Sidney Bechet: Küçük Çiçek

15 Şubat 2024

 Sidney Bechet’nin klarneti

Nostalji hayli baskın bir duygudur ve zaman zaman bu duygunun ağırlığı altında mutlu mesut eziliriz, üstelik, nostaljinin kendi geçmişimizle ilgili olması gerekmez, daha ziyade, yaşamadığımız o ‘altın’ günleri özleriz.

Caz dünyasında ustaların ustası olarak tanınan Dave Liebman 2018 yılında gitarist John Stowell ile “Petite Fleur: The Music of Sidney Bechet” adını verdiği bir albüm yayınlamıştı. 20. yüzyılın ilk yarısına yönelik nostaljik duyguları kabartacak sepya bir fotoğraf. Montmartre da olabilir, Havana’nın arka sokağı ya da New Orleans French Quarter’da bir akşam da olabilir. Bilmediğimiz bir yer olması daha iyi. İşin güzel yanı, bu üç şehrin ikisinin Sidney Bechet ile ilgisi olması. New Orleans, Bechet’nin 1897 yılında doğduğu şehir, Garches/Fransa ise 1959 yılında hayata veda ettiği şehir.

Caz müziğinin yeşerdiği ilk dönemin içinde yaşayan bu dev müzisyen gençlik yıllarında cazın doğum yeri New Orleans Storyville’in kırmızı noktalı barlarında hayatı tanımıştı. Yaşamın akışı Bechet’nin hayat hikâyesine dönüştü. ABD hükümeti kırmızı noktalı kültür bataklıklarını cebren kapatınca alkollü içki satılan, tabiri caizse günümüzün pavyonlarına eşdeğer, fuhuşa da kapı açan ahlaka mugayir yerleri kapatmakla kalmadı, o lokallerde canlı müzik yaparak hayatını kazanan ve bir liman şehri olduğu için geleni gideni ile karmaşık ama canlı bir hayat biçimine dönüşen bu yerleri de dağıttı. Ardından meşhur içki yasağı dönemi gelmişti filmlerden bilirsiniz.

Peki, o kadar müzisyene ne oldu, nereye gitti diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Yaşamak ve çalışmak zorunda olan müzisyenler yeni bir geçim kapısı ve yaşam bulmak üzere gerek ABD içinde, gerek I. Dünya Savaşı öncesinde ve sonradan savaşa gitmek üzere askere alınarak farklı coğrafyalara dağıldı.

Sidney Bechet de Fransa’ya ayak basan müzisyenler arasındaydı. Bu ilk nesil müzisyenler caz müziğini Avrupa’ya ilk kez dinleten insanlar olarak bilinir.

Sidney Bechet’nin arkadaşlarından farkı, açık bir dünya görüşüne ve kalbe, sıradışı bir virtüöziteye sahip olmasıydı. Klarnet çalan Bechet’nin vibratolu tekniği bugün dahi ilham kaynağıdır. Zaten o kuşağın özelliği, her ne yaptılar ise bu müziğin ilklerinden olmaları idi, kendilerinden önce örnek alacak pek kimse yoktu, ilk örnekler bu isimler oldu ve bu insanlar notayla çalan müzisyenler değildi, çok azı bırakın notayı okuma yazma bilmiyordu ama zamanla eksiklerini  giderdiler. Avrupa’nın bu canlı, hayat dolu yeni müziğe kucağını açması onları da değiştirdi.

Bir not daha, tamamı Afro Amerikan kökenli olan bu müzisyenlerin ailelerindeki ya da büyüklerindeki çoğu ferdi ya hâlâ köle idi ya da köle gibi yaşıyordu. Ağır bir ırkçılığın altında ezilen insanlar Avrupa’da insan muamelesi görüp dışlanmadıklarını, tersine el üstünde tutulduklarını farkedince memleketteki diğer müzisyenlere de haber saldılar ve daha fazla müzisyen hem I. Dünya Savaşı öncesi ama özellikle sonrası ve iki dünya savaşı arası ve tabi II. Dünya Savaşı sonrası Fransa’yı kendi evleri bildi. Bugün Avrupa cazı dediğimiz olgu bu göçün ardından oluşan mirasın üzerinde yükseldi çünkü bu müzisyenler Fransa’dan sonra önce İngiltere’ye, savaş öncesi Almanyasına ve Kuzey Avrupa’ya yöneldiler, gittikleri her yerde müzikleri ve neşeli, canlı insanlar oluşu heyecan ve sempatiyle karşılandı, bir çoğu Avrupa’da aile kurdu, çoğu Amerika’ya bir daha geri dönmedi. Bechet de 1959 yılında Fransa’da ölene kadar Amerika’ya çok az geri döndü.

Elbette bu insanlar genel olarak Avrupa’da hoş karşılansa dahi bu hep böyle oldu demek doğru olmaz. 1930’ların Nazi Almanyası ve periferisindeki ülkelerin neler yaşadığını biliyoruz. Mesela, Louis Armstrong Londra’ya ilk kez 1933 yılında gittiğinde gece uçaktan inip sırf siyah olduğu için Londra’da kalacak bir otel odası bulmamış yağmur altında gece boyu sıkıntı çekmişti neyse ki bir tanıdığı imdadına yetişene kadar. Ama yine de ABD ile mukayese dahi edilemezdi, en azından konser vermek için girdikleri salona ön kapıdan alınıyorlar, ABD’deki gibi üç otuz kuruşa çalışmak durumunda kalmıyorlardı. Mesela, Polonya’da yaşamaya karar veren bir başka müzisyen savaş günleri direniş hareketine katılmış, Polonya’nın direniş kahramanlarından biri olmuştu, bugün Varşova’nın bir meydanında adına anıt bile vardır.

Sidney Bechet gibi yüz küsur yıl önce Avrupa’ya ayak basan bu insanların macerası ve Avrupa kültürüne katkıları anlatılmadı, çoğunun adı unutulup gitti ama Sidney Bechet gibi bir klarnetçi, Bud Powell gibi bir piyanist hatta Miles Davis gibi bir trompetçi Fransa’nın, Paris’in sembolü oldu. Caz müziğinin kültürel yayılmasının ve dünya kültürleri tarafından kabul görmesinin önünü açtı. Bechet ve Powell gibi isimler teknikleri sayesinde ölümsüz sanatçılar kategorisine alındılar. Bugün Dave Liebman gibi onlarca günümüz müzisyeni Sidney Bechet anısına albümler yapıp, New Orleans vaktiyle dışlayarak gönderdiği bu insanlara bugün sahip çıkıyorsa miraslarının farkına vardıkları içindir.

“Petite Fleure” albümünü şimdi bu gözlerle dinlemeye başlayın. Yüzyıl önce bambaşka bir hayatın içinden gelen insanlar bizim bir çırpıda dinlediğimiz müziklere hayatlarını adadılar, uğrunda sıkıntı çektiler ama 20. ve 21. yüzyılın en önemli miraslarından biri yarattılar.

Anlayacağınız, Sidney Bechet’nin klarnetini titreterek çaldığı bu swingli şarkının arkasında yüzyıllık bir hikâye var.

Feridun Ertaşkan

Yukarı