Hiç aklınızda gitmek yokken bir “dost” sesiyle, hiç aklınıza gelmeyecek bir rotaya, çok uzaklara yolculuğa çıkmaktır gidivermenin en güvenilir hali! Gidilecek ülkenin adı ve seyahatin tarihleri dışında sorgu sual etmeden, gelecek her bilgiye sonsuz güvenle teslim olma halidir! Başka bir deyişle bu seyahatin en ince ayrıntısına kadar planlanmış ve doğru kararlar alınmış olduğundan emin olma halidir! Amiyane tabiriyle hazıra konma halidir! En güzeli ise son durağa eriştiğinizde yanılmama halidir!
Gidilecek ülkenin adı Kenya’ydı, ilk durak Nairobi ve sonra Mombasa… Evet, tarihlerimiz de müsaitti. Evet işte böyle başladı macera… Ve evet son durağa eriştiğimizde de yanılmamanın haklı gururunu yaşıyorduk..
Evet, Nairobi’de Karen Blixen Müzesi’nde kendimizi “Out of Africa” filminin karelerinde hissedişimizi, sürdürülebilirliğin müthiş bir örneği Cultiva Restoran’daki öğlen yemeğimizi, Giraffe Center’da zürafaları beslediğimizi, kooperatif çatısı altında ahşap üretim yapılan açık hava atölyeleri ve yerel pazarlarda alışverişlerimizi tek tek anlatmak gerekir..
Evet, tarihte bir çok topluma ev sahipliği yapmış olan Mombasa’nın eski kentinde o çok kültürlü yapısının içinde dar sokakların, süslü balkonların arasında dolaştıktan sonra Diani Beach’e gittiğimizi, Mombasa’dan karayolu ile ulaşılan, fil popülasyonu ile ünlü, Kenya’nın en büyük milli parkı
Tsavo East National Park’ta inanılmaz bir safari tecrübesi yaşadığımızı, fil sürülerini, aslanları, zürafaları, su aygırlarını, geyikleri, ceylanları, çeşit çeşit kuşları, tek tek anlatmak gerekir.
Evet, Kenya’nın en iyi sahili olarak bilinen Watamu’da berrak deniz ve upuzun beyaz kumlu plajın keyfini doya doya çıkarttığımızı da anlatmak gerekir, lakin yazımızın esas konusu son durağımız; Hint Okyanusu’nda, Kenya kıyılarının hemen dışında bir liman, şehir ve ada olan “LAMU”.
A dım attığımız anda kendimizi çok uzaklarda hissettiğimiz, orada bulunduğumuz üç gün boyunca, hadi diyen o güvenilir “dost” sesine sürekli şükrettiğimiz ada, “LAMU”.
Mombasa’ya 8 saat uzaklıkta. Kara yoluyla gitmek neredeyse imkansız olduğu için Malindi’den Lamu’ya uçtuk. Hem de pervaneli bir uçakla. Lamu’ya geldiğimizi sanmıştık, meğer yakındaki Manda Adası’nın havalimanına iniş yapmışız. Havalimanı bugüne kadar gördüklerimizden çok farklı, bahçe gibi! Çitlerin arkasında açık havada oturmuş insanlar var, yani uçaklarını bekleyen yolcular. Dönüşte biz de onlardan biri olacağız!
Çantalarımızı alır almaz bir başka limana, tabir-i caizse iskeleye yürüyerek gittik ve böylece bizi bekleyen çok şirin bir tekneyle Lamu Adası’nın Shela Beach bölgesine doğru deniz yolculuğumuz başladı.
Dünyanın bir ucuna gelmiştik! İlk günümüz hava, kara ve deniz taşıtlarının çoğunu kullanarak geçti, meğerse zaman makinasına binmişiz. Bambaşka bir diyarda, bambaşka bir zamanda olma hissi!
Swahili mimarisinin tipik örneği, manzarası ile daha ilk anda büyüleyen bir villanın önünde tekneden indik. Kapıdan içeri girince kiminin üstünde mutfak önlükleri olan güler yüzlü bir ekip tarafından karşılandık. Böylece, üç gün boyunca bu evde hep birlikte kalacağımız ve mutfak şefinin bize her gün yerel malzemeler ile yemekler pişireceği yepyeni bir deneyim başladı.
Talih kuşu konma hissi! Lamu, Swahili geleneğinin günümüzde kalan en köklü ve en iyi korunmuş yerleşim yerlerinden biri. 2001 yılında “Lamu Old Town” adıyla UNESCO dünya mirası listesine alınmış. Yerel rehberimizle adayı dolaşırken ilgi çekenler listesinin başında eşekler geliyor, adada gözümüze çarpan az miktarda bisiklet dışında hiçbir araç yok. Eşekler dar sokakların arasında ada halkına müthiş bir taşımacılık hizmeti veriyor, dolayısıyla da çok iyi bakılıyor olmalılar ki, bu adada “Eşek Hastanesi” bile var. Şaşkınlık hissi!
Dar sokaklar demişken hayalinizdeki ‘dar’ sokaklardan daha dar olduklarını, ancak iki arkadaşın yanyana durabileceği veya yüklü bir eşeğin tek başına geçebileceği şeklinde tarif etmekte fayda var. Dar halleriyle bile sokaklar çok telaşeli ve yoğunlar. Hayat, çalışanlar, öğrenciler ve alışveriş edenler için güneş alan sahil kısmında değil klima etkisi yaratan bu bina aralarında geçiyor. Binaların hemen hemen hepsi sarı boyanmış, aralarında dev sarmaşık bitkiler var, fotoğraflar çok güzel çıkıyor.
Aynı telaşenin içine kapılarak rehberimizle yerel sanatçıların ahşap oymacılığı, takı tasarımı vb atölyelerini ve üretilenlerin satıldığı dükkanları ziyaret ediyoruz. Her alışverişimizin ardından kendilerine destek verildiği için müteşekkir olduklarını ifade etmeleri insanın içine işliyor. Şükür hissi!
Rehberimiz anlattıkça anlatıyor. İlgi çekenler listemiz de uzadıkça uzuyor. Lamu’da çok fazla turistik ve tarihi yer var demek yanlış olur zira burada yaşam geçmişin izlerinin içinde sürüyor. Bir nev’i açıkhava müzesi. Küçük bir ödeme yaparak en eski evlerinden birine giriyoruz. Müze yapmışlar burayı. Konakladığımız evin orijinal hali. Swahili dekorasyonunun vazgeçilmezi beyaz nişler içine yerleştirilmiş, her biri sanat eseri olan el boyaması tabaklar ile evin merkezine konuşlandırılmış yemek salonu ve üst katta duran mutfak eşyalarına bayılıyoruz.
Mutfaktan söz açılmışken adanın merkezindeki Ulusal Lamu Müzesi’nin tam yanında, kapalı alanda kurulan pazaryerini anlatmadan, bazı arkadaşlarımızın tropik meyvelere dayanamayıp eve götürmek için ‘bunlar mangoysa bizim yediklerimiz ne’ dedirten mangolardan satın aldıklarını da söylemeden olmaz. Daha önce görmediğimiz pek çok sebze ve meyvelerle karşılaşmanın dışında, yerli halkı daha yakından tanımanın, sohbet etmenin en iyi yollarından biri bu pazar yeri ziyaretleri. Sonsuz mutluluk hissi!
Yol boyunca yürürken camiler, medreseler çıkıyor karşımıza ve İslamiyetin 680’li yıllarda Yemen ve Umman’dan buralara kadar uzandığını ve Müslümanların adada medeniyetin oluşumunda büyük etkisi olduğunu öğreniyoruz. Kimler uğramamış ki Lamu’ya; adanın tarihinde adeta medeniyet seferberliği yaşanmış. İyisiyle, kötüsüyle iz bırakanlar arasında Araplar, Hintliler, İngilizler, Portekizliler ve sömürge niyetiyle gelen daha kimler kimler var. Tarihe serzenişte bulunma hissi!
Uzun bir ada yürüyüşü ile tarihte yapılan bu yolculuktan sonra geniş plajlar, pırıl pırıl okyanus, bembeyaz kumlar çağırıyor bizi. Bir sonraki gün, adaya has yelkenlilerden biriyle denizin içlerine süzülerek gün batımını seyretme planı yaparak rehberimizden ayrılıyoruz. Kendi keşiflerimiz başlıyor! Adada kaybolma hissi!
Rengarenk insanlar, her renk var kıyafetlerinde, çok bilmesek de anlıyoruz hepsinin ifade ve işaret ettiği farklılıklar olduğunu, ilgilenenler için bu ayrı bir ders konusu !
Ahşap oyması eşyalar, süsler, boncuk işleri, hasırlar, sepetler her biri el işçiliği, her biri ayrı sanat eseri, günlerce seyredebilir, fotoğraflarını çekebilir, hepsini almak isteyebilirsiniz. Tezgahlarda gördüklerinizi üstlerinde taşıyan satıcılarla arkadaş olabilir, ilginç ötesi Swahili kıyafetleriyle etrafınızı sardıklarında hiç birini kırmamak adına odanıza elinizde torbalarla dönebilirsiniz. Sadece tezgahlardan değil, çokça inşaat işlerinin arasında zor zahmet yürüdüğünüz dar sokaklarda kaybolurken, dünya başkentlerinin lüks mağazalarını aratmayacak butiklerle karşılaşıp (eğer yedek valiziniz varsa) buralardan da alışverişinize devam edebilirsiniz.
Yorgun bir günün ardından, yerel yemeklerin lezzeti, ada sessizliğinin içerisinde dost sohbetleri, tekne ışıklarıyla aydınlanan okyanus seyri ve dinlemeye doyum olmayan dalgaların sahile vuruş sesleri anlatılmaz yaşanırlardan.
Uykuya giderken sivrisinekler tek derdiniz. O sorunu da her yerde bol bol kullandıkları cibinliklerle çözmüşler, bembeyaz tüllerin romantik ve dekoratif görünümleri de cabası !
Lamu Adası’ndan kalan “en” unutulmayacak anlarımızı, dönüşten bir gün önce, çok eski bir yelken bezi ile gün batımı seyri için rüzgara açılan otantik teknede geçirilen bir kaç saat olarak buraya not düşmekte fayda var.
Suyun içinden çıkıp tekrar üstüne yansıyan bitkiler arasında bizimle birlikte ilerleyen diğer tekneleri ve su üstü sergisi etkisi yaratan resimlerle bezenmiş yelken bezlerini takip ederken gözlerimize de, içinde bulunduğumuz ortama da inanamıyoruz. Güneşin batışı Dünya’nın her yerinde çok güzeldir, burada bir başka güzel, tarifi zor. Aramızda bulunan en iyi fotoğraf çeken telefonu rica ederek, yelkenin yüksek mi yüksek direğine nasıl bir anda tırmandığını anlayamadığımız rasta saçlı kaptanımız sayesinde kuşbakışı fotoğraflarımız ve bir videomuz var bu andan. Yani anılar kayıt altında! Anlatılacak çok şey var hissi!
Evimize dönerken bazı kaynaklara göre yaklaşık 80 milyon insan tarafından konuşulan, en yaygın Bantu dili Swahili’den sözcükler eklendi dağarcığımıza. Meşhur ‘Aslan Kral’ filminden bildiğimiz “HAKUNA MATATA!” deyimi, dilin en popüler hatta en turistik söylemi, sadece bir söylem değil aslında tam bir ‘hayat felsefesi’.. “Endişe Yok!” ve “Rahat Ol!” anlamları taşıyor. “Pole Pole!” de yavaş yavaş demek, “Hallederiz, Abartma!” anlamında kullanılıyor.
Günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz, insanı mutluluğa sevk eden ne müthiş deyimler değil mi?
Kıtaya ilk adım attığımızda transferlerimizden birini gerçekleştiren yerel rehberin bize öğrettiği çoktan dilimize dolanmış bir de şarkımız var: “Jambo Bwana”.. , Swahili dilinde Jambo ‘Merhaba’ demek. Genelde ikileme olarak, “Jambo Jambo” şeklinde kullanıyorlar. Çok güçlü bir “Merhaba” yani.
Jambo Bwana
Jambo Jambo Bwana!
Habari gani, nzuri sana
Wageni, Mwakaribishwa
Kenya jetu hakuna matata
Hello, hello to you Sir!
So how are you? Very fine, Travellers, you are welcome,
In our Kenya we have no worries.
Merhaba Bayım,
Merhaba Merhaba Bayım,
Nasılsın? Çok iyi,
Gezginler, hoş geldiniz,
Kenya’mızda endişe yok, rahat olun!
Swahili halkının yaşam felsefesini ve yaşam şeklini anlatan ne müthiş bir karşılama.. Nasıl gidivermezsiniz buralara!
Çok uzaklara yola çıkaran “Dost Sesi” Güzin Yalın’a, sonsuz sevgi ve saygılarımla..
Selda Güleç
*Jambo Bwana, 1982 yılında Them Mushrooms tarafından piyasaya sürülmüş bir Kenya şarkısı. Yazıyı okurken dinleme önerisi!