Pırıl pırıl denizi, plajları, sakız ağaçları, Orta Çağ’dan kalma tarihi köyleri ve her daim size “komşii” diye seslenen sıcacık insanlarıyla, tabiri caizse “suyun öte tarafı” Sakız Adası gidi-gidivermek için ideal.
İster yazın deniz, kum, güneş tatili yapın, ister ilkbahar ve sonbaharda tarihin ayak izlerinin peşinden gidin, hemen hemen her mevsime uygun Sakız Adası…
Türkiye’ye en yakın adalardan biri Sakız, çok şaşırtıcı bir şekilde feribotla gitmek sadece yirmi dakika sürüyor. Çeşme ve Karaburun’un hemen karşısında. Çeşme limanında pasaport işlemlerinden kurtulur kurtulmaz, bindiğiniz ile indiğiniz bir oluyor. Hatta önceden planlayarak araba kiralamışsanız (tüm köyleri gezmek isterseniz çok iyi olur) sizi limanda karşılıyorlar. Tabii ki tercihinize göre günlük turlar alıp gezmek de mümkün.
Dünyada sakız ağacının yetiştiği ve damla sakızı üretiminin yapıldığı en önemli yer burası. Üç bin yıllık köklü bir tarihi olan adada Bizanslılar, Cenevizliler ve Osmanlılar sakız ticareti yapmışlar; zaten ada doğal olarak ismini mastika yani sakız ağacından almış. Adanın güney kısmı sakız ağaçları dolu ve halkın önemli bir gelir kaynağı damla sakızı üretimi.iİgilenenler için tüm sürecin ve üretimin anlatıldığı “Sakız Müzesi” bile var.
1912 yılından beri Yunanistan’ın bir parçası olan Sakız’da bir dönem Homeros ve Christof Colomb’un yaşadığı söyleniyor. Ünlü besteci Mikis Theodarakis de Sakız Adası doğumluymuş.
Şimdi farz edin ki araç kiraladınız; o zaman hiç durmuyoruz atlayıp tarihi köyleri bir bir geziyoruz.
MESTA
Adanın en turistik ve gitmişken mutlaka görülmesi gereken yerlerinden biri. Ortaçağ köylerinin en eskisi; 14. yüzyıldan kalmış. Bitişik nizam yapılmış taş evleri ve ancak bir atlının geçebileceği kadar dar sokakları var. Labirent gibi, dolaşması çok zevkli. Korsan saldırılarından korunmak için kale köy olarak inşa edilmiş burası. Mesta’da evlerin çoğu boş görünüyor; soruyoruz, pencerelerinde dantel perdeleri olan birçok evde hala yaşayanlar varmış. Kapı önlerinde oturmuş sohbet eden teyzeler (izinleriyle fotoğraflarını çekiyoruz), bizleri içten bir samimiyetle selamlıyorlar, anlamasak da hemen Yunanca sohbete başlıyorlar. Türkler çok etrafta. Mübadele zamanında Çeşme’den ve Urla’dan gelen çok kişi var. Etrafı kafelerle çevrili köy meydanı pek hareketli. Biraz dinlenip, kahvede ev yapımı limonata içiyoruz. Meydanın bitişiğindeki 1794’te yapılmış olan Taksiarhis Kilisesi ise adanın en büyük ve en önemli kilisesi. Ayasofya’dan getirilen, paha biçilemeyen haç ve altın gümüş kaplı birçok değerli ikonu ve Üçlü Teslis (diğer adıyla Kutsal Üçleme) denilen “Tanrı, Hz. İsa ve Hz. Meryem”in ilk kez resmedildiği tablo da burada. Avlusu geleneksel çakıl taşı mozaiği ile döşeli, çok şık.
PYRGİ
Adanın en dikkat çekici ve turistik köylerinden Pyrgi’ye rotamızı çeviriyoruz. Sanki film karesindeyiz, dekorun içine düştük… “Xysta” denilen özel sıva tekniğiyle üzerine çeşitli geometrik desenler kazınmış evleri ve kiliseleriyle dünyada tekmiş Pyrgi. Burası da Mesta gibi korsan saldırılarından korunmak için kale köy tarzında inşa edilmiş, dış cephesi dantel gibi işlenmiş evleriyle karakteristik bir mimarisi var. Bu gelenekselleşmiş teknik, volkanik kumdan hazırlanan siyah sıvanın üzerine beyaz kireç boya sürüp sonra da onu şekilli kazıyarak yapılıyormuş. Köylüler bu geleneği hala devam ettiriyorlarmış. Köy eski zamanlarda sakız üretimi ve ticareti açıdan en önemli yerleşim merkeziymiş. Kilisenin meydana değil sokağa bakan kapısının karşısındaki küçük büfenin “gyros”u lezzeti ile meşhur, kadın işletmecisi olduğu hemen belli oluyor, özel tatlar arayanlar için ideal.
OLYMPİ
Sırada Pyrgi ve Mesta arasındaki Olimpi köyü var, mimari olarak ikisine de çok benziyor. Ne yazık ki onlar kadar bakımlı değil. Pek küçük bir köy, sokaklar tenha, bir kaç fotoğraf çekip bir sonraki köyümüze doğru ilerliyoruz. Bir de yazıları okuyabilsek! Harf inkılabımıza şükrediyoruz tabelaları okumaya çalışırken.
VESSA
Pyrgi’den on dakikalık bir uzaklıkta minik, şirin, sakin bir köye geliyoruz, Vessa. Küçük meydanında çınar ağacının altında kahveler görüyoruz, taş evler ve dar sokaklar arasından yolumuza devam…
NEA MONİ MANASTIRI
Çok meşhur, uğramadan olmaz. Merkeze on iki kilometre mesafede bu manastır. 11. yüzyılda yapılmış ve Meryem Ana’ya ithaf edilmiş. 1990 yılında, UNESCO tarafından Dünya Kültürel Mirası olarak açıklanmış ve dolayısıyla korumaya alınmış. Manastırdaki mozaiklerin çoğu altından ve Yunanistan’daki en iyi üç koleksiyondan biri olarak kabul ediliyor. Ana mabet, iki küçük kilise, inziva hücreleri ve müzesiyle manastır çok büyük bir alan üzerine kurulmuş.
THYMIANA,
Mostra Karnavalı burada yapılıyor. Seyahatimizi özellikle bu tarihe denk getirmemiz çok iyi oldu. Günlerdir adada çeşitli kutlamalara rastladık, folklör ekipleri, danslar, yüzlerini boyamış çocuk ve gençler çıktı hep karşımıza. Merkezindeki Agios Efstritos Kilisesi’nin balkonunda kadınlar şarkı söylüyor, önünden geçit töreni yapılacak. Mostra’da karnaval olma sebebini kime sorsak birbirinden farklı hikayeler anlatıyorlar. Asırlar öncesine, Orta Çağ’a, korsanlar zamanına dayandıranlara göre, şehre yakın bir köy olan Thymiana yerli halkı eğlendikleri bir Pazar günü, korsanlar adaya saldırmışlar. Korsanların geldiğini öğrenen halk, sık sık maruz kaldıkları korsan saldırılarının verdiği bıkkınlık ve eğlencenin verdiği coşku ile korsanlarla savaşacak cesareti toplayarak, onlarla mücadeleye girişmişler. Köylüler bu kez korsanları yenmiş ve festival bu güne atfedilmiş. Korsanlarla ada halkının mücadelesinin canlandırıldığı “Talimi“ halk oyunları, karnavalın en eğlenceli kısmı. Aslında dini bir kutlamanın geleneksel hale dönüşmesi diyebiliriz bu karnavala, çünkü hemen ardından özellikle et yememek üzere bir oruç tutuyorlar, oruç bitince de oğlaklar çevriliyormuş. Hasatın güzel geçmesi, yağmurun bol olması için bol bol dualar ediliyor, binlerce yıldır her bahar pek çok medeniyetin doğanın bilinmezliğine karşı düzenledikleri ritüeller gibi. Thymianalılar, Orta Çağ’a ait kıyafetler, kostümler ve maskelerle sokaklara dökülmüşler. En yaratıcı bulduğumuz kostümler anneler ve çocuklarının başlarına pamuklardan bulut şeklinde yapıp taktıkları şapkalar ve onlardan sarkan iplere iliştirdikleri yağmur damlacıkları.. Daha neler neler var, dev Poseidon geçit için eski bir kamyonetin üzerinde sırasını bekliyor. Geleneksel sokak lezzetlerinin fiyatları çok uygun, tam bir bayram havası esiyor. Yine Türklerle karşılaşıyor ve yemeklerimizin, kurabiyelerimizin, böreklerimizin neden bu kadar benzediğini bir kez daha anlıyoruz. Artık deniz kıyısına doğru yol almalıyız. Adada 100 kadar plaj var.
MAVRA VOLİA
Volkanik bir patlama sonucu oluşmuş bu koy en çok ilgimizi çeken oldu. Özelliği tamamen volkanik siyah taşlardan meydana gelmesi. Her yer simsiyah taşlarla kaplı. Alışık olduğumuz plaj görünümünden farklı Mavra Volia, müthiş bir doğa olayına tanıklık ediyoruz. Su inanılmaz berrak. Buraya gelirken yanımıza içinde içecek ve atıştırmalık olan PİKNİK SEPETİ (buzluk olsaymış daha iyiymiş) getirdik. Sadece küçük bir kafe bulunan bu plaja hazırlıklı gelmiş olduk. Plaja 5 dakika mesafedeki Emporios ise küçük bir balıkçı köyü. İçinden geçtik. Sahildeki iki üç tavernası ile çok sevimli bir yer, salaş balıkçılar var.
Akşam olup otele dönme vakti geldiğinde şehrin diğer ucundaki değirmenleri görmek için yolu biraz uzatıyoruz. İyi ki hava kararmış, ışıklandırılmış halleriyle öyle güzeller ki..
Sabah kalkıp trafiğe kapatılmış çarşıyı gezmek, biraz alışveriş yapmak için erkenden yatıyoruz, yanımıza yerel peynirlerden alıp eve döndüğümüzde bizim için “sahanda peynir” burada söylenişiyle “saganaki” pişirebilmenin hayaliyle…
Sözün özü, BEN YUNANLI KOMŞULARIMIZI ÇOK SEVİYORUM. Ne bizim ne onların olan, ortak coğrafyamızın benzer insanlarıyız; yediğimiz içtiğimiz bir, geleneklerimizin çeşitliliği de benzerliği de şahane. Suyun iki tarafında, aslında ortak kültürleri paylaşmış iki halkız biz; aynı sofralara oturup aynı türküleri söylüyoruz; aynı zeybek havasını oynuyoruz. Başımıza bir şey gelse birbirimizin yardımına önce biz koşuyoruz, çünkü komşuyuz…
Velhasıl komşularımıza gidivermek lazım…
Bu şiir ne güzel anlatmış;
Önce bir kahkaha çalınır kulağına/sonra rum şiveli Türkçeler/O Boğaz’dan sözeder/sen rakıyı hatırlarsın/Yunanlıyla kardeş olduğunu/sıla derdine düşünce anlarsın.
Selda Güleç