Laodikya’nın Işığı…

17 Ekim 2024

Görüntülenme Sayısı: 15

Laodikya’nın ışığı, sonbaharın ışığı, Denizli’nin ışığı, festivalin ışığı ve bir ödül.

Yaz güneşi sonbahar ışığına dönmeye başlayınca şehir hayatına bir şeyler olur. Genellikle şehre dönüşün başlangıcı okulların açılması kabul edilse de, ben, sonbahar ışığını takip ederim. Temmuz sonu, Ağustos başı sıcaklığı Eylülde termometreyle aynı gösterse bile artık o kadar yakıcı değildir. Gece ile öğle farkı barizdir. Günün sıcaklığı öğle saatlerine sıkışmaya başlar ve nihayet yerini sonbahara, ardından kışa bırakıp gider. Dediğim gibi, sonbahar ışığı şehre bir kere düşmüştür artık.

Yine öyle oldu fakat bu defa sonbaharın ışığını Denizli’de yakaladım. Ben, sevgili Güzin Yalın gibi sık seyahat eden biri olmadım hiç, yolculuk psikolojisi kimyamı bozuyor, bir defasında, henüz küçük bir çocukken annem-babam olmadan İzmir’e akraba tatiline gitmek için evden ayrılmıştım, altmışların ortası, henüz küçüğüm, her ne kadar o tatil unutulmaz geçse de, altmışlı yılların İzmir, Bergama, Dikili, Urla sokakları hafızama kazınsa da, İstanbul’a dönerken ayaklarım geri geri gitse de yine de o ilk ayrılırken arabanın arka penceresinden baktığımda annemin ağladığını hâlâ hatırlarım, bu beni çok etkilemişti ama seyahat yazıları okumayı çok severim, hele Güzin hanım gibi kalemi kıvrak, gözlemleri keskin ve her satırından yoğun bilgi damlayan bir kalemden okumayı daha çok severim.

Sabahın ilk saatlerinde Denizli Çardak havaalanına indiğimizde sabahın keskin serinliği ve özlediğim o nemsizlik İstanbul’un oksijeni basık havasından sonra bana ve eşime çok iyi geldi. Otuz altı yıl sonra yeniden geldiğim bu Ege şehrinde bu kez bir ödül alma onurunu yaşadım. Pamukkale Filarmoni Derneği, doksanlı yılların sonunda ilk üçünü gerçekleştirdikleri Denizli Caz Festivali’ni iki bin yirmilerde yeniden hayata geçirmeye karar vermişti. Festivalin direktörü, şair dostum sevgili Halim Yazıcı haftalar önce beni telefonla aradığında festivalin yeniden hayata geçeceğine  hem sevinmiş, hem şaşırmıştım. Derneği hayatta tutan bir avuç müzik sevdalısın şehre ait bir klasik müzik festivalini zaten düzenliyordu, caz dünyamızın kolektif hafızasında giderek unutulmaya yüz tutan Denizli Caz Festivali’ni yeniden hayata geçirmeleri ise caz dünyamıza zenginlik kattı.

Şehre geldiğimizde konakladığımız otel bizim için daha da sürpriz oldu; Şiir otel. Adı gibi, şiirlerle inşa edilmiş bir otel… Her odası bir şairin adını taşıyan asûde, güleryüzlü bir otel. Bize şair Enver Gökçe odası denk geldi, toplumcu, sol-sosyalist şiirleriyle seksenli yıllardan tanıdığım bir şair;

Keklikler konardı
Bir o taşa bir bu taşa

Akşam üstü olduğunda otelden çıkıp festivalin açılış konserinin düzenleneceği Nihat Zeybekçi Kültür Merkezi’ne gittik. Doğrusu, kültür merkezi denince genellikle aklıma tek salonlu bir bina gelir, çoğu şehirde öyledir ama Denizli üç-dört büyük salondan oluşan kocaman bir kompleks inşa etmiş. Adını Denizli’nin ünlü türkücüsü, halk müziğinin, folklorumuzun büyük değeri Özay Gönlüm’den alan salon kısa sürede doldu. Ama tam burada kısa bir Özay Gönlüm arası vermem şart. Yirmi dört sene önce, erken yaşta hayata veda eden Türk Halk Müziği’nin Denizlili büyük ustası gençliğimin simgelerindendi. Denizli’nin yerel aksanı renkli ve sevimlidir, maalesef yerel aksanlar kayboluyor, doğrusu üzülüyorum. Denizli’nin sempatik aksanıyla ilk Özay Gönlüm’ün “Nineye Mektuplar” isimli kayıtlarıyla tanışmıştım, tabi bir de üç kollu sazıyla. Daha sonra, seksenli yıllarda askerlik için Denizli’ye gittiğimde birliğimizde Denizlili bir asker arkadaşımız vardı, aksanlı tatlı şivesiyle üç ay boyunca anlattığı fıkralara katıla katıla gülüp durmuştuk.

Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Bülent Nuri Çavuşoğlu’ndan Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alırken

Ben bunları düşünürken sahne hareketlendi, Yaşam Boyu Başarı ödülünü alıp konuşmalar, alkışlar eşliğinde tebrikleri kabul ettikten sonra Hollandalı iki müzisyenin konseri başladı. Müziğe dalmışken bir yandan caza karşı kırk beş yılı aşan tutkumun başladığı günleri hatırlamaya çalışıyorum. Yetmişlerin ortaları, seksenlerin başı, 12 Eylül darbesinin hayatımıza getirdiği kızgınlık, mutsuzluk ve karamsarlık içinde üniversiteye başlamam, kuşağımın çoğu gibi içe dönük bir karamsarlık içinde iken cazın hayatımda giderek daha fazla yer kaplaması sanki değişik bir tedavi gibi gelmişti.

İşte şu an bunları yazmaya çalışırken Özay Gönlüm dinlemek geldi içimden. Önce Ninenin Mektubu’ndan Çözde Al Mustafali, ardından, Sabuncunun Düzüne, Avşar Beyleri… türküler sıraya girmeye başladı.

Açılış gecesinin ikinci konseri Kerem Görsev trio ile açılış hızlandı. Geceyi, festivali düzenleyen arkadaşların nazik davetiyle hep birlikte neşe içinde bir restoranda tamamlayıp yeniden Şiir otele döndük.

Ödül Töreni

Ama ben hâlâ o eski yılları düşünmeye devam ediyorum.

Sabah erkenden kalkıp pencereden bakınca askerlik günleri Babadağ’a bakan manzara gibi bu sefer Teleferik tepesi karşımda. Dimdik bir tepe. Kışın kar yağınca kimbilir ne güzel görünür diye düşündüm.

Özay Gönlüm şimdi Azimem türküsünü söylüyor. Sevgili karım İdil’le Denizli çarşısına inip Babadağlılar pasajında aldık soluğu. 1973 yılında, İdil’in uzak akrabası mimar Cengiz Bektaş’ın yaptığı altı-yedi katlı elli yıllık bir han ama katlar merdivenle değil helezonik, yürüyerek dolanılıyor, yürüye yürüye her mağazanın önünden geçiyorsun. Buldan bezleri, Babadağ dokumaları, ünü dünyayı sarmış dokumalar, kumaşlar İdil’i mutlu ediyor. Eşe dosta alınan hediyeler, hediyeler, hediyeler. Sokaklara çıkıyoruz, caddelerde yürüyoruz, İstanbul’un kaotik kalabalığından eser yok. İnsanlar nazik, insanlar güleryüzlü, unuttuğumuz şehirlerin bu güzel yanını Denizli sayesinde yeniden hatırlıyoruz.

Caz Hatırası

İkinci günün akşamı, katılmam gereken bir seminer var aslında. Sevgili Hülya Tunçağ ve yönetmen sevgili Deniz Yüksel Abalıoğlu’nun yönettiği, Türk caz tarihinin unutulmaz ismi Maffy belgeselini izleyip hakkında sohbet edeceğiz ama talihsizliğe bakın uçağımız 19’da, seminer 18.30’da. Üzülerek katılamadım.

Alacağımız olsun Denizli diyerek uçağa bindik, ver elini İstanbul. Ama, ta o çocukluğumdaki seyahat gibi, bu kez de ayaklarımız geri gitti. Aklımız Laodikya’nın ışığında kaldı. Teleferik tepesinin dik yamaçlarında. Denizli’nin güleryüzlü insanlarında. Buldan bezlerinde. Müziğinde. Festivalinde.

Buradan, bu güzel festivale emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Bir hayali gerçekleştirdikleri için kutluyorum. Bendenize layık gördükleri Yaşam Boyu Başarı ödülü için ayrıca teşekkür ediyorum. Umarım bu ödül geleneği gelecek yıllarda devam eder ve benim gibi bu müziği hayatı boyunca sevmiş, katkı sağlamış nice caz emekçisini ağırlar.

Feridun Ertaşkan

Yukarı