışıyoruz, turist olmak eğlenceli bir şeymiş… Hareket edeceğiz ama gene bir sürpriz, araç çalışmıyor. Yine aynı hararetli tartışma ama Marcos direksiyonu vermiyor bu sefer. Ancak şansımıza diğer şoförler orada, motor kapağı açılıp görüş alışverişi yapılıyor ve motor çalışmaya başlıyor. Biraz sonra egzoz borusu yerinden kopuyor ama onu da telle bağlıyor Marcos. Araçların hepsi Toyota Land Cruiser 4×4. Geldiğimiz yolları göz önüne aldığımızda araçların sağlam kalma olasılığı pek yok. Bir de araçların yaşı düşünülünce tabii ki bu sorunlar sıkça yaşanıyordur. Aklıma bir an Şili sınırından ayrıldığımızda yaşadığımız sahne geliyor. Bizi götüren minibüsün şoförü yolda bir yerde durup arkaya doğru dönüp şu ana kadar geldiğimiz yolu göstererek “Bu yol Salta’ya gider ,”demişti. Benim Arjantin’den gelirken kullandığım yol. Sonra toprak araziye dönerek ve bize pis pis sırıtarak “Burası Bolivya yolu,” demişti. Tabii o zaman ne anlama geldiğini anlamamıştık. Ama bu bölgeyi bilmeden Uyuni’ye ulaşmak imkansız. Tüm seyahat boyunca gördüğümüz iki tabela oldu, Uyuni’ye yaklaşırken Lama çıkabilir ve Deve kuşu çıkabilir tabelaları. Onun dışında toprakta izleri takip ederek gidiyorsunuz ancak arada sırada o izler de üç dört ayrı yöne ayrılıyor ve siz yolunuzu bilmek durumundasınız. Tabii ki bu araçlarda ne pusula var ne de navigasyon.

Yolda Zamaritas, Edionda ve Canapa göllerinde de duruyoruz, ilk başta bize çok ilginç gelen flamingolardan artık gına geldi. Her su birikintisinde varlar. Son duraklarda araçtan benden başka kimse inmemeye başlıyor ben de her noktada fotoğraf çekmeyi kendime görev edinmiş durumdayım. En son olarak La Rocas (Valle de las Rocas) isimli bir vadide duruyoruz, orada da akbabaya benzeyen bir kaya oluşumu var (Condor sin Cabeza) ve ardından yemeğe gidiyoruz.

Yemeğimizi Alota isimli bir kasabada alıyoruz. Yemekten önce vaktimiz var, köyde dolaşıp insanlarla muhabbet ediyoruz, fotoğraf çekiyoruz. Halk güler yüzlü, çocuklara yanımda getirdiğim nazar boncuklarından veriyorum ve öğlen iki gibi köyden ayrılıyoruz.

Akşam Uyuni’de kalacağız. Yolda giderken San Cristobal isimli kasabada kısa bir mola veriyoruz. Markette aradığımı buluyorum sonunda… Koka Çayı! Kandaki akyuvar oranını arttıran bir bitki bu. Kutunun üstünde yazdığına göre tansiyonu ayarlar, kan dolaşımını düzenler, yüksekliğin getirdiği basınç farkını toparlar ve hatta diyabete bile iyi gelirmiş. İki türlü hazırlanışı var: Ya poşet çay gibi günde iki defa içiyorsunuz, ya da bir tutam bitkiyi ağzınıza alıp çiğnemeniz gerekiyor. Ben ikisinden de alıyorum ve hemen bir tutam Koka bitkisini ağzıma atıp çiğnemeye başlıyorum. Zor zanaat, iyice çiğnedikten sonra Yemenlilerin meşhur gat otu gibi yanağınızda tomar yapıp biriktirmeniz gerekmekte ve dişlerinizin arasından sızan sıvı 45 dakika sonra etkisini gösteriyor. Gerçekten etkili baş ağrısından eser kalmıyor. Tabii bu esnada diğer araçlardakiler bana garip garip bakmaktalar, açıklama yapmak durumunda kalıyorum ve birkaçı da aynısından satın alıp uygulamaya başlıyor.

Araca dönmeden önce Yekta’nın aldığı şaraptan biraz içtikten sonra yola devam ediyoruz. Uyuni’ye varmadan son olarak tren mezarlığında [Cementerio de Trenes] durmayı planlıyoruz. Eski trenlerin hurdaya ayrıldığı mezarlıkta duruyoruz. Önemli bir gezi çünkü Lonely Planet’e göre şehirdeki en turistik noktalardan biriymiş!

Otelimiz güzel, üç kişilik bir odadayız ve yataklar çok rahat. Giriş işlemlerini bitirince hemen Murat ile beraber ertesi günkü  La Paz biletimizi aldıktan sonra otelle konuşup kişi başı beş dolar karşılığında odalarımızı akşama kadar kullanmaya karar veriyoruz. Diğer gruplarla akşam yemeğimizi yedikten sonra şehirdeki sayılı publardan birine gidip bira içiyoruz. Bolivya gerçekten çok ucuz, bir litrelik bira, kahve, meyve suyu ve büyük su için sadece 6 dolar ödüyoruz. Murat ile Yekta yorgun, hala basınç farkından dolayı kendilerine gelebilmiş değiller. Otele erken dönüyoruz. Tabii onlar koka çiğnemediler, ancak yarın toparlarlar…

Sabah hareket saatimiz dokuz. Normalde daha erken çıkmamız lazım ancak yağmur yüzünden programdaki ada gezisi (Isla Incahuasi) iptal oluyor. Saların ortasında yaklaşık 75 km gidilmesi gerekiyor. Su çok yağmur yağdığı için araçların gidemeyeceği seviyeye çıkmış. Çok üzülmüyoruz ne de olsa gezinin önemli kısmını kaçırmıyoruz.

Aracımız yarım saat gecikmeli geliyor. Muhtemelen tekrar bozulduğunu düşünüyoruz. Gecikmenin ardından yola çıkıyoruz ve biraz sonra aracın mazotu bitiyor. Tavanda yedek benzin var iyi ki, depoya takviye yapıp yola devam ediyoruz. Dünyanın en güzel manzaralarından birini göreceğiz bugün. Ama şansımıza hava kapalı ve yağmur yağıyor. Colchani Köyüne gidiyoruz önce. Tuzdan yapılmış hediyeliklerin satıldığı bir köy. Girişte sosis-patates yapan bir kadın görüyoruz. Hemen atıştırmaya başlıyoruz. Sonra da köyün çocuklarına getirdiğim nazar boncuklarından verip onlarla hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Köy halkı çok misafirperver.

Bir sonraki durağımız çöl oluyor. Yollar inanılmaz kötü durumda. İşin kötüsü bu yollardan hurda halindeki otobüslerle bu gece La Paz’a gideceğiz. Ülkenin başkentini en turistik şehrine bağlayan yol burası. Ülkenin durumu gerçekten içler acısı. Buna rağmen halk çok mutlu ve güler yüzlü, herkes elindekiyle mutlu olmasını biliyor. Şu ana kadar gördüklerim bile Bolivya’ya hayran olmama yetti. Dünyanın birçok zengin ülkesinde insanlar buraya göre çok daha mutsuz bir yaşam sürdürüyorlar.

Uyuni Tuz Çölü’ne varıyoruz, hissettiğim duygular sanırım kelimelerle tarif edilemez. Kendinizi boşlukta, sonsuzlukta hissediyorsunuz burada. Hava çok kötü olmasına rağmen elimizden gelen en güzel fotoğrafları çekmeye çalışıyoruz. Her yerde tuz tepecikleri var (Montañas de sal) . Colchani köylüleri bu çölde çalışıyorlar. Küreklerle tuzları tepecik haline getiriyorlar ve bu tepeler daha sonra kamyonlara yüklenip fabrikaya götürülüyor. Tuz otele gidip orada da fotoğraflarımızı çekiyoruz, bir daha ki seyahatimde kesinlikle bu otelde kalmak isterim. Çok zorlu bir etap olmasına rağmen “Salar de Uyuni” den hayat boyu unutulmayacak anılarla gezimize devam ediyoruz…

Tulga Ozan

 

Özet
Çok Zorlu Ama Hayat Boyu Unutulmayacak Bir Coğrafya; Bolivya
Başlık
Çok Zorlu Ama Hayat Boyu Unutulmayacak Bir Coğrafya; Bolivya
Açıklama
Senelerdir yaptığım tüm turlarda bana sıkça yöneltilen sorulardan biri, bu kadar ülke gezdikten sonra en çok hangisinden etkilendiğim yönündeki soru olmuştur. Ben ülkeleri ve şehirleri kıyaslamayı sevmesem de sanırım Bolivya’nın yeri hep ayrı olacak kalbimde.
Yazar
Yayıncı
gidivermek
Yayıncı Logo
Yukarı