Günlük Yürüyüşlere Eşlik Eden Caz Albümleri

15 Haziran 2021


Salgın döneminden bana kalan tek olumlu şey günlük düzene oturttuğum bir saatlik yürüyüş rutinim oldu.

Salgının başından beri kesintisiz her gün bir saat kadar yürüyorum ama bugün CAZ BAVULU’nda anlatmak istediğim bu yürüyüşler değil, yürüyüşlere eşlik eden müzikler.

Tabii önce bu albümleri nasıl seçtiğim konusuna geleyim.

Çalışma masamın tam karşısında tamamı caz albümlerinden oluşan iki kat CD rafım var. Dijital platformlar yüzünden bu raflardaki CD’leri uzun zamandır dinlemediğimi fark ettim, oysa, bir zamanlar bu iki raf dolar dolar taşar, güncel olmayan ya da dinlemekten bıktığım albümleri başka raflardaki arşivlere kaldırırdım, oysa şimdi, aynı albümler aynı yerde uzun zamandır durduğu gibi yerlerine yeni albümler de gelmiyor.

Günlük yürüyüş rutinimi oturttuktan sonra bu CD’ler yeniden dikkatimi çekti. Önce neler varmış diye tekrar gözden geçirdim, ardından, yerlerini değiştirip manzarayı yeniledim, son olarak da, niye ben bunları tekrar dinlemiyorum ki fikrine kapıldım, o iki raftaki albümler özellikle 1955 ve sonrası dönemin önde gelen kayıtları.

Günlük yürüyüşlerim tek bir yerde değil, sokakta ordan oraya. Portatif CD playerlar da kalmadı, nasıl dinleyeceğim? Elbette yine dijital platformlar üzerinden. Cep telefonları ne güne duruyor…

Buraya kadar yürüyüş rutini ile dinleme şekline dair detaylar tamam, gelelim bu yazıyı okuyacak caz severlere tavsiye niteliğinde olması muhtemel albümlere. Umarım sizin de severek dinlediğiniz ya da dinlemek isteyeceğiniz albümlerdir. Yazının fayda kısmı da bu olsun.

Dinlediğim ilk albüm “Dial S for Sonny” idi. Sonny Clark Amerikan caz tarihinin hüzünlü kahramanlarından biridir. Hepi topu sadece on yıl kadar aktif müzik yapabilmiş bu piyanist 1963 yılında henüz 31 yaşında eroin bağımlılığı yüzünden acılar ve yoksulluklar içinde hayatını kaybetti.

Ne zaman bir Sonny Clark parçası dinlesem onun hüzünlü yüzünü hatırlarım. Ağır uyuşturucu ya da alkol bağımlılarının yüzünde bu tarifsiz hüzün vardır. Bakın, Chet Baker’ın fotoğraflarında da bulursunuz bu ağır hüznü. “Dial s for Sonny” sanatçının en bilinen albümü, zaten bu kadar kısa bir ömre kaç albüm sığdırabilirsiniz ki…

20. yüzyılın başından itibaren dünyaya gelmiş Afro Amerikan caz nesillerinin kaderidir uyuşturucu bağımlılığı altında adeta can çekişmek. Bu sorun şüphesiz bugün de can yakıcı olmakla birlikte o yıllarda günümüzün salgın hastalığı gibi hergün istatistik tutacak kadar ağır kayıplara neden oluyordu.

Bu konuya uzun uzun girmek istemem, ağır ve zor bir konudur ama şunu söyleyip bırakayım. Ertuğrul Özkök gibi popüler kültür kalemleri yüzünden Hendrix, Cobain, Winehouse, Morrison ve Joplin gibi isimlerin vakitsiz ölümleri pop ve rock ikonlarına ait bir öykünme tabusuna dönüşmüştür. Oysa, caz dünyası bu ikonlara gelene kadar sayısız ismi kaybetti, bugün bizim gibiler dışında bu insanların hatırlayanları bile yok.

Yürüyüşlerime eşlik eden albümlerden bir diğeri “The Magnificent Thad Jones” olmuştu. Albümler eğer yürüyüşlerin süresine uzun geliyorsa bitene kadar, kısa geliyorsa bir süre de müziksiz tamamlıyordum. Clark’ın albümü gibi Jones’un albümü de aynı dönemin ürünüdür. Kapak görselleri bile aynı kalemden çıkmış gibidir. Thad Jones Amerikan caz sahnesinin üç kardeşler klanının önde gelen isimlerinden biri. Ağabey Hank, ortanca Thad ve küçük kardeş Elvin. Her üçü de caz dünyasına sıkı damga vurmuş sanatçılar. En uzun yaşayan ağabey Hank oldu.

Thad daha organize bir caz adamı idi. Orkestra kurar, standart beste repertuvarının genişlemesine çalışır, aranjörlük yapar vs. Ağabey Hank daha piyano ve küçük gruplar ağırlıklı çalışırken Elvin ise altmışlarda free jazz tutkunuydu ama ben en çok Elvin’i severim. Onun tutkulu davulunu başka birinden duymanız mümkün değildir. Onunla ilgili bir anıyı dinlediğimde tutkusunun nedenini anlamıştım. Ağır kanser hastalığı süreci geçiren Elvin vücudunun el verdiği son ana kadar çalmayı sürdürmüştü. Hatta, son çaldığı anlardan birinde artık gücü yetmediği için karısının vücudunu çalarken tuttuğu anlatılırdı. Böyle bir tutku. Hüzünden kaçıyım dedim ama bu da öyle oldu. İnsan böyle ayrıntıları bilince albümlere bakışı da değişiyor.

Sadece bu yürüyüşler sırasında değil, her zaman dinlemekten bıkmadığım albümlerden biri de büyük Charlie Haden’ın 20 yıl önce yayınladığı albümü “Nocturne”dür. Kontrbasda Haden, piyanoda gencecik bir Gonzalo Rubalcaba, perküsyonda Ignacio Berroa ve konuk olarak Joe Lovano, David Sanchez, Pat Metheny, Federico Britos Ruiz gibi isimler. Yirmi yılda klasikleşen bu harika albüm bana hep Robert Redford ve Lena Olin’in oynadığı 1959 Küba devrimi öncesini anlatan “Havana” filmini hatırlatır. Gözümde sanki o filmin müziği olmak üzere yazılmış bir albümdür.

Fazla klasik albümler önerdiğimin farkındayım ama emin olun güzel olan bir dönemdir. Haden’ın albümü yeni bir albüm olmasına karşın yine o yılları anlatır.

Niye illa bu dönem diye düşününce yıllar önce yazdığım bir yazıda değindiğim mukayese geldi aklıma. Aslında cazın klasik dönemi olarak bilinen yıllar 2. Dünya Savaşı öncesidir. 1920’ler ve savaşa kadar olan yıllar. Ama zamanla bu kavram yerini Bop ve sonrasına döneme bıraktı. O eski yazıda yaptığım mukayese bugün de geçerli bence. Edebiyatta Dostoyevski, Tolstoy, resimde Picasso, Matisse ne ise cazda da bu isimlerin müzikleri onlara denk gelir. Ne daha azı, ne daha fazlası. Belki çoğu insan bu mukayeseyi abartılı bulacaktır ama emin olun öyledir.

Son bir albümle bu ayki Caz Bavulu’nu tamamlayalım.

O döneme ihanet etmeden yazıyı tamamlıyayım. Geçtiğimiz ay hayata veda eden tromboncu Curtis Fuller’ı da anmış oluruz. Yine aynı dönem. Ellilerin ortası. Fuller’ın adını duyuran bir albüm oldu “The Opener”. Gösterişi, albenisi, sivri hareketleri olmayan sade bir müzisyendi Curtis Fuller. Üstelik trombon gibi zor bir enstrümanı seçmişti kendine. O yıllarda nefeslilerde bariton saksofon, trombon gibi enstrümanlara fazla şans tanınmıyordu. Gerry Mulligan bariton saksofonun kaderini nasıl değiştirdiyse Fuller da aynısını trombonda yaptı. Oysa J.J. Johnson gibi daha eski isimler yıllar önce trombonu meşhur etmişti zaten ama farklı bir dönemin adamı olarak yıldızı parladı Fuller’ın.

Sade bir hayatı oldu. Ağırlıklı eğitimci olarak tanındı ve çalıştı ama bu sıra kaydettiği albümlerin yön değiştirici etkisi oldu ve tarihe geçti. Kuşağının diğer isimleri gibi acıklı bir hayat hikâyesine sahip olmadı Fuller. Aile babası olarak hayatını sürdürdü. Bu da yazının iyimser yanına vurgu olsun. Tamam, dönemin caz müzisyenlerinin önemli bölümü bohem ve yarın kaygısı az olan insanlardı ama hepsi öyle değildi şüphesiz, uzun hayat sürenler caz tarihine çok önemli katkılar yaptı.

Gelecek ayın caz bavulundan bakalım hangi konular ve albümler çıkacak. Herkesi cazla daha fazla vakit geçirmeye davet ederken dinledikleri albümlerin arkasındaki öyküleri de merak etmelerini öneriyorum, emin olun dinlediğiniz müzikler kulağınıza daha farklı tınlayacaktır.

Feridun Ertaşkan

Yukarı